Seçimlerde karşımızda Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı vardı. Sermayeyi temsil eden bu iki ittifak birbirine karşı gibi görünse de önemli konularda tutumları ortaklaşıyordu. Aynı renklerin farklı tonları ile oluşturulmuş iki tane partiler yelpazesi. Hele ki seçimin birinci turu ile ikinci turu arasında hangisi daha ırkçı hangisi daha dinci karıştırır oldu toplum. Geçtiğimiz günlerde Sezgin Tanrıkulu’nun ifadeleri üzerine başlatılan gerilimli tartışmalar da gösterdi ki, “hangi parti hangisinden daha linççi” anlamak ne mümkün! Sezgin Tanrıkulu’nun partisi CHP’de dahil!
Neydi Sezgin Tanrıkulu’nun hedefe çakılmasına, hakkında soruşturma açılmasına gerekçe sayılan cümleler?
Tanrıkulu televizyonda telefon bağlantısı ile katıldığı bir programda şu ifadeleri kullandı:
“Bu ordu değil mi 15 Temmuz’da darbe girişimi yapan, köyleri yakan... Benim takip ettiğim davalar var. 15 köylüyü helikopterden atan TSK değil mi? AİHM kararıyla sabit hale gelen... Biz eleştirel yaklaşırız. Soru sorarız, doğru olup olmadığını sorarız, TSK üzerinden bu tür şaibelerin kalkması amacıyla bunu sorarız. 40 yılda her şeyi doğru yapsaydı Türkiye bu durumda olmazdı. AİHM kararı orada, 15 tane köylü, kim attı? Bu kadar köyü kim yaktı? Daha yeni Roboski-Uludere oldu... Sizler de eleştirel yaklaşamadığınız için Türkiye bu noktaya geldi.”
Tanrıkulu bir avukat ve CHP Diyarbakır milletvekili. Soru sorması, yaşananlardan bahsetmesi, suçluları işaret etmesi doğal, tabir uygunsa “sıradan” bir tutumdur. Fakat, Saray beslemesi trollerin başlattığı linç kampanyası hızla yayıldı. “Rakip” ittifaklar, trollerin peşinden giderek yine aynı noktada buluştu.
İyi Parti ırkçı/şoven zihniyetine uygun bir refleks vererek AKP-MHP iktidarının saldırganlığıyla yarışa girdi. CHP’nin bazı şefleri de dinci-ırkçılarla aynı telden çalmaya başladılar. Tanrıkulu’nu partiden aforoz etmek isteyenler de oldu. Sermaye partilerinin kokuşmuş düzen ya da kurumları mevzu bahis olduğunda nasıl da “tek yürek, tek bilek” olduklarını bu örnekle de görmüş olduk. Mecliste her gün birbirlerine sözde “atıp-tutarken”; emekçilerin hakkını gasp etmek için bir yasa hazırlandığında, kendi maaşlarına zam söz konusu olduğunda, sınır ötesi operasyon yapılmak istendiğinde nasıl da ortak kararlar verebildiklerine yüzlerce kez tanık olduk.
TSK suç işlediğinde herhangi birinden ses çıkmaz, “ne oluyor” diye hiçbiri başını bile kaldırmaz. Ama bazı gerçekler dile getirilince “ordunun imajı bozulacak” diye hop oturup hop kalktılar; hep birlikte dikildiler Tanrıkulu’nun karşısına. Birkez daha ortaklaştılar, aynı safta yer aldılar. Birkez daha aralarındaki farkın nüanstan ibaret olduğu görüldü. İnsanlığa karşı suçların işlenmesine itiraz etmeyenler, yapılanların üstündeki tül perdesi kalkınca diş gösterme yarışına girdiler.
Birkez daha görüldü ki, “milletin iradesini” temsil ettiği safsatasıyla sunulan bu zevatın “demokratlığı”, gerçeklerin duvarına toslayınca buharlaşıyor…