Kapitalist dünya sömürü, savaş, açlık, yıkım, ırkçılık, gericilik, militarizm, ulusal baskı, doğanın yağması gibi pek çok soruna karşı büyüyen militan kitle hareketleriyle sarsılıyor. Kapitalizmin derinleşen ekonomik ve siyasi krizine karşı her sınıf ve temsilcileri kendi çıkarlarına uygun çözüm arayışı içerisinde. Burjuvazi her türlü kirli oyun ve politikayı devreye sokarak kitlelerin öfkesini kontrol altına almanın ve düzen sınırlarında tutmanın yollarını arıyor. Sertleşen sınıf mücadelesini yumuşatmak ve krizin faturasını işçi ve emekçilere ödeterek bataktan çıkmak için liberal sol partileri iktidara getirmekten temel hak ve özgürlükleri yok eden polis devleti uygulamalarını tırmandırmaya kadar geniş bir yelpazeye uzanan politikaları kesintisiz bir şekilde uyguluyor. Amaçları kapitalist bunalım karşısında büyüyen ‘düzeni yıkma’ mücadelesinin önüne geçmek, giderek yükselen proleter kitle ve halk isyanlarını her ne pahasına olursa olsun ezmek ve teslim almaktır.
İşte bu nedenle devrimci iktidar mücadelesinin dinamiklerinin sosyal mücadeleler ve halk hareketleri içinde mayalandığı böyle bir tarihsel dönemde; parlamenter hayallerle kitlelerin umudunu seçimlere bağlamak, kapitalizme soluk aldırmak anlamına geliyor. Son olarak Yunanistan’da krizin faturasını ödemeyi kabul etmeyen işçi ve emekçilerin mücadelesiyle sol bir dalga büyümüş oldu. Onu düzen sınırlarında tutmak hedefinin bir parçası olarak Syriza iktidara geldi. Türkiye’de liberal reformist solun parlamentarist düşleri bu gelişmenin etkisiyle daha da depreşti. Bu vesileyle Türkiye’de burjuva demokratizminin ufkuna daralmış liberal reformist sol, sermaye düzeninin aradığı iktidarı kurmaya aday olduğunu şimdi daha yüksek bir perdeden heyecanla söylüyor. Kürt hareketinin lokomotifi olduğu HDP-HDK ve ulusal cumhuriyetçi Birleşik Haziran Hareketi de aynı reformist kimlik ve konumdan beslenerek parlamentarist çizgileriyle sermaye iktidarının siyasal tıkanıklığını açmaya talipler. Burjuva reformizminin en güçlü temsilcisi olan Kürt hareketinin söylem ve çizgisi 7 Haziran genel seçimi öncesi belirgin bir şekilde öne çıkarılmaktadır.
İşte bu noktada burjuvazinin mülkiyet ilişkilerine dokunmayan ‘belediye sosyalizmi’ ve ‘burjuva parlamentarizminin’ bileşkesinden oluşan ‘demokratik modernite projesinin’ felsefesi ve programı pratiğe dökülüyor. Sosyal adaletçi ve adil bölüşümü vaadeden burjuva sınıf ilişkileri ile egemenlik sorunu olmayan ‘belediye sosyalizminin’ değişik formasyonundan başka bir şey olmayan küçük burjuva toplum hayalleri, kapsamlı sorunlarla boğuşan kitlelere kurtuluş olarak sunuluyor.
Tepeden tırnağa burjuva parlamentarizmine saplanmış bu anlayış, düzeni sosyal bir dizi reformla demokratikleştirmek istiyor. Aynı zamanda ‘demokratik özerkliği’ sivil toplumcu bir anlayışla burjuvazinin sınıf egemenliğine rağmen halkın yönetimde söz sahibi olacağı alternatif toplum modeli olarak sunuluyor. Kürt hareketinin öncülüğünü yaptığı demokratik cumhuriyet programı, çözümsüzlüğü derinleşen kapitalizmi restorasyondan geçirmek anlamına gelen bu ideolojik platformu ile kitlelerin umudunu düzene bağlamış oluyor. Yani demokratik özerklik projesi sermaye düzeninin çok yönlü saldırılarına karşı yükselen sınıf hareketinin devrimci ve militan karakterini düzenin potasında eritmenin koşullarını yaratıyor. Neden? Çünkü kapitalist özel mülkiyet, artı-değer sömürüsü üzerinden ayakta duran sermaye iktidarı yıkılmaksızın insanca yaşanabilecek demokratik hak ve özgürlüklerin tanındığı bir toplumsal yaşamın mümkün olduğunu vaat ediyor. ‘Demokratik özerklik’ projesi 7 Haziran seçim kampanyasında özyönetim şiarı ile formüle ediliyor. Hem sermaye iktidarı ile sürdürülen ‘müzakere süreci’ sonucunda anayasal haklar kazanılmaya çalışılıyor, hem de Kürt halkının dinamizmine dayanarak demokratik özerklik programının siyasi, hukuki, ekonomik, kültürel ve öz savunma boyutları üzerinden sermaye iktidarının oyalama politikasına karşı ‘kendin yap’ çağrısı yapılıyor.
6-8 Ekim Kobanê Direnişi sonrasında Cizre’de 3 mahallede özerklik ilanı, tarım kooperatiflerinin kurulması, Gültan Kışanak’ın Diyarbakır’da petrol gelirlerinden pay talep etmesi gibi gelişmeler yaşandı. Bu girişimlerin en son HDP’li belediyelerin DEDAŞ’a olan borçlarını ödememek konusunda siyasal iktidarla yaşanan sertleşme ile sürdüğü görünüyor. Tüm bunlar esasında dinci partinin verdiği sözleri tutmaması ve oyalama taktiği karşısında geliştirilen, İmralı’da kurulan çözüm süreci masasında Öcalan’ın elini güçlendirmeye yönelik hamleler olarak görülmelidir, ki bilindiği gibi sermaye devleti bu gelişmelere geleneksel inkarcı-imhacı çizgisiyle yanıt vererek, kamu düzenini başta Cizre olmak üzere, çocukları ve gençleri kurşunlayarak tahsis etmeye devam etti. Sermaye iktidarının sorunu tümüyle düzen sınırlarındaki demokratik özerkliğin ya da somut ifadeyle ‘özerkliğin’ niteliği ile ilgili değildir. ‘Yerel Yönetimler Yasası’nda’ bu çerçevede bir mutabakat vardır. Sorun her geçen gün büyüyen ve devrimci dinamikleri içinde barındıran Kürt direnişini tasfiye etmektir. Çünkü Türk sermaye devletinin sömürü politikalarında en ufak bir değişiklik söz konusu değildir. Rojava’ya yönelik tahammülsüzlük bunun en bariz göstergesidir. Devrimci politikanın, teorinin, programın reddi üzerinden yol yürüyen Kürt hareketinin bugünkü strateji ve taktiği burjuva reformist ideolojik çizginin ürünüdür. ‘Toplumun devlet dışında örgütlenmesi, az devlet çok toplum, az yasak, çok özgürlük’ gibi söylemlerle sermayenin siyasal iktidarının denetiminin dışında kapitalist ve sosyalist olmayan üçüncü bir yolun mümkün olduğunun propagandasını sıklıkla yapıyor. Kapitalist üretim ilişkilerine ve sınıflar arası çelişkilere özenle dokunmayan, devrimci sınıf mücadelesini reddeden AB’ci bu çizginin devrimci iktidar perspektifinin içini boşaltmaya dönük çabaları burjuva reformist programının doğal bir yansımasıdır. ‘Köy komünleri’, ‘kooperatifler’, ‘meclisler’, ‘kantonlar’ bütünüyle burjuva katmanlarla yoksul köylü, emekçi ve işçileri birbiriyle çelişen sınıf çıkarlarını görmezden gelerek kurgulanmış, özünde sınıf dışı ve çıkarları taban tabana zıt sınıflar arası mücadeleyi yumuşatan bir biçimle örgütlenmektedirler. Tüm bu aygıtlar ya da başka bir ifade ile örgütlenme modelleri Kürt hareketi önderinin liberal-anarşist ideolojinin etkisinde kurguladığı haliyle devlet dışı olarak lanse edilmektedir. Devlet aygıtını sınıflar üstü olarak gören, üretim ilişkileri ve maddi üretici güçlerin gelişim alanının dışında tanımlayan bu anlayış; ekonomik altyapının toplumsal düzenlerin siyasi ve hukuki üstyapısının oluşturduğu bilimsel marksist görüşünü doğallığında altüst etmeyi özel bir görev olarak görüyor diyebiliriz.
Toplumların oluşumunu sınıflar arası çelişkilerin sonucu olarak değerlendirmeyip tarihsel materyalizmin ve artı-değer teorisini tahrip ederek Marksizm’in bilimsel dünya görüşü ile açık bir savaş yürüten Kürt hareketi bugün burjuva parlamentarist-reformist çizgisinin etki alanını genişletmek açısından avantajlı durumdadır. Bölgede son süreçte elde ettiği başarı, inisiyatif ve Rojava kazanımını elde tutmak için ortaya koyduğu irade demokratik özerklik projesinin Türkiye cephesinde burjuva liberal hayallerin canlanmasının kaldıracı haline getirilmeye çalışılıyor.
Emperyalist-kapitalist sistem bunalım içinde debelenirken ve sonunu getirecek gelişmeler hızlanırken toplumsal devrimin ve sosyalist alternatifin kurtuluşu için tek çıkar yol olduğu gerçeği işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi içinde belirgin bir şekilde güçleniyor. ‘Düzene karşı devrim’ çizgisinin karşısına barışçıl kapitalizmi yaratmak isteyen burjuva liberal platform sermaye iktidarına ve çıkarlarına özenle dokunmuyor. Bu nedenle ki karşı karşıya kalınan tüm sorunların günah keçisi olarak ulus-devlet hedef alınırken, sınıfsal kimliği es geçiliyor. Sermayenin küresel boyunduruğu altında kurulan köy komünlerinin, kooperatiflerinin, kantonların, kısacası özerklik modellerinin küçük de olsa sermayelerini ortaklaştırdıkları üretici-tüketici birlikleri olmanın ve tekelleşmeyi hedeflemediklerini iddia ettikleri grup ya da topluluk mülkiyeti ekonomisi inşa etmenin ötesinde bir hedefi de yok.
* TKİP dava tutsağı