Sömürünün ve sınırların olmadığı bir dünya mücadelesi büyütülmelidir!
21 Mayıs, dünya tarihinin en büyük soykırımlarından biri olan Çerkes Soykırımı'nı simgeleyen bir gündür. Bugün, Çerkes halklarının 1864 yılında Çarlık Rusya'sı tarafından maruz kaldığı kanlı soykırımın ve sürgünün yıl dönümüdür. Çerkes halkları her yıl bu günü unutmamak ve unutturmamak için çeşitli eylemler gerçekleştiriyorlar.
Çerkesler, kendi toprakları olan Kuzey Kafkasya’da tarihin birçok döneminde sayısız istilalara maruz kaldı, Kafkasya yüzyıllardır işgalci güçlerin egemenlik uğruna çekişme alanı oldu. 1800’lerin başında Rusya İmparatorluğu’na karşı başta İngiltere olmak üzere sömürgeci diğer Avrupa devletleri, Osmanlı İmparatorluğu ve İran’ın, Kafkasya’yı Rusya’ya bırakmama stratejileri sonucu yaşanan egemenlik savaşının faturasını bölge halkları ödedi.
Oldukça uzun süren işgal yıllarında Çerkesler ülkelerine giren istilacılara karşı mücadele etseler de, nihayetinde Çarlık Rusya'sına yenildiler. 21 Mayıs 1864 bu sonun tarihidir. Bu savaştan sağ kalabilen yaklaşık iki milyon civarında Çerkes sürgüne gönderilmiş, sürgün yollarında açlıktan, salgın hastalıklardan ölenler olmuş, sağ kalabilenler ise sürüldükleri yerde yine ezilen bir halk olarak, "öteki" olarak, yaşamaya çalışmışlardır.
Çerkes halkının büyük acılarının, sürgünün ve soykırımın simgesi olan 21 Mayıs, Rusya'da 'ordu günü ya da zafer bayramı' olarak kutlanmaktadır. Soykırımın 150. yılı olan 2014 yılında ise Çerkes halkının katledildiği, Çerkesya'nın başkenti Soçi'de kış olimpiyatları düzenlenecek olması ise ayrıca dikkat çekicidir. Sözde "barış ve kardeşliğin" sembolü olan olimpiyatlar, binlerce Çerkes'in mezarını barındıran Soçi'de onların adı dahi anılmadan yapılacak. Bir nevi soykırıma bir başka yolla devam edilecek.
Dünya egemenleri tarafından, politik hesapların dışında, halkların soykırıma maruz kalması gündeme bile gelmez. Çünkü sınıflara dayalı, sömürü üzerine kurulu bu düzende her egemen devletin sicili işgaller, soykırımlar ve katliamlarla doludur. Egemenliklerinin gerisinde bu kanlı katliamlar vardır. Çerkesler’in sürüldükleri Osmanlı İmparatorluğu ise, bir başka büyük soykırım örneği olan Ermeni soykırımına imza atmıştır. Osmanlı İmparatorluğu tamamen çıkar hesapları üzerinden Çerkes mültecileri kabul etmiştir. Osmanlı'nın nasıl bir politikayla Çerkes halkına yaklaştığını 1872'de İstanbul'daki Rusya Konsolosu İgnatyev'e verilen bir dilekçedeki şu satırlar özetlemektedir: “8 yıldır beylerimiz eziyetler çektirerek bizi akıl almaz bir esaret altında tutuyorlar (…) Yapılan hataların ağırlığını itiraf ederek, 8.500 aile adına aşağıda imzası bulunan bizler (…) Çar II. Aleksandr'ın yüksek himayesinden yararlanmak için vatanımıza geri dönmemize izin verilmesini rica ediyoruz. Bunun için her türlü fedakârlığa hazırız.” Çerkes halkı sömürücüler arasında bir tercih yapıyor ancak Rus Çarı “Geri dönüş söz konusu bile edilemez.” diyerek Çerkes halklarına kapıyı kapatıyor.
O döneme ilişkin açıklanan raporlara göre sürgünlerin, hayatta kalmaları için evlatlarını köle olarak satmak zorunda kaldıkları belirtiliyor. Bu amaçla, Trabzon ve Samsun’da geçici köle pazarlarının kurulduğu, tahmini rakamlara göre sadece 1863-1867 arasında 150 binden fazla Çerkes kölenin alınıp satıldığı açıklanıyor.
Yanı sıra kirli ilişkilerde ve halkların birbirine düşürülmesine hizmet edecek işlerde Osmanlı adına Çerkes çeteleri ve askeri yetkilileri görevlendirilmektedir. Örneğin, 1915 Haziranında Ermeni Milletvekili Avukat Krikor Zohrap’ın başını taşla ezerek öldüren Binbaşı Çerkes Ahmet olduğu belirtiliyor. Halkları birbirine kırdırma politikasında bu açıdan Osmanlı egemenleri Çerkesleri tıpkı Gürcüleri, Kürtleri kullandığı gibi kullanmıştır.
Bugün halkların çektiği zulmü bahane ederek Ortadoğu'da ve Suriye'de emperyalist efendilerinin uşaklığına soyunan Türk devletinin övündüğü ve devraldığı Osmanlı geçmişinde soykırımlardan, katliamlardan başka bir şey yoktur. Devralınan katliamcı gelenek Ermeni soykırımından 6-7 Eylülde Rum halkına taşınmış ve halen Kürt halkına uygulanan asimilasyon politikalarıyla bugüne gelmiştir. Sadece etnik temelde değil, dinsel ve mezhepsel temelde de bu katliamcı gelenek devam etmektedir. Bu nedenle Suriye halkının koruyucusu kesilen Türk devletinin Çerkes soykırımını tanımasına şaşırmamak gerekiyor.
Fakat tarih, halkların kardeşçe yaşadığı Sovyetler deneyimine de tanıktır. Çerkes halkları Çarlık Rusya'sının sömürüsünde yaşayan diğer halklar, Sovyetler Birliği döneminde 'öteki' olmaktan kurtulabilmiştir. Halklar hapishanesi Çarlık Rusya'sını, gerçekleştirdiği sosyalist devrimle yıkan çeşitli milliyetlerden işçi ve emekçiler, gerçek kardeşleşmenin ne olduğunu göstermiş, bugün bizlere önemli bir miras bırakmışlardır. Eşitlik, özgürlük, gönüllü birlik temelinde halklar sosyalizmde bir arada yaşayabilme imkanı bulmuşlardır. Bunu halkların kendi kaderini tayin hakkını gözeterek gerçekleştirmişlerdir. Ne zaman ki Sovyetler Birliği yıkılmış, halklar etnik temelde emperyalist politikaların kurbanı olmaya devam etmişlerdir.
Bu deneyim bir kez daha göstermiştir ki emperyalizme ve kapitalizme karşı durulmadan halkların özgürlük mücadeleleri kazanamaz. Bir başka egemen güce yaslanılarak gerçek bir özgürlüğe ve eşitliğe asla ulaşılamayacağı da yine bu tarihsel deneyimlerle sabittir. Ezilen halklar kendi öz güçlerine güvenerek her türden sömürüye, baskıya ve ayrımcılığa karşı birlikte mücadele ettiklerinde ancak kazanabilirler.
Çerkes katliamının ve soykırımının yıldönümünde unutulamaması gereken temel gerçek şudur ki; dünya halklarının kardeşliği ve gerçek kurutuluşu için sınıfların, sömürünün ve sınırların olmadığı bir dünya mücadelesi büyütülmelidir.