Bağımsız Milletvekili Ahmet Şık, Van’da askerlerce helikopterden atılan Osman Şiban ve Servet Turgut’la ilgili rapor hazırladı.
Ahmet Şık’ın bugün Meclis’te basın açıklamasıyla paylaştığı rapora göre, Şık ve Demir, 22-23 Ekim’de, Sürik (Yoğurtlu) Mezrası’nda gözaltı işleminin gerçekleştiği yerde keşif ve incelemelerde bulunarak tanıklarla ve mağdur avukatlarıyla görüştü. 27 Ekim’de o günlerde komada olan Osman Şiban’la ve olayla ilgili tanıklığı bulunan kişilerle de görüşmeler gerçekleştirildi.
Vali ve savcı görüşme taleplerini reddetti
Raporda ekibin Van Valisi, İl Jandarma Alay Komutanı, Van Cumhuriyet Başsavcısı ve soruşturmayı üstlenen Savcı ile görüşme taleplerinin ise taraflarca kabul edilmediği ifade edildi. Van Valisi Emin Bilmez, Van Cumhuriyet Başsavcısı Oğuzhan Dönmez, Van Cumhuriyet Savcısı İsmail Köker ve Van İl Jandarma Komutanı Tuğgeneral Yüksel Yiğit’in, Ahmet Şık’a ‘program yoğunluğu’ nedeniyle randevu vermedikleri kaydedildi.
Raporda iki kişinin operasyona çıkan askerler tarafından, Van'ın Çatak ve Şırnak’ın Beytüşşebap sınırları arasında kalan Çığlıca köyüne bağlı Sürik (Yoğurtlu) mezrasında üç PKK’li ve üç askerin öldüğü 10 Eylül tarihli çatışmadan sonra, 11 Eylül günü yapılan tarama faaliyetleri sırasında gözaltına alındığı belirtildi. Olay günü çocuklar dahil köyde 13 kişinin bulunduğu aktarıldı.
Köylülerin tanıklıklarına göre, bahsi geçen günde bölgede çok sayıda helikopter görüldü. Öğlene doğru Osman Şiban’ın evinin arka kısmına bir helikopterin iniş yaptığını ve içinden silah ve teçhizatlı olarak donanmış, kamuflaj kıyafetleri içinden 20 kadar askeri indirdikten sonra yeniden havalandığını anlatan köylüler, raporda yer alan ifadelere göre yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Herkesi toplayıp diz çöktürdüler”
“Herkesi köyün açıklık alanında toplayıp diz çöktürdüler. Kimlik kontrolü yaparlarken bize, ‘Buraya teröristler geliyor mu?’ ‘Kimler gelip gidiyor?’, ‘Siz teröristlere yardım ediyor musunuz?’ diye sordular. ‘Öfkeliyiz. Acımız var. Yüzbaşımızı şehit verdik. Acısını sizden çıkartırız’ diyerek birkaç kişiyi tokatladılar. Kendilerine başsağlığı diledik, “Siz asker bizde vatandaşız ama yüzbaşı bizim de komutanımızdır. Sizin şehidiniz bizim de şehidimizdir. Buraya gelip giden olmaz. Biz de kendi işimizde gücümüzde insanlarız” dedik. Ama hınçla davranıyorlardı.”
Osman Şiban’ın Ahmet Şık ile görüşmesi kapsamında anlatımlarına göre, yaşananlar şöyle gelişti:
“Ben zaten evin önünde, çoluk çocuğun yanındaydım. Çay içiyordum. Tam hatırlamıyorum ama akşamdı saat 4-5 gibi vardı. Baktım Servet Turgut’u getiriyorlar. İki kolunda iki asker, arkasında da silahını beline dayamış bir başka asker olduğu halde kalabalık bir grup asker geliyorlardı. Servet’in başına çuval gibi bir şey geçirmişlerdi. İçimden, ‘Vallahi bunlar gelmiş ama çok tehlikeli askerlerdir. Acaba neden böyle yaptılar?’ diye geçirdim. Korkmuştum. Bana doğru geliyorlardı. 100-150 metre benden uzaktalarken, ‘Osman Şiban kim?’ diye bağırıyorlardı. Ben de çay içiyordum dışarda. Servet’i öyle görüp de benim adımı bağırınca bardağım elimden düştü. Elimi kaldırdım ‘Osman Şiban benim’ dedim. ‘Gel lan buraya!’ dediler. Ayağa kalktım o sırada yanıma gelmişlerdi. Servet’in kafasındaki çuval benzeri şeyide çıkarmışlardı. ‘Servet Turgut, Osman Şiban bu mu?’ diye sordular. ‘Evet budur’ dedi. ‘Osman Şiban bu mu, doğruyu söyle’ diye bağırıyorlardı. Tam 3 sefer sordular üçünde de öyle söyledi. Sonra benden kimlik istedi verdim. Kimliğe baktı Servet Turgut’u göstererek bana ‘Sen bu adamı tanıyor musun?’ diye sordu. ‘Tanıyorum, Servet Turgut’tur. Zaten benim yeğenimdir nasıl tanımam’ dedim. ‘Bizimle gel’ dediler ve 4-5 asker beni yakalayıp kollarıma girdiler. Ben çoluk çocuğa ‘Korkmayın. Beni geri gönderecekler, ben geleceğim’ dedim. Bizi sardıktan sonra alıp otun (samanların) olduğu yere götürdüler.”
Osman Şiban askerlerin neden adını sorarak kendisini gözaltına aldıklarına dair soruya da şu yanıtı verdi:
“Çatışmaların yaşandığı yerlerin yakınında koçerler vardı. Koçerlere sormuşlar ‘Siz nereden geldiniz, kim sizi getirmiş buraya?’ diye. Koçer de “Bu yaylayı Osman bana verdi’ demiş. Adımı oradan öğrenmişler. Ben köy sahibiyim, ev sahibiyim. Buralar dedemin yeridir. Ben öyle saygısız da gitmem oraya. Tapuları da hepsi bizim cebimizde. Koçerler, ‘Ben bu yaylayı Osman’dan kiraladım, parasını da Osman’a verdim. İzinsiz buraya gelmedim, yayla Osman’ındır’ diyorlar. Koçerler öyle diyor askere. Benim ismimi veriyor orda. Asker de ‘Osman nerede?’, deyince bizim köyü söylüyorlar. Asker iki parça oluyor. Biri, bir dere var, derin bir dere, o dereden geçiyor, biri de ta bizim köye geliyor. Bizim köyün yukarda o tepeye geliyor Servet’i görüyor. Servet saman doldurmuş çuval dikiyor, elinde sujin var, biz sujin diyoruz, çuvaldız. Ağzını dikiyor. Onun yanına geliyor, ne yapıyor, ne ediyor bilmiyorum, dövüyor ne yapıyor, ondan sonra diyor ki ‘Gel Osman’ı bana göster’. Servet’i alıyor köye getiriyor.”
Raporda, bu sırada yaşananlara şahit olan diğer köy sakinlerinden birkaçının askerlerin arkasından akrabalarını takip etmeye başladığı, yaklaşık 300 metre kadar sonra askerlerin tehdit edip takipten vazgeçmeleri yönündeki uyarısı üzerine köyün hemen çıkışında bulunan ve saman yapılan alana Google Earth programına göre köye kuş uçuşu yaklaşık 400 metre mesafede bulunan bir tepelik alana çıkarak, olan biteni oradan izlemeye başladıkları belirtildi. Askerlerin, Servet Turgut ve Osman Şiban’ı alarak saman çuvallanan alanda bekleyen diğer askerlerin yanına götürdükleri zaman, köy sakinlerinin “Bir ateş, bir duman yaktılar” beyanlarından anlaşıldığı kadarıyla, askerlerin tahliye için helikopter çağırmak amacıyla bir işaret fişeği çakarak beklemeye başladıkları kaydedilerek, köylülerin bu sırada Servet Turgut ve Osman Şiban’ın darp edildiğini gördüklerini söyledikleri de raporda yer aldı.
Raporda “Servet Turgut ve Osman Şiban’ı alarak havalanan helikopterin, Google Earth programına göre köye kuş uçuşu yaklaşık 90 km mesafede olan Van İl Jandarma Alay Komutanlığı’na doğru uçuşa geçtiği düşünülmektedir” denilerek, Osman Şiban’ın helikopterdeki anlara ilişkin sözleri şöyle aktarıldı:
“Yüzüme vuruyordu hep”
“Bizi otun oraya götürdüler. Sonra baktım bir helikopter geldi oraya indi. Bizi döverek helikoptere bindirdiler. Birkaç asker de bizimle bindi ama çoğu aşağıda otun orada kaldı. Helikopterde, tam hatırlamıyorum ama 20 kadar asker vardı. Ne köyden alırken ne de helikopterin içinde bizi suçlayan hiçbir şey söylemediler. Ben öyle bakıyordum askere benim yüzüme yumruğu yapıştırdı. ‘Bakmak yasak, konuşmak yasak, sağa sola bakmak yasak’ diyerek bana vuruyordu. Yüzüme vuruyordu hep. Servet’e de vuruyorlardı. Helikopterin içinde kaç tane yumruk ağzıma vurdular. Helikopterin içinde iki tane cenaze vardı, örgüt mensuplarıymış. Böyle poşet gibi bir çuvalın (Ceset torbası) içine torbalamışlardı. Birini açıp başını çıkarttılar, yüzünü gösterdiler ölenin. Bana ‘Sen bunu tanıyorsun’ dediler. Ben tanımıyorum, ne bileyim kimdir dedim. Beni yine dövmeye başladılar. Hatta öyle dövdü ki, başımı o poşetin üstüne düşürdü. Telsizden mi ne konuşmalar yapıyorlardı. Birbirleriyle konuşuyorlardı. ‘Van’ın kışlasına getirin’ gibi şeyler söylediklerini duydum. Kışla mı diyordu, öyle bir şey. Telsizin sesi vardı ‘Kışlaya getirin’ diye. Helikopterin içinde Servet’le konuşma monuşma hiçbir şey yok. Olmadı. Servet’e de bir kez yumruk attıklarını görebildim. Sonra başımız eğik göremedim ama helikopter içinde bizi çok dövdüler. Bir askerin, komutan mı bilmiyorum Servet’i kastederek ‘Bu ihtiyarı dövmeyin, bu ihtiyar ölecek’ dediğini duydum.”
“Şiban’ın anlattıklarına göre helikopterden itilerek aşağı atılana kadar görmedikleri 100-150 civarındaki askerin arasına düştükleri anda, Servet Turgut’u öldüren kendisini ise komaya sokan linç başlamıştır” ifadelerinin kullanıldığı raporda, yine Şiban’ın ağzından aktarılarak olaya ilişkin şu bilgiler verildi:
“100-150 asker üzerimize çullandı”
“Helikopter indi. İçindeki askerlerin de hepsi inmiş. Ben de böyle sağa sola baktım. Bizi daha indirmemişlerdi. Helikopterin içinden görünüyor. Baktım dışarıya çok asker var. Belki 100-150 tane asker var. Kuşatmış asker, hazır durumda bekliyordu. Silahı da var üstlerinde. Birisi, ‘O teröristleri indirin aşağıya’ dedi. Baktım, iki asker yukarı geldi. Önce cenazeleri attılar. Sonra bizi de attılar. Helikopterin kapısının ağzından arkamızdan aşağıya itildik. Servet’le betonun üzerine düştük. Servet’i de attılar, o da benim yanımda. Attılar. Hani yere attılar, biz de yere düştük. Biz öylece yerdeydik. Birini duydum, dedi ki ‘Ya bu terörist sağdır’, öyle duydum. Sonra o gördüğüm 100-150 asker üzerimize çullandılar. Tekmeler, yumruklar… Vallahi bizi yere sürdüler. Her birimizin başında 10 kişi, 20 kişi. 10 kişi bir kişinin üstüne geçiyordu, hepsi bize yetişip dövüyordu bizi. Bize ne yaptılar bilmiyorum. Bana ne yaptılar bilmiyorum. Yere attılar, oradan sonra başıma geçtiler. Ezdiler başımdan. Helikopterin içinde de orada da dövdüler bizi. Dayak atarlarken ‘Teröristler’ diyorlardı bize. Biz köylüyüzdür, vatandaşız. Bize de terörist diyorlar. Artık ne kadar geçti bilmiyorum. Yerdeyken başımın üstünden geçti, ne yaptılar ne ettiler ben hatırlamıyorum. Orada ben bayılmışım. Nasıl hastaneye getirdi hiç hatırlamıyorum. Gözümü açtım baktım yanımda biri var, avukat. Ben çok korkuyordum. Ağlamaya başladım. Polisler de vardı çok. ‘Beni askere teslim etme, beni öldürecekler’ dedim. Dedi ki bana ‘Korkma. Ben buradayım. Akrabaların burada. Seni dövemezler artık’. Ben öyle hatırlıyorum başka hiçbir şey yok. Bana bunları yaptılar.”
Raporda, Osman Şiban’ın hastanede kendine geldiği sırada, yanında gördüğü avukatın aynı zamanda halasının kızı olan Jinda Koçak olduğu kaydedildi. Raporda, Avukat Koçak’ın hastanede yaşananlara ilişkin aktarımı şöyle:
“Osman Şiban benim dayımın oğlu olur. Kendisine dayı derim zaten. Beni gördüğü anda ağlamaya başladı. ‘Beni tanıdın mı?’ dedim. ‘Evet’ dedi. Sürekli ağlıyor, hafızası gidip geliyordu. Ağlayarak, ‘3 aydır buradayım, neden beni sahipsiz bıraktınız? Neden bana sahip çıkmadınız?’ dedi. ‘Korkma. Hepimiz buradayız, sahipsiz değilsin. Akrabaların dışarıda, avukatların burada. Sahipsiz değilsin. Sana bir şey yapamazlar’ dedim. Çocuk gibi ağlıyordu. ‘Dayı sana ne oldu?’ diye sordum. ‘Başıma gelmeyen kalmadı. Beni aldılar. Onlarca, onlarca jandarma, asker bana vurdular. Dövdüler. Çok vurdular, çok vurdular, çok vurdular...’ dedi. Sürekli ‘Çok vurdular’ diye tekrarlıyordu. Kendisine, ‘Dayı sizi helikopterden mi attılar?’ diye sordum. Yine ağlamaya başladı, ‘Ben evet dersem daha başka şeyler çıkacak. Yine kötü şeyleri yaşatacaklar’ diyordu. Hastane odasının içinde, etrafımızda çok sayıda polis vardı. Dayım onlardan da korkmuştu. ‘Beni buradan kurtar. Beni bunların elinden al götür’ diyordu. İkimiz de ağlıyorduk. Polislerden çıkmalarını istedim. ‘Çıkın da en azından gözyaşımızı rahat dökelim’ dedim. Çıkmadılar. Herhangi bir gözaltı kararı olmadığı için odada bulunamayacaklarını söyledim. Emir aldıklarını çıkmayacaklarını söylediler. Tartışma sonunda amirleri savcıyı aradı ve talimat aldı ondan sonra çıktılar odadan. Polisler çıkınca da dayım ağlayarak aynı şeyleri anlattı. Sürekli ‘Bizi dövdüler. Çok dövdüler. Onlarca jandarma hepsi bizi dövdü’ diyordu. Ağlayarak ailesini, çocuklarını görmek istediğini söyledi. Eşi Medine Şiban’ı da polislerle tartışıp, savcı izniyle odaya alabildik. Sürekli ağlıyordu ben de başka bir şey soramadım.”
“HDP heyetinden önce polisler geldi”
Osman Şiban’ın hastaneden taburcu edildikten sonra bir akrabasının evine götürüldüğünün dile getirildiği raporda, ertesi gün HDP yöneticilerden oluşan bir heyetin 22 Eylül’de Şiban’ı ziyaret edeceğinin akrabalarına iletildiği ancak 22 Eylül günü ailenin, HDP heyetinden önce polisleri evin kapısında bulduğu; sabah 5 sıralarında yapılan ev baskınında Şiban’ın yeniden hastaneye götürüldüğü ifade edildi. Polislerin “bazı tıbbi eksiklerin giderilmesi için savcılık talimatı olduğunu” söylemesine rağmen Şiban’ın, kendisine refakat eden akrabalarıyla birlikte taburcu edildiği Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi yerine askeri hastaneye götürüldüğü vurgulandı. Rapora göre akşam geç saatlere kadar hastanede tutulan Şiban, ambulansla yaşadığı Mersin’e götürülmesi şartıyla bir kez daha taburcu edildi.
Servet Turgut'un otopsisi
Raporda 30 Eylül 2020 tarihinde, 20 gün komada kaldıktan sonra ölen Servet Turgut’un cenazesinin otopsi yapılmak üzere Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi yerleşkesinde bulunan Adli Tıp Şube Müdürlüğü’ne götürüldüğü belirterek şu ifadeler kullanıldı:
“Cenazeyi görenlerin anlatımlarına göre Servet TURGUT’un tüm vücudu ezilmiş ve sanki tüm kemikleri kırılmış gibidir. Vücudunda çok sayıda morluk vardır. El parmakları kırılmış halde ve öndeki dişleri yoktur. Cenazeyi gören bir tanığın ifadesine göre: ‘Sanki üzerine bir kamyon hafriyat dökülmüş gibi ezilmişti.’ Servet Turgut’un otopsisi sırasında Adli Tıp Kurumu’nda bulunan tanıkların anlatımlarına göre dışarıda yaşananlar şöyledir: 1. Tanık: Bizim içeriye girmemize izin vermemişlerdi. O sırada savcı içeriden çıkıyordu. İçimizde hocalık yapmış olan vardı, savcıya ‘Cenazemizi o yıkasın’ dedik ama izin vermediler. Adli Tıp’ın karşısında ufak bir gölgelik alanda savcı bey ile biraz konuştuk, sigara içiyorduk. Savcı orada bekleyenleri gösterip, ‘Bu Kolordu Komutanı’dır, Tuğgeneraldir’ dedi. İki tane albay varmış ama hep sivil elbiseler giymişlerdi. 2. Tanık: Otopsi sırasında görevi gereği soruşturmayı yürüten Savcı İsmail Köker vardı. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’ndan bir bağımsız hekim ve bir de avukat otopsiye nezaret etti. İlginç olan otopsi yapıldığı sırada, o 3-4 saat boyunca Adli Tıp Kurumu’nun önünde sivil kıyafetli olarak Van Asayiş Kolordu Komutanı Tümgeneral Hüseyin Kurtoğlu ve Van İl Jandarma Komutanı Tuğgeneral Yüksel Yiğit’in de bulunmasıydı. Gördüğüm kadarıyla bir de binbaşı rütbeli asker vardı."
Bulgular ve Soylu'nun iddiası
“17 Eylül 2020’de MA muhabiri Cemil Uğur’un, Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tedavi altına alınan ve “İsimsiz hasta” diye kayıt açılan Servet Turgut’la ilgili düzenlenen darp raporunda, “yüksekten düşme” bulgusuna yer verildiğini haberleştirmiştir” denilen raporda, Osman Şiban’la ilgili Özel Lokman Hekim Hastanesi ile Van Eğitim ve araştırma Hastanesi’nde düzenlenen epikriz raporlarda da “darp” ve “yüksekten düşme” bulgularına yer verildiği bilgisi yer aldı.
Bununla birlikte İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun helikopter kapılarının havada açılmayacağını iddia eden beyanlarının, Anadolu Ajansı’nın servis ettiği bazı haber görüntüleriyle çeliştiği, bu görüntülerde helikopter kapılarının havadayken açık olduğu vurgulandı.
'Atılma-düşme' iddiasının kaynağı faillerin beyanı
Raporda, Osman Şiban’ı hastaneye getiren sivil jandarmaların tıbbi müdahale sırasında görevli personel ve çevrede bulunanlara “Bunlar terörist. Çatışmada aldık ama getirirlerken helikopterden atlayarak kaçmaya çalıştılar” şeklinde konuşmalar yaptıklarının tanıklar tarafından anlatıldığı belirtilerek, “Helikopterden atlama/atılma/düşme” iddialarının kaynağının bizzat failler olduğunu söylemek mümkün olacaktır” tespitine yer verildi. Rapor, şu tespitlerle son buldu:
“Askerlerin ağır yaralanmayla sonuçlanan bu dayak/linç işkencesine açıklama yapılamayacağını düşünmüş olma ihtimallerinden hareketle, hastane personeli ve çevrede bulunanlara sarf ettiklerinin değerlendirildiği bu sözler, yakınlarını hastanede koma halinde bulan ailelerce de duyulmuş ve aile durumu HDP Milletvekili Murat Sarısaç, avukatlar ve gazetecilere aktarmıştır.
Olaya ilişkin kamuoyu kanaatini şekillendiren, muhalefetin, hak savunucuları ve medyanın da sahiplendiği ‘helikopterden atıldılar’ bulgusu, aslında faillerin suçlarını gizleme telaşıyla ortaya attıkları ‘resmi yalanın’ biçim değiştirmesinden ibaret görünmektedir.
‘Helikopterden atladılar’ şeklindeki beyan, kayıtlara ‘yüksekten düşme’ ve bu dolayımla ‘helikopterden düşme’ şeklinde girmiştir. Bir yurttaşın ölümüne bir diğerinin de ağır şekilde yaralanması suçunun failleri olan askerler nezdinde ‘helikopterden atlamış’ olan köylülerin yaşadığı işkence/linç, aileler ve peşi sıra Türkiye kamuoyu nezdinde ‘helikopterden atıldılar’ şeklinde yerleşmiş görünmektedir.
“İşkence gölgede kaldı”
Yani faillerin yalanı, müdafilerin gerçeğine dönüşmüş, olayın aslını oluşturan kitlesel bir dayak ve linç işkencesi gölgede kalmış demek yanlış olmayacaktır. İşkenceden sağ kurtulabilen Osman Şiban’ın, yere inen helikopterden askerler tarafından arkalarından itilerek beton zemine düşürülmelerini, yaşadığı ağır travmaya da bağlı olarak ‘Atıldık’ diye ifade etmesinin de bu iddianın yaygınlaşmasında rol oynadığını söylemek mümkündür. Şiban’ın anlattıklarına bakıldığında helikopterden atılma olayının, işkence ve kitlesel dayak ile geçen birçok saatin sadece bir detayı olduğu, Turgut’u öldüren ve Şiban’ı ağır yaralayan olayın esasen ağır işkence ve kitlesel dayak olduğu anlaşılmaktadır.”
Kaynak: BirGün