İnsan toplumu hayatta kalabilmek için üretmek ve tüketmek zorundadır. Ekonomi tanımının en kısa hali olan üretim ve tüketim etkinlikleri örgütlü olarak yapılmak durumundadır. Burjuva ekonomistleri günümüzün ekonomi biçimine her ne kadar kapitalizm yerine “piyasa ekonomisi” demeyi tercih etseler de bu ekonomik düzen kapitalist düzendir. Teknolojik gelişmeler ile üretim faaliyeti gittikçe mükemmelleşse de, zenginlik her geçen gün artsa da dünyada zengin-yoksul oranı da aynı şekilde artmaktadır. Çünkü temel sorun toplumda sınıfların varlığı ve oluşan zenginliğin mülk sahibi sınıfın elinde toplanmasıdır. Üretim araçlarının özel mülkiyetini elinde bulunduran burjuva sınıfı zenginliğin en büyük payını kendine ayırırken, geri kalan üreten sınıfa sadece bir sonraki gün üretim yapabilmesi için hayatını idame ettirebileceği kadar pay verir.
Kapitalizm açlık, yoksulluk, işsizlik ve güvencesizlik demektir. Bu cümle kanıksanmış bir cümle olabilir ancak somut rakamlar bu sözün gerçek anlamını çarpıcı bir şekilde yansıtmaktadır.
Örneğin ABD ekonomisi dünyanın en büyük ekonomilerinden biridir. Gerek kendi iç pazarı gerekse de dünya pazarı açısından birçok sektörde ABD kökenli şirketler tekelleşmiştir. Dünya devleri, daha doğrusu en zengin tekeller çoğunlukla bu ülkedendir. Önceki haftalarda New York Times’ta yayınlanan bir yazıda, ABD’nin büyüyen ekonomisi ve azalan işsizlik oranına rağmen yoksulluğun pek değişmediğine dair veriler paylaşıldı. Arada krizler yaşansa da son 40 yılda üretimin %77 oranında büyüdüğü, şirketlerin kâr üstüne kâr sağladığı ancak çalışanların saatlik ücretlerinde yalnızca %12 oranında artış olduğu belirtildi.
Görüldüğü üzere reel ücretlere yapılan zam oranları ile ekonomik büyümenin yarattığı zenginlik arasında uçurum söz konusudur. Bunun ilk nedeni özel mülkiyet düzeni sonucu bölüşümün akıl dışı şekilde gerçekleştirilmesidir. İkinci temel nedeni ise işçi ve emekçi kesimin yıllar içerisinde örgütlü mevzilerini kaybetmeleridir. Sermaye devletleri, özellikle Sovyetlerin dağılmasından sonra işçilerin sendikalaşma da dahil kazanılmış pek çok hakkına amansızca saldırdılar. Amerika’da işsizlik azalabiliyorken yoksulluğun devam edebilmesi bu sayede mümkün olabilmektedir. Dünyanın en zengin ülkesinde durum böyleyken, diğer ülkelerin, mesela daha yoksul olan ülkelerin ne halde olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek.
Uluslararası ya da yerel birçok kuruluş her sene ülkelerin açlık-yoksulluk oranlarına dair raporlar sunarlar. Fransa için yayınlanan bir raporda 9 milyon insanın yoksulluk sınırının altında yaşadığı belirtildi. Üstelik Avrupa ülkelerindeki refah seviyesinin diğer ülkelere nazaran yüksek olduğu bilinir.
Birleşmiş Milletler’e (BM) bağlı beş örgüt tarafından 2017 verileriyle “Dünyada Beslenme ve Gıda Güvenliğinin Durumu” başlıklı bir rapor açıklandı. Bu rapora göre geçen yıl dünyada 821 milyon insan yetersiz beslenmiştir. Yani her dokuz kişiden biri açlıkla karşı karşıya kalmıştır. 2017 Dünya Açlık Endeksi 119 ülkeyi kapsıyor. Açlığın en yoğun görüldüğü ülke Orta Afrika Cumhuriyeti’dir. Dünya Açlık Endeksi’ne göre bu ülkede açlık “alarm verici” düzeydedir. Çad, Liberya, Madagaskar, Sierra Leone, Sudan, Yemen ve Zambiya’da durum “çok ciddi” olarak değerlendiriliyor. Raporda Türkiye’nin de aralarında olduğu 43 ülkede açlığın “çok az” görüldüğü belirtiliyor. Türkiye 119 ülke arasında 12. sırada yer alıyor. Dünya Açlık Endeksi’nde Kuzey Amerika, Avrupa ve Avustralya değerlendirilmiyor.
Emperyalist kapitalist sistemin insanlık tarihi boyunca ortaya çıkan en vahşi sistem olduğunu ise servet-sefalet uçurumu tablosu ortaya seriyor. Geçen yılın gelir dağılımı tablosuna göre, dünyanın en zengin 8 kişisi, yoksullukla mücadele eden 3,7 milyar insanın toplam serveti kadar bir zenginliğe sahiptir. 8 insan dünyanın yarısına eşit olabilir mi? Ya da %1, %52’ye eşit midir? Matematik biliminin sınırlarını aşan bir durumdur bu. İstatistiklere göre milyarderlerin serveti 1 yılda 762 milyar dolar artmıştır. Bu rakam küresel yoksulluğu tam 7 kez bitirebilecek bir miktardır.
Artık öyle bir dünyada yaşıyoruz ki ünlü bir markanın CEO’su, Bangladeşli bir işçinin hayatı boyunca kazandığı parayı 4 günde kazanıyor. Dünyada 300 trilyon dolarlık varlık bulunduğu söyleniyor ama her 5 saniyede bir çocuk açlıktan ölüyor. Ekonomik ve siyasi krizle uğraşan Venezuela ile çatışmaların yaşandığı Yemen ve Suriye’de durum günbegün daha da ağırlaşıyor vb.
Bu arada Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz sonucunda açlık ve yoksulluk tırmanışa geçmiş bulunuyor. Açlık sınırı 1.893 TL; yoksulluk sınırı da 6.166 TL olarak açıklandı. Yoksulların sayısı geçen sene 16 milyon olarak açıklanmıştı, gelinen yerde daha da arttığı söylenebilir. Kapitalistlerin ekonomik krizle baş etme yöntemi her zamanki gibi faturayı işçi ve emekçilere ödetmektir. Kısacası kapitalizmde kâr özel, zarar ise kamusaldır.
Yukarıda saydığımız verilerle günümüz dünyasında insanlık felâketi yaşandığı ortadadır. 2015 yılında BM açlık sorununu “Dünyanın çözülebilir en büyük sorunu” olarak tanımlamış ve 2030 yılına kadar bu sorunu ortadan kaldırmaya yönelik hedef koymuştu. Ancak paylaşılan veriler son üç yıla ait ve atılması hedeflenen adımların sadece sözden ibaret olduğunu gösteriyor. Zaten BM bu sorunun sebebini yalnızca iklim değişikliklerine bağlıyor. Arada bir, yaşanan savaşlara da değinmekle yetiniyor. Zaten emperyalist bir kuruluş olan BM’den gerçek bir çözüm beklemek ahmaklık olurdu.
İnsanlık teknik olarak inanılmaz gelişmişlik düzeyine erişmiştir. Öyle ki makineleşme sayesinde, dünyada yapılan işlerin %80’i tam otomasyon ile yapılabilir. Ya da dünya kaynakları insanların ve tüm gezegenin ihtiyaçlarına göre kullanılıp, daha gelişmiş bir uygarlığa erişilebilir. Bu bir hayal değil, mevcut teknoloji ile mümkün bir hedeftir. Ancak birinci engel kapitalist üretim ilişkileridir. Kapitalizmin yarattığı sonuçlar sebebiyle milyarlarca insan enerji ve zamanlarını yoksulluk ile mücadele etmek ve hayatta kalmaya harcamaktadırlar. Muazzam ölçülerde insan zekâsı, beyin yaratıcılığı, yetenek ve çaba israf edilmektedir. 8 insanın kazancı/kârı için milyonlar açlık çekmektedir.
İnsanlığın başına gelmiş en mantık dışı sistem olan özel mülkiyet düzenini parçalamadıkça ne açlığa, ne yoksulluğa ne de işsizliğe gerçek bir çözüm bulabiliriz. İlk elden üretim araçlarının kapitalist özel mülkiyeti parçalanmalı, sınıflar ortadan kalkmalıdır. İnsanlığın gelişimi için zorunlu olan budur.
U. Aze