Demirtaş savunmasını tamamladı

HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş tutuklu olduğu davanın üç gündür devam eden 3. duruşmasında, kendisine yönelik fezlekelere dair beyanda bulundu.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 13 Nisan 2018
  • 16:33

HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, tutuklu bulunduğu ana davanın 3. duruşmasının 3. gününde savunmasını tamamladı.

11 Nisan günü başlayan ve Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, Sincan Cezaevi Kampüsü’nde 3 gündür görülen duruşmada Demirtaş, kendisi hakkında hazırlanan fezlekelerin detaylarına dair beyanda bulundu. 2013 Newroz’undan 6-8 Ekim Kobanê eylemlerine, 7 Haziran’dan Kürt halkını hedef alan kirli savaşa ve “demokratik özerklik” politikalarına dair anlatımlar yapan Demirtaş “Ben buraya suçlamalara karşı savunma yapmak için değil suçları teşhir etmeye geliyorum. Hakkımda ömür boyu siyaset yasağı da konulsa ben siyasetçiyim. Hücrede de siyaset yaparım” vurgusu yaptı.

“Soruşturma sürecinde bariz siyasi müdahale var”

İlk gün, yargılamadaki usulsüzlüklere değinerek söze başlayan Demirtaş, fezlekelerden aktarımlarda bulundu. Kendisine yönelik soruşturmanın siyasi müdahaleyle olduğuna işaret ederek farklı il savcılıklarının açtığı soruşturmaların tutuklanmasına 4 gün kala “yetkisizlik” bahanesiyle Diyarbakır’a gönderildiğini anlattı. Buna gerekçe olarak “Diyarbakır milletvekili olduğu” iddiasının öne sürüldüğüne değinen Demirtaş, “Halbuki ben İstanbul milletvekiliyim” dedi. Mahkemeler arasındaki yetki tartışmalarından da örnekler veren Demirtaş, “Bariz bir şekilde siyasi iradenin iktidarın müdahalesi, çünkü başka şekilde koordine edilemez. Başsavcılık nasıl işliyor biz de biliyoruz. Koordinatör başsavcı diye bir şey yok ki. Dolayısıyla herhangi bir savcı da ‘ben koordinatörüm’ diye görev üstlenemeyeceğine göre birileri tek tek bu savcıları arayıp dosya Diyarbakır’da birleşecek, hepiniz yetkisizlik kararı verip Demirtaş’ın dosyalarını Diyarbakır’da tutuklamaya etkili olabilecek şekilde birleştireceksiniz. Bu kadar net” dedi.

“Sözlerimin arkasındayım, ama kumpası da ortaya koyacağım”

Fezlekelerin sadece konuşmalarından oluştuğuna değinen ve “Konuştuğum hiçbir şeyi inkâr etmem, ama kumpas, tuzak olanları da anlatmam gerekiyor” diye sözlerini sürdüren Demirtaş, “Çünkü 1 ve 2 no’lu fezlekenin tamamı kumpastır, tamamı. Tamamı tuzaktır. Çarpıtılmıştır, olmayan dinleme kaydı varmış gibi gösterilmiştir. Olmayan gizli tanık varmış gibi gösterilmiştir. Konuşmalarım bağlamından koparılmıştır, konuşma yaptığım kişi farklı tanıtılmıştır” ifadelerini kullandı.

Bu kumpasın “FETÖ tarafından yürütüldüğünü” söyleyen Demirtaş “Ne zaman Türkiye kendi iç barışı konusunda hamle yaptıysa, bu tür kumpaslar yaptılar” ifadelerini kullandı. Geçmiş dönemlerde konuşmalarının dinlenmesini yorumlayan Demirtaş, “Şimdi, bundaki amaç beni cezalandırmak değil. Asıl o dönem bu fezlekeler, daha doğrusu fezlekeye dönüşmeden önce istihbarat raporları olarak MGK üyelerinin önüne gidiyordu. Başbakanın, Cumhurbaşkanının önüne. Amaç sıkıştırmak. Ordu ile asker ile yargı ile hükümeti bir şekilde karşı karşıya getirmek, Hükümetle bizi karşı karşıya getirmek. Amaçları buydu” diye konuştu.

O dönemde arzu edilen sonuç alınamayınca bunların fezlekeye dönüştüğünü sözlerine ekleyen Demirtaş, söz konusu iki fezlekenin içeriğindeki çarpıtmaları ifşa ettikten sonra özetle “Demek istediğim, öylesi bir alengirli hale getirmişler ki, üstüne bir sis bulutu çekmişler ki, gerçekten biz gece gündüz oturmuş terör faaliyeti yürütmüşüz, teröristlerle görüşmüşüz. İsimleri, konuşmaları muğlak hale getirmek, içerikleri bozmak, çözümleri bozmak” dedi.

“Öcalan’dan aktardığım sözler bana aitmiş gibi gösterilmiş”

Öcalan’ın PKK’ye silah bırakma çağrısı yaptığı 2013 Newroz’unun sonrasındaki bir toplantıya dair fezlekeye dikkat çeken Demirtaş, dönemi “Çözüm süreci artık büyük bir hızla ilerlemeye başladı, ben dahil bazı heyetlerimiz İmralı’da, Kandil’de, Ankara'da hükümetle veya bürokratlarla yoğun bir mesai yürütülüyordu” ifadeleriyle hatırlatarak “ben Kandil’de, KCK yöneticilerine, çok sayıda silahlı PKK örgüt üyesine Abdullah Öcalan’ın ne söylediğini, ne istediğini, ne tür mesajlar verdiğini elimdeki notlardan da okuyordum” dedi. “Yine, PKK’ye sempati duyan kitleler, açık ve kapalı toplantılarda neden silahların bırakılması gerekir, Öcalan ne diyor, neden önemlidir anlatıyorduk” diye yaptıklarını anlatan Demirtaş, fezlekede Öcalan’ın görüşlerini okuduğu kısımların, kendi görüşleriymiş gibi aktarıldığını söyledi.

“Bu bir istihbarat çalışmasıdır, yargı değil”

Söz konusu kumpasın çözüm sürecini sabote etme amacı taşıdığını belirten Demirtaş “Biz bu çalışmaları yaparken, başka bir istihbarat örgütü, ya da başka biri adına çalışan bir istihbarat, faaliyet suçmuş gibi bunları istihbarata dönüştürüp MGK’nın önüne sunacak. Biraz önce söz ettiğim 2008-2009 kumpası gibi. 2014’e kadar da aynen bu şekilde sürmüştür” dedi.

Hakimin, dava dosyasındaki kimi belgeler üzerine soruları ve Demirtaş’ın yanıtlarıyla devam eden bölümün sonrasında Demirtaş, 6-8 Ekim Kobanê eylemleriyle ilgili hazırlanan 31 nolu fezleke üzerinden savunmasını sürdürdü.

6-8 Ekim Kobanê eylemleri öncesinde yaşananlar

“Amerika’ya gidip dönen Demirtaş'ın çağrısıyla halk sokağa çıktı ve 52 yurttaşımız Demirtaş’ın çağrısı ile katledildi” diye kamuoyunda algı oluşturulduğuna değinen Demirtaş, Kobanê’deki IŞİD kuşatmasını ve bu kuşatmaya karşı devletten taleplerinin bir türlü kabul edilmediğine işaret ederek şunları söyledi: “Şimdi bizim o dönem, çözüm süreci devam ettiği için hükümetle şöyle bir diyaloğumuz vardı; diyorduk ki, bu IŞİD Kobani’de katliam yaparsa, Türkiye, hükümet buna sessiz kalırsa, bu büyük bir kırılmaya yol açar. Dolayısıyla buna izin vermeyin. Sizler hükümet olarak hem insani yardım konusunda destek sunun, hem de uluslaraarası koalisyonu da IŞİD’e karşı askeri açıdan harekete geçmek için zorlayın.”

Demirtaş, sonrasında ABD’de partisinin yıllık toplantısına katılışını, Davutoğlu’nun “Çözümü niye ABD’de arıyorsunuz, gelin beraber konuşalım” talebini dile getirerek ve Türkiye’ye gelip Kobanê’yi ziyaret ettikten sonra yaptıkları görüşmeyi anlattı. Sonuçta Davutoğlu’nun olumlu yaklaştığını, Salih Müslim ile görüşme yapıp taleplerini dinleyeceğini söylediğini aktaran Demirtaş, Müslim ile yapılan görüşmenin ardından da hükümetin, Qamişlo’daki Kürt konvoyunun Türkiye üzerinden Kobanê’ye geçişine onay verdiklerini, bunun üzerine de kendisinin hükümete teşekkür açıklaması yaptığını dile getirdi. Bu anlaşmaya karşın adım atılmadığını hatırlattıktan sonra, 6 Ekim akşamı HDP MYK toplantısı sırasında Davutoğlu ile telefon görüşmesi yaptığını belirten Demirtaş, “Ahmet Davutoğlu, Ortadoğu fatihi edasıyla ne haliniz varsa görün havasındaydı. Telefon görüşmesi bitti ve morali bozuk bir şekilde toplantıya geri döndüm, arkadaşlara anlattım” diyerek halkın protesto hakkını kullanması için MYK’nın çağrı yaptığını ifade etti. Hükümete siyasi tavır koyduklarını belirten Demirtaş, “Çünkü çözüm sürecindeyiz, görüşme yürütüyoruz. Öyle kolay kolay, Hükümet ile çatışacak bir pozisyona girmemeye dikkat ediyoruz. Hükümet de bizimle ilişkilerde buna dikkat ediyor” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Ama o gün, siyasi bir tavır açıklamamız gerekir düşüncesiyle o açıklama yapıldı. Öyle gösteriler olacak, insanlar sokağa çıkacak, provokasyonlu gösteriler olacak, beklenti de bu değildi.”

Erdoğan’ın “Kobani düştü düşecek” provokasyonu

Devamında, anlattıklarının gazetelerdeki yansımalarını okuyan Demirtaş, hükümet ile “çözüm süreci” çerçevesinde Kobanê üzerine de “olumlu” bir ilişki yürüttüklerini ifade etti.

HDP MYK’nın açıklamasını, 6 Ekim günü ve önceki günlerdeki protestolarda herhangi bir şiddet ve çatışma olmadığına değinen Demirtaş, 7 Ekim günü Erdoğan “Kobani düştü düşecek” diyene kadar tek bir ölüm olmadığının altını çizerek şu ifadeleri kullandı:

“Altındaki provokasyonları anlatmak için bunları söylüyorum. Cumhurbaşkanı bunları istedi falan da demiyorum. Yanlış anlaşılmasın, öyle savcının yaptığı gibi, savcı benim üstüme atsın, ben de onun üstüne atayım değil. Ama ortada bir toplumsal infial varsa onu yaratan bu açıklamadır. Bizim açıklamamız değildir.”

Erdoğan’ın açıklamasının sonrasında Muş Varto’da bir gencin öldürülmesine, polisin bulunduğu yerden ateş edildiğine ve bu cinayetin sorumlularının hâlâ belli olmadığına da değinen Demirtaş, “Yani çözüm süreciyle ilgili ciddi bir toparlama süreci içerisine girmek için uğraşırken, Kobanê ile ilgili bir miting yapmaya hazırlanırken, birdenbire güvenlik güçleri içinden ateş ediliyor ve ortalık bir anda barut fıçısına dönüyor” diye konuştu.

“Efkan Ala ‘güvenlik güçleri kontrol dışı’ tedirginliğindeydi”

Bunun sonrasında, “Nerede provokasyon varsa biz il-ilçe teşkilatlarımızı seferber ediyorduk; İçişleri Bakanı, oradaki güvenlik güçlerini seferber ediyordu” diyerek ortak hareket ettiklerini söyleyen Demirtaş, “Büyük bir provokasyon var, koordineli olalım, el ele olalım, bilgi akışı sürekli olsun aramızda diyordum” ifadelerini kullandı.

“Efkan Ala bunların hepsinin tanığıdır, şahididir. Ve kendisi de şu tedirginlik içerisindedir: Güvenlik güçlerinin içinde bir grup kontrol dışına çıktı” diyen Demirtaş mahkemeye sundukları, polis panzerinin caddedeki araçları alevlerin içerisine sürdüğü görüntüye atıfta bulundu.

Efkan Ala’nın “Öcalan’dan mesaj getirsek okur musunuz” dediğini de sözlerine ekleyen Demirtaş, bunun ardından yaptığı açıklamanın “Suçunu bildiği için terleye terleye nasıl da yaptı açıklamayı” diye hükümet sözcüleri tarafından çarpıtılmasını teşhir etti.

Sonrasında Bingöl’de polislerin öldürülmesinin ardından Ala’nın Kandil ile görüşme talebinde bulunduğunu da aktaran Demirtaş, Kürdistanlı siyasetçinin şu sözlerini dile getirdi: “Bingöl’deki saldırı yüzde 100 bizimle bağlantılı değildir. Bizim eylemimiz değildir. Çözüm sürecini bitirmeye yönelik bir provokasyondur. Ateşkesi bozmuş değiliz. Çözüm sürecinin arkasındayız.”

Bu açıklamayı Sırrı Süreyya Önder’in Efkan Ala’ya ilettiğini ve aldığı yanıtı da şöyle iletti: “Başkan, ben Efkan Bey’e aktardığımda bir oh çekti, dedi ki, öbür türlü olsaydı hiç içinden çıkamazdık.”

Bundan sonra Davutoğlu’nun “Bingöl’ün intikamı alındı” açıklamasını hatırlatan Demirtaş, “Öldürülen dört kişinin infaz edildikleri, PKK’li olmadıkları ortaya çıktı” dedi. 7 Ekim Erdoğan’ın konuşmasına kadar provokasyonlar olmadığını, olsa hükümet sözcülerinin açıklamalarına yansıyacağını, 6-8 Ekim’in sonraki günlerinde de kendilerinin suçlanmadığını belirten Demirtaş, ardından ayın 11’inde suçlanmaya başladığını dile getirdi. Bunun ardından kendisinin ve HDP’li vekillerin 6-8 Ekim eylemleri dolayısıyla hedef gösterildiklerini, bu sürecin araştırılması taleplerinin ise AKP tarafından reddedildiğini belirtti. 6-8 Ekim ile ilgili ifade vermek isteyen HDP MYK üyelerini savcının geri gönderdiğini belirten Demirtaş, medya eliyle kendilerine yönelen linç kampanyasını anlattı.

“Demokratik özerklik” üzerine fezlekeler

Ertesi gün savunmasını “demokratik özerklik” ile ilgili fezlekeler üzerinden sürdüren Demirtaş, Türkiye Cumhuriyeti’nin tekçilik üzerine inşa edildiğini, tek kimlik, tek inanç ve yaşam tarzı üzerine inşa edildiğini fakat başarılı olamadığını söyledi. “Türkiye Cumhuriyeti devleti bunu yaratmak istedi, olmadı. Başarılamadı, Kürtler de diğer kimlikler de kabul etmedi. Biz de diyoruz ki; aradan yüzyıl geçti, cumhuriyete demokratik bir format atılsın” diyen Demirtaş, Almanya’da “Türkçe eğitim” talep edenlere değinerek Kürtlerin mülteci de olmadığını, kendi yaşadıkları topraklarda haklarını istediklerini vurguladı.

AKP’nin 1 Kasım seçim beyannamesinde, hükümet programında, parti programında “bir tür özerkliği savunduğu”ndan bahseden Demirtaş, “Bizim özerklik modelimizde yerel yönetimlerde yetki, siyasi ve idari açıdan biraz daha fazladır, AKP bunu merkezde yetkileri biraz daha ağırlıklı tutarak öneriyor ve Avrupa yerel yönetimler özerklik şartını esas alarak” dedi.

“AKP bunu bizim kadar cesur savunamadı, çünkü yetkiyi yerele devretmek istemez hiçbiri. Ne bir bakan devretmek ister, ne bir milletvekili ne Cumhurbaşkanı” diyen Demirtaş şu vurguyu yaptı: “Bizler ta ilk siyasete girdiğimiz günden bu yana savunduğumuz bir siyasi projeyi koşullar ne olursa olsun savunmaya devam ettik hendek barikat döneminde ısrarla parti projemizden geri adım atmamız için demokratik özerklik eşittir hendek-barikat algısı yaratıldı. Bize bunu yapmaya çalıştılar biz de buna karşı çıktık. Demokratik özerkliği savunduk, hendek-barikatı eleştirdik. Kapatılması için uğraştık ve sonlanması için uğraştık.”

“İlk hendekleri diyalog, ikna yoluyla çözdük”

Sonrasında “hendek ve barikat”ların 2014 yılının sonunda ortaya çıktığına değinerek bu süreci anlattı. “Diyarbakır-Lice yolunda o dönem orada hendek kazanlar, Cizre’de hendek kazanlar ‘İşte burada emniyet içerisindeki bazı gruplar hiçbir suçumuz yokken gece gündüz evimizi basıp bizi gözaltına alıyorlar. Emniyette karakolda günlerce tutuyorlar ve biz bu şekilde artık gözaltına alınmaktan bıktık’ şeklinde açıklamaları vardı” diyen Demirtaş, bir diğer örneğin de Lice’de olduğunu söyleyen Demirtaş, burada da köylülerin karakol yapımına karşı çıktığını hatırlattı. “askeri bir büyük karakolun yapımına karşı çıkan köylüler, ‘Biz karakol yapılmasını istemiyoruz, barış sürecidir gerek de yok. Hem çözüm süreci ve barış süreci neden karakol yapılıyor’ diyordu” diyen Demirtaş, sonrasında şu ifadeleri kullandı:

“Bu iki olayda da o dönem çözüm süreci heyetimizde bulunan İdris Baluken, Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve DTK Eşbaşkanı Hatip Dicle’nin çabası ve gayretiyle hiçbir operasyona, en küçük çatışmaya, askeri veya polisiye hiçbir tedbir almaya gerek kalmadan ikna yoluyla, diyalogla çözüldü. Bir yandan kaymakamla, bir yandan oradaki komutanla, diğer yandan valiyle ve İçişleri Bakanıyla, diğer yandan hendek ve barikatı kazan gençlerle, mahallelilerle ve insanlarla görüşülerek, ikna yoluyla kapatıldı. Niye bu örnekleri veriyorum; çünkü bundan yaklaşık 7-8 ay sonra birçok ilçede ortaya çıkan hendek-barikat, silahlı grupların mahallelerde yol kapatmaları vs. bütün bunlarla ilgili de ilk etapta hükümetle, oradaki kamu yerel yöneticileriyle kurduğumuz temsil bu model üzerineydi. Biz hep birlikte diyalogla bu işi, ikna ile çözelim.”

7 Haziran-1 Kasım arası süreç

2015 yılında yaşananları anlatarak sözlerini sürdüren Demirtaş, halkın yaklaşımını şu ifadelerle aktardı: “Çözüm süreci bitirildi. Yeni bir parlamento oluştu, fakat seçimi tanımadılar seçimi yok saydılar, bizim irademizi, verdiğimiz oyları yok saydılar, dolayısıyla biz, bize yapılmış bu darbeyi kabul etmiyoruz.”

Demirtaş, buna yönelik parti olarak aldıkları tutumu ise şöyle özetledi: “Hendek-barikat olan tüm ilçeler, 12 ya da 14 ilçeydi, bu ilçelerin tamamında Eylül ayı ortasından itibaren her gün iki veya üç ilçede miting yapma kararı aldık. Parti Genel Merkezinde aldığımız karar şuydu: Gittiğimiz her ilçede halka diyeceğiz ki; ‘Siz bize oy verdiniz, 7 Haziran’da biz seçildik. Evet, siyaset sıkıntılı, siyasette gerilim var ama bu gerilim siyasette kalmalıdır. Hendek, barikat, çatışma, silah yoluyla asla hiçbir gencimiz böyle bir girişimde bulunmamalıdır. Bir bedel ödenecekse de siyaseten biz bedel ödeyeceğiz!’”

“‘Hendek-barikat’a karşı çıktık, özerkliği savunduk”

Bu dönemde yüzlerce konuşma yaptığını söyleyen Demirtaş, bunlardan sadece 9 fezlekenin seçildiğini söyleyerek “Peki, 9’u niye seçilmiş? Niye bunlar cımbızlanmış? Daha sunacağım çok sayıda konuşmamla birlikte değerlendirildiğinde ne demek istediğim anlaşılıyor. Başka türlü anlayamazsınız. Savcılık bunu, özellikle fezlekeyi hazırlayan kolluk, bunun altına imza atan savcılık tamamıyla çarpıtmıştır” ifadelerini kullandı. “Sokağa çıkma yasağı kaldırılsın, hendek-barikat kaldırılsın” diye başlattıkları direnişe değinen Demirtaş, “hendek-barikattaki terör faaliyetini direniş olarak adlandırdığı ve destekler mahiyette konuşmalar yaptığı” yönünde çarpıtma yapıldığını belirtti.

Hükümetin o dönemde, “hendek-barikat” ile özdeş tutarak özerklikten kendilerini vazgeçirmeye çalıştığını söyleyen Demirtaş, “Kusura bakmasınlar, hendek-barikat var diye yıllardır istikrarla savunduğum demokratik özerklikten niye vazgeçiyormuşum? Ben hendek-barikatı eleştiririm. Kendi partimin programından vazgeçmemi bana nasıl dayatırsınız? Hükümetin yaptığı kurnazlık buydu” dedi.

Devamında Demirtaş, o dönemde parti olarak yürüttükleri politikayı özetle şöyle ortaya koydu: “Birileri çıkıp AKP’ye ‘Başkanlık sistemini savunma’ diye baskı yaptığında geri adım atar mı? İnanıyorsa atmaması lazım. Biz de atmayacağız dedik. Demokratik özerkliği savunmaya devam edeceğiz dedik. Ama hendek-barikata da karşı çıkmaya ve kapatmak için uğraşmaya devam edeceğiz. Yapacağımız üçüncü şey de; siviller katlediliyor, ağır insan hakları ihlalleri yaşatılıyor, sivil yerleşim yerleri yakılıp yıkılıyor ve biz halkımıza, seçmenimize sahip çıkacağız. Hükümet de bu ağır insanlık suçundan dolayı teşhir edeceğiz.”

Bu dönemde sivillerin katledildiğine, insanlık suçu işlendiğine dair anlatımlarını sürdüren Demirtaş, bunun yürütücüsü devlet yetkililerinin şu anda tutuklu olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi: “Bunlar Türk devlet yetkilerini kullandılar. Tamamı tutuklu, tamamı. Cizre komutanı, Sur, Silvan dahil olmak üzere, oradaki şehir operasyonlarını yöneten Adem Huduti dahil Yüksekova komutanı, Nusaybin komutanı, Şırnak  komutanı. Tek tek, isimleriyle birlikte görevleriyle birlikte size anlatacağım. Hepsi darbeden tutuklu. Emniyet amirleri, hepsi açığa alınmış tutuklu. Aralarında kaymakamlar var. FETÖ’cü olarak tutuklu. Bunlar, hendek-barikat bahanesiyle bizim sorunu diyalogla çözmemizi engellerken içeride de bir vahşet yaşanıyordu.

“‘Siyasi yasaklı’ yapmaya çalışıyorlar”

Bugün de savunmasına devam eden Demirtaş, kendisini hedef alan yargı süreçlerinin hâlâ devam ettiğine, hakimlerin baskı altına alındığı yönünde bilgiler edindiğine değinerek “siyasi yasaklı” konuma getirilmeye çalışıldığının altını çizdi.

“Ben buraya suçlamalara karşı savunma yapmak için değil suçları teşhir etmeye geliyorum” diyen Demirtaş, “Hakkımda ömür boyu siyaset yasağı da konulsa ben siyasetçiyim. Hücrede de siyaset yaparım” vurgusu yaptı.

“Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimini belirleyecek olan biziz. Kilit biziz anahtar biziz. Siyaset yasaklı da olsam biziz, olmasam da biziz. Kilit bizim elimizdedir. Bakalım ne yapacaklar göreceğiz” diyerek seçim sürecine de işaret ettiğini beyanında, iddianamede “Kürt” kelimesinin yazılışına işaret ederek “Hakaret babında ‘k’ küçük yazılmış. Bu şekilde yazılması halka hakarettir. Düzeltilmesi lazım, itiraz ediyorum” ifadelerini kullandı.