Sömürgeci Türk ordusunun 20 Ocak’ta El Kaide ve IŞİD artığı cihatçı sürüsüyle başlattığı işgal hareketi, 58. gününde Efrîn kent merkezinin kontrol altına alınmasıyla sonuçlandı. “Üç günde alırız” dedikleri kent, tanklarına, toplarına ve savaş uçaklarına rağmen ancak ikinci ayında ve YPG’nin geri çekilmesi sonucunda herhangi bir şehir savaşıyla karşılaşılmadan ele geçirilebildi. İşgal ordusu ve ortağı olan ÖSO çetesi, Kürt direnişçi güçlerinden ve sivil halktan arınmış boş bir kente girmiş oldular. Yakın zamanda Sur, Cizre ve Şırnak felaketlerini ve daha dün de Güney Kürdistan’ın direnmeden teslim edilişini yaşamış olan Kürt halkı için, bu sonucun burukluk yarattığı kesindir.
Efrîn Kantonu yöneticileri ve YPG sözcüleri, Efrîn’in kontrolünün TSK ve ÖSO’nun eline geçmesiyle ilgili olarak yaptıkları basın açıklamasında, “Efrîn’de daha büyük katliamların önüne geçmek için halkımızı Şehba ve Şerawa bölgelerine çektik. Türk devleti Efrîn’e bayraklarını asmış olabilir. Bizim çekilmemiz bir yenilgi değil, mücadelenin daha da büyütülmesi ve her yere yayılmasıdır. Türk devletinin işgaline karşı mücadelemiz her alanda devam edecek. Savaş yeni taktiklerle yeni bir aşamaya geçmiştir. Türk devletini topraklarımızdan söküp atana kadar her yerde mücadelemiz devam edecek” inancını dile getirdiler. PKK Yürütme Komitesi de dahil tüm Kürt kurumlarının açıklamaları da bu yöndedir. Efrîn saldırısının BM, ABD, NATO, Avrupa Birliği, Rusya, İran ve Esad yönetiminin onayı ve desteği olmadan yapılamayacağı vurgusu da Kürt kurumları tarafından yapılan açıklamaların ortak vurgusu olarak öne çıkmaktadır.
İşgal ettikleri kent merkezine Türk ve ÖSO bayrağı asan işgalcilerin ilk yaptıkları şey, Kürt halkının tarihi ve moral değerlerinin yanı sıra, direnişin ve özgürleşmenin simgesi olan Kawa’nın heykeline saldırmak oldu. Çeteler, Kürtlere ait simgeler, bayraklar ve mezarlıkların üzerinde kudurganca tepindiler. Halkın değerlerine karşı bu hoyratlığı sergileyen cihatçı çeteler, aynı kent merkezinde sivillere ve kurumlara ait olan binaları, evleri ve dükkanları da çapulculara özgü bir şekilde yağmalamaya giriştiler.
Kürt halkının kazanımlarını da yok etmeyi hedefleyen Efrîn işgali, rastlantı olarak 18 Mart Çanakkale zaferinin 103. yıldönümüne denk geldi. Erdoğan, Çanakkale zaferinin 103. yılı töreninde yaptığı konuşmada, Efrîn işgaliyle Çanakkale savaşını aynılaştırmak gibi bir cehalet örneği sergileyerek, “Çanakkale’de ne olduysa, Efrîn’de olan da odur” sözleriyle Kürt halkına kinini kustu ve “Bayrağımız orada dalgalanıyor, ÖSO bayrağı orada dalgalanıyor” kudurganlığıyla işgalci kimliğini sergiledi. Zafer naralarıyla hızını alamayan Erdoğan, “zeytin dallarını uzatacağı” yeni işgal hedeflerini de açıkladı. Şengal, Menbic, Kobanê ve Tel Abyad (Gire Spi) gibi şehirleri işgalci hedefleri arasında saydı.
Sermaye iktidarının bitmeyen Kürt kini ve halklara düşmanlığı
Türk sermaye devleti, Suriye iç savaşının başlamasıyla birlikte savaşın doğrudan tarafı oldu. Ortadoğu’daki emperyalist hegemonya ve paylaşım mücadelesinde yer kapmak ve yanı sıra efendileri tarafından verilen tetikçilik görevini yerine getirmek misyonuyla davrandı. “Şam’da Cuma namazı kılmak” gibi bir hayale de kapılarak yüz binlerce Suriyelinin katledilmesinde, milyonlarcasının yersiz yurtsuz kalmasında ve ülkenin viraneye dönmesinde dolaysız bir rol oynadı. Dış politikadaki bu barbarlığa, içeride meşruiyet ve toplumsal destek sağlamak için de neo-osmanlıcı rüzgarlar eşlik etti.
Türk sermaye devleti ve dümenindeki Erdoğan, IŞİD gibi cihatçı barbarlar sürüsüne askeri, finansal, lojistik tüm desteği vererek, Suriye’nin bu hale gelmesinin önemli aktörlerinden biri olageldi. Dış politikasını, yayılmacı emellerinin yanı sıra Kürt halkına düşmanlık ve kazanımlarının yok edilmesi üzerine oluşturan Erdoğan ve AKP’si, içeride de toplumun nefes alamayacağı ağır bir gericilik ve terör rejimini egemen kıldı. Temelsiz bir iddiadan ve boş bir böbürlenmeden ibaret olan “derin strateji” çöktü ve dış politikada içler acısı bir hezimet yaşandı. Zira Suriye rejimi dayanmakla kalmamış, Rusya ve İran’ın desteğini de alarak ve çetelere ağır darbeler de indirerek kendini toparlamıştı. Öte yandan AKP iktidarı ise boyunu aşan işlere kalkışmasıyla efendileriyle kavgalı hale gelmiş ve gözden düşmüştü. Buna karşın Kürt hareketi Erdoğan’ın dostları olan cihatçı barbarlar sürüsünü Suriye’den temizleyen, halkları bu beladan kurtaran özgürlük savaşçıları olarak tüm dünyada sempatiyle karşılanmış ve sergilediği direniş büyük yankılar yaratmış ve elbette ki Kürt halkı büyük kazanımlar elde etmişti. Özellikle de Kobanê zaferinden sonra adeta “Kürt baharı” yaşanmıştı. Erdoğan ve başında bulunduğu rejim ise IŞİD destekçisi olarak lanetlenecek duruma düşmüştü.
Erdoğan ve AKP’si için içeride ve dışarıda çok yönlü kriz derinleşmiş, 7 Haziran seçimlerindeki hüsran buna yeni boyutlar kazandırmıştı. Sonraki süreç, içeride ve dışarıda ölçüsüz ve kuralsız bir saldırganlık olarak devam etti. ABD ve Rusya ile ilişkileri ise bölgede boyundan büyük işlere yeltenmesiyle gerilmiş ve sonuçta bunlara daha da muhtaç hale gelmişti. Kürt düşmanlığı, Kürt kazanımlarının tasfiyesi ve bölgedeki çıkarlarını koruma karşılığında emperyalist güç odaklarıyla kirli pazarlıklara girişmek onun temel davranışı olmaya başladı. Bu kirli pazarlıklardaki öncelikli hedef, büyük tehdit olarak gördüğü Rojava kantonunu tasfiye etmektir.
Nitekim bir dizi pazarlığın ardından Rusya, ABD ve Batılı emperyalistlerin onayıyla Efrîn operasyonu başladı ve kentin işgal edilmesiyle sonuçlandı. Bütün bir emperyalist dünya iki ay boyunca bazı ikiyüzlü açıklamaların dışında bu barbarlığı izlemekle yetindi. Suriye rejiminin Doğu Guta’da cihatçı çetelere karşı yürüttüğü operasyonu sivil katliamı oluyor gerekçesiyle karşılayıp, dünyayı ayağa kaldırmaya çağıran emperyalist güçler, Efrîn’i görmezlikten geldiler ve Türk devletinin suç ortağı oldular.
Emperyalizmin Ortadoğu’ya müdahalesi ve halklara faturası
Milyonlarca insanın yerinden sürülmesi, toplamında milyonlarca insanın yaşamını yitirmesi ve sakatlanması, ülkelerin yakılıp yıkılması, halkların etnik, dinsel ve mezhepsel boğazlaşmalar içinde tükenmesi, halklar arası düşmanlıkların derinleşmesi, 2003’ten itibaren Ortadoğu’ya yapılan emperyalist müdahalenin bilançosu olarak karşımızda durmaktadır. Emperyalist müdahalenin öteki sonuçları ise, Ortadoğu’ya demokrasi ve refah getirecekleri iddiasıyla refah yerine büyük çaplı maddi ve insani yıkımın getirilmiş, demokrasi yerine ise her türlü acımasızlığın, hukuksuzluğun ve kuralsızlığın egemen olduğu, siyasal hak ve özgürlüklerin tırpanlandığı terör rejimlerinin yaratılmış olmasıdır.
Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’ya müdahalesinin bölge halkları için yarattığı sonuçlar gerçekten de ürkütücüdür. Bölgeye yapılan bu emperyalist müdahalenin yazık ki Kürt halkına da kazandırdığı herhangi bir şey yoktur. Kürt hareketi ne kazanmışsa kendi mücadelesiyle kazanmış, emperyalistler arası çelişkilerden yarar duyduğu her durumda ise kaybetmiştir. Daha dün Güney Kürdistan’da yaşanan acı deneyim, bugün ise Efrîn işgaliyle Rojava üzerine kirli hesaplar ve pazarlıklar, fazlasıyla aydınlatıcı ve uyarıcıdır.
Emperyalizm, her yerde olduğu gibi, Ortadoğu’da da özgürlük değil, fakat yalnızca egemenlik peşindedir. Mazlum halkların değil, ama kirli çıkarlarının derdindedir. Ortadoğu’nun bütün bir tarihi bunun tartışmasız kanıtıdır. Emperyalizmin bölgeye müdahalesinde Kürtler için imkanların doğduğunu görmek ve bundan yararlar ummak, yazık ki bugüne kadar Kürt halkına acılar yaşattı. Kısmi ve geçici bazı kazanımlar bir yana bırakılırsa, emperyalist müdahalenin Kürtler de dahil olmak üzere bölge halklarına faturası, acı, yıkım, ölüm ve nereye varacağı, hangi felaketlerle sonuçlanacağı belli olmayan savaşlar dizisidir.
Zira bugünün Ortadoğu’sunda ve gelinen yerde vekalet savaşları tali plana düşmüş, emperyalist güç odakları ile bölgenin gerici devletleri kendi öz güçleriyle sahne almış durumdadırlar. Dolayısıyla bölgede her şey yeni bir düzeyde ve yeniden başlamakta ve çok şey belirsizliğini korumaktadır.