Türk devletinin özellikle Ortadoğu’da emperyalizmin vurucu gücü olarak hareket etmesi, onun değişmeyen davranış çizgisidir. Bu, dinsel gericiliğin odağı olan AKP iktidarı altında en saldırgan biçimini almıştır. Bir Amerika projesi olarak iktidara gelen ve elde ettiği bugünkü konumunu özellikle ABD emperyalizmine borçlu olan AKP iktidarı, emperyalizm hesabına taşeronluk yapmaya hazır olduğunu sayısız gelişme üzerinden pratikte göstermiştir
Emperyalistler arası hegemonya mücadelesinin şiddetlendiği ve bunun ön cephesinin Ortadoğu olduğu bugünün koşullarında, işbirlikçi Türk devleti emperyalizmin hizmetinde yeni roller üstlenmiştir ve üstlenmektedir. Libya ve Suriye’de emperyalist plan ve politikaların doğrultusunda bölge halklarına karşı her türlü kirli ve kanlı girişimlerde bulunarak, siyasal ve ekonomik çıkar peşinde de koşmaktadır. “Büyük bölge gücü” olma iddiasıyla yayılmacı emeller beslemekte, komşu ülkelerin yerle bir edilmesinde kudurganca davranmaktadır.
Fakat gelinen yerde “yeni Osmanlıcılık” hevesleri kursağında kalmış, izlediği politikalar iflas etmiş, sinsi planları boşa çıkmıştır. Emperyalistler arasındaki çelişkilerden yararlanmak adına ABD ve Rusya’ya büyük rüşvetler eşliğinde dalkavukluklar yaparak, utançların en rezilini yaşamaktadır. Suudi Arabistan ve Katar ile birlikte Suriye’deki savaşta taşeronluk rolü üstlenen AKP iktidarı, büyük hayallerle emperyalizme ve siyonizme uşaklığının ödülünü alacağını umsa da, sonuç gözler önündedir.
Suriye’de batağa saplanmış bulunan AKP, bölge politikasını Kürt sorunu üzerinden şekillendirmek yolunu tuttukça daha da batıyor. Bu konuda da ABD ve Rusya’nın kapılarını aşındırıyor ve bu iki gücün önünde diz çökmek zorunda kalıyor. Zira büyük emperyalist güçlerin karşı karşıya gelmiş bulunduğu Ortadoğu’da, Türk sermaye devletinin kendi bağımsız iradesi ve tercihi ile herhangi bir adım atma şansı bulunmuyor. Bu nedenle onlardan birine yamanarak ve taşeronluğa soyunarak kırıntılar elde etmek ve çıkış yolu bulmak için çırpınıyor. Zaman zaman ABD ile yaşanan gerilimlere rağmen Türk devletinin yaslanacağı güç, ABD ve batı emperyalizminden başkası olamaz. Bu da onu ABD’nin Kürt politikasını gözetmek zorunda bırakıyor.
Trump’ın Suriye’den çekileceğini açıklaması ve “IŞİD’le mücadele”nin Türk devleti tarafından üstleneceğini duyurması, AKP tarafından bir imkana dönüştürülmek istendi. Çekilme kararı Erdoğan tarafından boş böbürlenmelere konu edilmiş ve ABD’yi çekilmeye kendisinin ikna ettiğini açıklamıştı. Erdoğan ve çetesi bunu bir “zafer” olarak sunarken, Rojava’ya yönelik işgalci niyetlerini tekrarlayıp duruyordu. Ama efendilerin izni olmadan bunu yapmak şansına sahip değildi, kuyruğunu kısmak durumunda kaldı.
İzleyen süreçte, “iki tarafın da kendisini rahat hissetmesini sağlayacak güvence ve protokoller yapmak” ve “güvenli bölge” oluşturmak gibi tartışma ve gerilimler, ABD’nin, Türk devletini ve Kürtleri kendi stratejik hesapları doğrultusunda aynı safta mevzilendirmek gibi gerçekleşmesi güç görünen planlar peşinde koştuğunu gösteriyor.
Bu arada, bir dizi tatsız gelişmenin “tatlı”ya bağlanması için ekonomik alan başta olmak üzere bazı adımlar atıldı. Türkiye yaşadığı sıkışmışlıktan kurtulmak için bir kez daha umudunu ABD’ye bağlamış ve ondan olumlu sinyaller almış görünüyor. Ama bunun AKP iktidarı için, özellikle izlediği Kürt politikası üzerinden, belli bedelleri olması da kaçınılmaz görünüyor.
“Türkiye-ABD ilişkilerini ticaret dengeledi”
Erdoğan ile Trump 14 Ocak’ta bir telefon görüşmesi yaptılar. İkili ilişkiler ile Suriye’deki gelişmelerin yanı sıra ekonomik ilişkilerin de değerlendirildiği ve bunun ileri düzeye yükseltilmesi hususunda anlaşma sağlandığı açıklandı. Trump Twitter hesabından, “ABD ile Türkiye arasındaki ekonomik gelişme hakkında konuştuk. Burada gerçekten genişleme için büyük bir potansiyel var” açıklamasıyla bunu doğruladı.
Bu gelişmelerden hareketle, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) ve Türkiye-ABD İş Konseyi (TAİK) Başkanı Mehmet Ali Yalçındağ, 2019 yılında Türk-Amerikan ilişkilerinde siyasi ve ekonomik olarak hızlı ve umutlu bir başlangıç yapıldığını dile getirdi.
Erdoğan’ın öngördüğü “ABD ile 75 milyar dolarlık ticaret hacmi” hedefini hatırlatan Yalçındağ, bu potansiyelin gerçekleşmesi için “tek tek şirketlerimize ve TAİK gibi kuruluşlara büyük sorumluluk düşüyor” dedi. Türkiye’nin güvenli bir yatırım merkezi olduğunu, ABD’li firmaların 2019’da Türkiye’de ciddi yatırımlarda bulunacağını ve Türkiye’nin ABD’ye ihracatının artacağını iddia etti. Türkiye ve ABD arasındaki ticari ilişkilerin, yaşanan gerilimlere rağmen istikrarlı bir seyir izlediği de ileri sürülüyor.
ABD Ticaret Odası ABD-Türkiye İş Konseyi İcra Direktörü Jennifer Miel de, ABD ile Türkiye arasındaki ticaretin, ikili ilişkilerde dengeleyici bir güç olmaya devam ettiğini dile getirdi. Türkiye’nin 1,5 trilyon dolarlık F-35 programının bir tedarikçisi olduğunu söyleyen Miel, “ABD Ticaret Odası ABD-Türkiye İş Konseyi, Türk yetkililerle bir araya gelmek ve tarım, dijital ekonomi, finans, sağlık ve kadınların işgücüne katılımı alanlarında ikili iş birliklerini ilerletmek için Şubat’ta Ankara’ya üst düzey bir iş heyetiyle gelecek” bilgisini verdi.
2019’da ekonomik ilişkilerde gelişme beklenen bir öteki ülke Rusya’dır. Rus uzmanlar, Rusya ve Türkiye için karşılıklı kültür ve turizm yılı olarak belirlenen 2019’un, iki ülke arasındaki ilişkilerin güçlenmesine katkı sağlayacağını belirttiler. Rusya Bilimler Akademisi uzmanlarından Farhad İbragimov, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin yeni bir gelişim etabına gireceğini, tüm alanlarda büyük başarılar ve ilerlemeler olacağını söyledi. 2019 Ekim’ine doğru Ankara’ya S-400’lerin sevk edilmesinin beklendiğini belirten İbragimov, provokasyonların da olabileceğine, birçok “üçüncü ülke”nin Rus-Türk ilişkilerinin gelişim yoğunluğunu düşürmeye yönelik çaba harcadıklarına işaret etti.
Enerji alanının her iki tarafa da umut verdiğini söyleyen Rus yetkililer, Türkiye’den Rus pazarına tarım ürünlerinin akışının giderek artmasının zaman meselesi olduğunu, süt ve et ürünleri sevkiyatında da artış beklediklerini ifade ettiler.
Rusya’dan Türkiye’ye ihracatın 17 milyar 823 milyon dolara ulaştığı açıklandı. Türkiye’den Rusya’ya ithalat ise yalnızca 3 milyar 396 milyon doları bulmuş durumda. Türkiye geçen yıl Rusya’dan 1.9 milyar dolarlık tarım ürünü ithal ederken, buğday ithalatı 930 milyon dolara ulaşmıştı. Geçtiğimiz günlerde, buğday, pirinç, mısır, arpa, kuru baklagil ithalatının daha fazla önünü açan cumhurbaşkanlığı kararnamesi yayınlanmıştı.
AKP iktidarı zaman zaman ABD ve Rusya ile yaşadığı gerilimleri iç politikada şovenizmi şahlandırmanın aracı olarak kullanmayı başarsa da, her defasında manevraların en rezilini sergileyerek, onlara yaltaklanmaktan geri durmuyor.
Kapalı kapılar ardında emperyalistlerle her türlü kirli ilişkiler geliştiren sermaye iktidarı, öte yandan ülkeyi emperyalizmin çok yönlü yağma ve talanına açarak, iktisadi kölelik ilişkilerini daha da derinleştiriyor.