Hazine ve Maliye Bakanlığı, sermaye devletinin içine girdiği ekonomik kriz ve TL’nin döviz karşısındaki kayıplarını telafi etmek adına kamu kurum ve kuruluşları için tasarruf paketleri hazırladı. Kamuda tasarruf tedbirleri kapsamında ise MEB bütçesinden kesintiye gidildi. “tasarruf tedbirleri” kapsamında 2 milyar TL kesilen MEB bütçesi böylece % 18 küçültüldü. Ancak özel okullara teşvik ise devam edecektir.
AKP gericiliğinin zaten sorunlu olan eğitim sistemine 16 yılda fazlasıyla yeni sorunlar eklediği biliniyor. Bu 16 yılda dinci gericiliğin ve sermayenin çıkarlarına göre yapılan düzenlemelerle ülkede eğitim alanının kalitesinde büyük düşüşler yaşanıyor. Bundadır ki Türkiye Dünya Ekonomik Forumu’nun “Eğitim Kalitesi 2018” başlığıyla yayımladığı rapora göre 137 ülke arasında 99. sırada yer almaktadır. “Büyük ve güçlü” Türkiye’de eğitim bu listeye göre Katar, Malezya, Endonezya, İran ve Pakistan gibi ülkelerin dahi gerisindedir. Bu liste doğru mesleğe yönlendirme, akademik altyapı çalışmaları ve eğitime ayrılan bütçenin genel bütçeye oranı gibi kriterlere göre hazırlanmaktadır. Eğitim konusunun, 2 milyar TL kesintiye uğrayan bütçesiyle tek adam rejimimin öncelikleri arasında olmadığı bir kez daha görülmüştür. Okuma-yazma bilmeden Kuran öğrenenlerin sayısının % 50 artması da AKP gericiliğinin önceliklerine bir başka örnektir.
Eğitimde tasarruf yapanlar, iş gericiliğin beslenmesine, savaşa, saldırganlığa, gelince kesenin ağzı sonuna kadar açmaktadır. Örneğin kısıtlı bütçeden şikâyet eden Diyanet İşleri Başkanlığı 2010 yılında 2 milyar 650 milyon 530 bin TL olan bütçesini 2017 yılında 6 milyar 867 milyon 117 bin TL’ye çıkarmıştır. Yani diyanet bütçesi 8 yılda yaklaşık 4,2 milyar TL artmıştır. Diyanetin son 6 ayda harcadığı miktar ise 4 milyar TL.’dir.
MİT ise 206 milyon TL ek harcama yaparak kendisine ayrılan bütçeyi aşmıştır. 2017’de 2 milyar 255 milyon 737 bin 591 TL harcamıştır. 2018’in ilk 7 ayında savaş ve saldırganlığa yapılan harcama 4,5 milyar liraya ulaşırken, Temmuz ayında bu çerçevede yapılan harcama ise 875 milyon lira olmuştur.
Erdoğan’a ayrılan örtülü ödenek harcaması ise 7 ayda 1 milyar 300 milyon liraya dayanmıştır. Temmuz’da bu kalemde 103 milyon lirayı aşkın harcama yapılmıştır. Örtülü ödenek 2003’ten bu yana 19 kat artırılmıştır. 16 yıllık AKP döneminde örtülü ödenek harcamaları, bütçe gelirlerinden 3 kat fazla artmıştır.
Öte yandan itibardan tasarruf yapılmamaktadır. Sermaye devleti, son 7 ayda uçak kiralamaya 110 milyon lira, temsil ve tanıtıma 84,5 milyon lira, milletvekili maaşlarına ise 120 milyon lira harcamıştır. Bilindiği gibi Erdoğan sarayın harcamalarını “itibardan tasarruf olmaz” diyerek savunmuştu. Saray harcamalarının sadece temizlik masrafı yıllık 2 milyon TL’dir.
Bir başka “itibar” konusu ise yeni bir Cumhurbaşkanlığı Köşkü’dür. Tasarruf nedeniyle Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden 2 milyar TL'lik kesinti yapılırken, Erdoğan Malazgirt Zafer Haftası etkinlikleri kapsamında konuşurken Bahçeli’nin önerisiyle “Ahlat'a bir Cumhurbaşkanlığı Köşkü yakışır” diyerek bunun müjdesini vermiştir. 10 dönüm alanda, 1071 metrekare oturma alanına sahip bir Cumhurbaşkanlığı Köşkü planlamaktadırlar.
Ekonomik savaş diyerek, “vatan, millet” nutukları ile uyguladıkları ekonomi politikalarıyla derinleştirdikleri krizdeki rollerini gizlemek isteyenler, aynı zamanda krizin yükünü işçi ve emekçilere yıkıyorlar. Hem ekonomik kriz yok deyip, “dış güçlerin oyunu” diyorlar hem de kemer sıkma politikalarına başvuruyorlar. Ancak nedense kemerleri sıkılan hep işçi ve emekçiler oluyor. Emekçiler tasarruf adına yapılan kesintiler karşısında fedakârlığa çağrılırken, artan yoksulluğu örtbas etmek için “askıda ekmek” uygulaması vb. başlatanlar iş kendilerine gelince ‘itibardan tasarruf’ dahi etmiyorlar. Sermayenin ve gericiliğin çıkarları için işçi ve emekçilerden toplanan vergilerden elde edilen bütçe gelirlerini dilediklerince yağmalamakta bir sakınca görmüyorlar.
Sömürü, soygun ve talan düzeninde işler böyle dönüyor. Sermaye sınıfı ve devlet erkânı işçi ve emekçilerin sırtından elde edilen zenginlikleri pay ederken, işçi ve emekçilerin payına sömürü ve yoksulluk düşüyor. Kriz dönemlerinde de fedakârlık yalanlarıyla, “milli birlik ve beraberlik” ruhuyla fatura yine işçi ve emekçilere havale ediliyor. İşçi ve emekçilerin ekmeklerinden, sağlıklarından, eğitim haklarından feragat etmeleri beklenmekte, itaatkâr olmaları istenmekte, bunun için de gericiliğin dozu daha da artırılmaktadır. Bu yeterli olmazsa baskı ve zor aygıtları hazırda bekletilmektedir.
Bu zorbalığı değiştirmenin tek yolu ise işçi ve emekçilerin örgütlenerek mücadeleyi büyütmesinden geçmektedir.