“Heyecan; yoksul halkı ve köleleri ayaklandırmıştı. Bir gün evvel, açlık ve kin duygularının zincirden boşanmış gibi ortaya döktüğü o aşağılık güdüler, unutulmuştu artık. Ellerinde sancaklar sallıyor, mızrakları birbirine vuruyorlardı. Hele köleler, şehir meclisi kendilerine silah dağıttığından onları da böylece geçici olarak kılıç taşımaya layık özgür vatandaşlar mertebesine yükselttikten sonra, sevinçlerini zapt edemez olmuşlardı. Geçiciydi bu yükseliş, meclis onları yükselttiği gibi alçaltabilirdi de; olsun, yine memnundular.”
Köleler ve yoksul halkın binlerce yıl önce yaşadıkları insanlık dışı yaşamı ve bunun karşısında isyanı seçenler, Arthur Koestler’in Spartaküs adlı romanında arı bir dille anlatılıyor. Macar asıllı yazar o günün toplumunu analiz ederek ekonomik, sosyal, felsefi yorumları ile kitabına başka bir zenginlik katmış. Tarihe ışık tutmak için en sıradan yaşlıları, çobanları, köylüleri kitabında bilgece konuşturmuş.
Özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla ezenle ezilenlerin mücadelesi de başlamış oluyor. O dönemde, Güney İtalya’da köleler ve gladyatörler çok ağır çalışma ve yaşam koşulları içindeler. Köleler, sahipleri için her türlü işi yaparken, yine köle olan gladyatörler savaş için hazırlanıyor. Şehirlerin en büyük eğlencesi olan gladyatör savaşları için yetiştiriliyorlar. O zamanlar zulüm ve zorbalık öyle boyutlardadır ki gladyatörler ya birbirleriyle ya da aç yabani hayvanlarla dövüştürülüyor. Sonuçta gladyatör ölüyor. İnsanlar eğleniyorlar.
Yazar o dönemin vahşetini ve devlet yönetiminin entrikalarını bütün yalınlığı ile ortaya koymuş. Sadece onunla da kalmamış aynı zamanda sınıflı toplumların uzlaşmaz çelişkisini de anlatmış. Burada geçen olaylar, tarihin ilk köleci toplumunun yansımalarıdır. Örneğin köleler şehir meclisi tarafından öteki kölelere karşı silahlandırılıyorlar. Şehir şehir ilerleyerek köleleri özgürleştiren Spartaküs’ün ordusuna karşı da şehri korumak için silahlandırılıyorlar. O dönemde Roma mahkemelerinde avukatlık yapmış, daha sonra Spartaküs’e katılmış bir kişi, “Uzun bir süre karanlıkta kaldıktan sonra ışığa çıkanlar öylesine kör oluyorlar ki… İşte bunun için köleleri de silahtan arındırmanın en emin yolunun, bunların eline silah vermek olduğu anlaşılıyor” diyerek köleleri kendi çıkarları için kullanmanın yollarını aradıklarını belirtiyor.
O tarihte Spartaküs’ün orduları Roma’nın peş peşe gönderdiği orduları yeniyor. Ancak üçüncüsünde diğer şehirlerden katılım azalıyor, yağmacı gruplarla düzenli bir topluluk kurmak isteyenler arasında anlaşmazlıklar çıkıyor ve ayrılıyorlar. Spartaküs’ün ordusu kuşatılıyor. Bütün güçlerini ortaya koyuyorlar. Az sayıda aç ve bitkin düşmüş ordu kahramanca çarpışıyor. Kuşatma anında gemilerle Girit Adası’na kadın ve yaşlıları göndermek istiyorlar. Ancak parayı önceden alan korsan kaptan kaçıp gidiyor.
O zaman da Spartaküs ve isyancı köleler bir kırmızı bayrak asıyorlar çadırlarının üstüne. O firar edip ordular kuran gladyatör ve sırtından kırbaç eksik olmayan kölelerin öfkesi öyle büyük ki güçlü şehir ordularına karşı özgürlük savaşı veriyorlar. Ne var ki yenilgi iç anlaşmazlıklarla geliyor. Ve nihayet trajik son geliyor. Yüzlerce köle savaşta katlediliyor, kalanlar çarmıha geriliyor.
Ama Spartaküs ismi hala yaşıyor. Önemli olan cüret etmek. Zulmün olduğu yerde isyanın meşruluğu, ezilenler adına bizlere şanlı bir tarih sayfası bırakıyor.
Nasıl ki o günlerde olaylar kendi kahramanlarını çıkarıyorsa bugün de böyle. Dönemin kölelerini ayaklandıran öncü Sparkatüs’ümüz tarih sahnesinde yerini aldı.
Tarih ezilenlerin ezenlerle savaşımının tarihi ve bizlere onlarca deneyim bırakıyor. Spartaküs sadece yazılara değil aynı zamanda pek çok filme de konu olmuş. Derslerle dolu bu kitabı okumanızı ve filmlerini izlemenizi tavsiye ediyorum.
Ümraniye’den bir işçi