Son dönemde gündeme oturan ve toplumdaki kırılma hatlarından biri olan laiklik tartışmaları, laik-anti-laik çatışmasını tekrar gün yüzüne çıkarmıştır. TBMM Başkanı tarihsel olarak özlemini duyduğu gizli amacını çok samimi bir şekilde dile döktü. Bu özlemini, burjuva devletin zaten hiçbir zaman laik olmadığı, Diyanet'in varlığının buna kanıt olduğu gerekçeleriyle açıkladı. Devletin zaten laik olmadığı konusunda haksız da değil. Fakat burada bir kez daha ikiyüzlü gericilerin, mevcut gerçekleri çarpıtarak kendi lehlerine kullanma ustalığı sergilenmiş oluyor.
Laiklik tartışmalarını ele alırken, diğer tüm toplumsal sorunlarda olduğu gibi tarihsel ve sınıfsal bağlamından koparmadan ele almalıyız. Din, insanlık tarihinin belli bir evresinde insan topluluklarının doğadaki olayları anlamlandıramadıklarında ve bu olaylar karşısında çaresiz kaldıklarında ortaya çıkmış bir olgudur. Din, sınıflı toplumların ortaya çıkmasıyla kurumsallaşmış ve tarihin belli bir evresine gelindiğinde tüm toplumsal zenginliğe el koymuş, kitleleri sömürü aracına dönüşmüştür. Bu durum karşısında ise burjuvazi, kendi gelişiminin önünde bir engele dönüşen din kurumuna karşı, din ve vicdan özgürlüğünü kendine referans alarak kiliseye savaş açmış ve ona ait mülkiyete el koymuştur. Ta ki kendi egemenliğini kurana kadar... Burjuvazi, iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra dine farklı biçimler vererek kitleleri uyuşturmanın önemli bir aracına dönüştürmüştür.
Burjuva devletlerin yasalarında laik devlet ve laik eğitim varlığını sürdürürken, toplumsal yaşamda ve eğitimde ise dinsel inançlar etkili olmaktadır. Devletler, bu durumu bilinçli olarak yaratmaktadır. Çünkü burjuva devletler, açık sömürü üzerine kurulu olan düzenlerini ancak din gibi köklü bir kurumla gizleyebilir.
Emperyalizm sömürü sisteminin dünyaya yayılmasıdır. Bu yüzden, siyasal gericilik bu dönemde hâkim hale gelmiştir. Siyasal gericilik; ırkçılık, şovenizm ve dinsel gericilikle birlikte toplumun hayatını ve bilincini abluka altına alır. Özellikle neo-liberal politikaların uygulanmasıyla sömürü pervasızlaşmıştır. Tam da bu dönemde dinsel gericilik artmıştır. Devletler, zaman zaman şovenist histeriyi, zaman zaman da dinsel gericiliği -ki birinden diğerine geçiş hiç de zor değildir- devreye sokup toplumun kendi amaçlarına uygun bir şekilde atomize ve mobilize olmasını sağlayarak, toplumda tebaa mantığını ve çaresizlik hissini yaygınlaştırıp derinleştirirler. Buna paralel olarak örgütsüzlük, temel kural haline gelir.
Burada sorulması gereken sorular şunlardır: Bir sistem neden dinsel gericiliğe ihtiyaç duyar? Dinsel gericiliği var eden ve besleyen nedir?
Dinsel gericiliği var eden, besleyen ve ona zemin hazırlayan, kapitalist sömürü ilişkilerinin ta kendisidir. Dinsel gericilik ve şovenizm, burjuvazinin işçi ve emekçilere karşı kullandığı bir silahtır. Sebep değil sonuçtur. Bu durumda, tek başına dinsel gericiliğe karşı savaş, sonuçlara karşı verilecek savaştır. Sınıfsal zemininden koparılmış bir savaştır.
Laiklik ve eğitimin laikleşmesi, sınıfsal mücadelenin konusu yapılmalı ve sınıfsal bağlamından koparılmamalıdır. Kamu emekçilerinin mücadele sahnesine çıktığı günden beri savunduğu parasız ve kamusal eğitim mücadelesi temel alınmalı, toplumun değişik kesimleri kucaklanmalıdır. Kutuplaşmanın bu kadar derinleştirildiği bir dönemde, emekçileri birleştiren bir mücadele programı en acil ihtiyacımızdır. Parasız ve kamusal eğitim talepleriyle emekçilerin birlikteliği sağlanarak burada elde edilen her başarı, bilimsel, laik ve anadilinde eğitim mücadelemize manivela olacak, güç katacaktır.
Son süreçte yaygınlaşan dinsel eğitimin ve gericiliğin yaygınlaştırılmasıyla birlikte, onun sonuçlarından biri olan taciz, tecavüz, erken yaşta evlilik vb. olaylar da gittikçe yaygınlaşmaktadır. Var olan bu sonuçlar üzerinden bazı yapılar ve bunların KESK ve bağlı sendikalar içindeki izdüşümü bazı sendikal gruplar, tüm mücadelelerini bu alana hasretmektedirler. KESK ve bağlı sendikaları da bu yönde mücadele etmeye çağırmaktadırlar. Elbette ki biz, dinsel gericilikle mücadele edilmesin demiyoruz. Laik yaşam ve laik eğitim talebini savunuyoruz. Ancak burjuva siyasal sistemin yarattığı sonuçlarla bile mücadele ederken sınıfsal bağlamda ele almamız ve bu sorunları toplumsal maddi zeminine oturtmamız gerektiğini söylüyoruz.
Dinsel gericiliğin ve şovenizmin panzehiri, sınıf mücadelesidir. Laiklik mücadelesi, sınıfa karşı sınıf perspektifi ile ele alınmalıdır. Yoksa laiklik mücadelesi, düzen içi laik/anti-laik çatışmasının bir parçası olmaktan öteye gitmez.
Sosyalist Kamu Emekçileri