Çerkes halkları her yıl 21 Mayıs’ta olduğu gibi Çerkes soykırımının 150. yıldönümünde de kaybettikleri atalarının yasını tutuyor ve varolma mücadelesini sürdürüyorlar. 150 yıldır başta Türkiye toprakları olmak üzere 40’ı aşkın ülkeye dağılmış olan Kuzey Kafkasya halkları kaybettiklerinin hesabını sormak, işgal edilen vatanlarına geri dönebilmek ve uğradıkları soykırımın tanınmasını istiyorlar.
Çerkes soykırımı ve sürgünü ‘Halklar hapishanesi’ olan Rusya Çarlığı’nın stratejik olarak büyük öneme sahip olan Kafkasya topraklarında hakimiyet isteği ile başladı. Çarlık rejimi ‘Ortodokslar’ın hamisi’ rolü ile birlikte yürüttüğü Büyük Rus şovenizmi ile Kafkasya’da kendisine tehlike olarak gördüğü Müslüman halkları hedef aldı ve onlara topraklarını terk etmelerini dayattı. Tarih boyunca sarp dağlarda başına buyruk yaşayan, özgür ruhlu Çerkes halklarının büyük bir bölümü ise karşılarındaki büyük güce rağmen bu dayatmayı kabul etmedi. Çarlık yüzbinlerce insana salt kimliklerinden dolayı yaşadığı toprakları terk etmesini dayatıyordu ve onlara sözde bir seçenek olarak gerçekten sıtmayı, Kuban bataklıklarında yaşamalarını öneriyordu. Çerkes halklarının sürgünü ve sıtmayı dayatan sömürgecilere cevabı ise direniş oldu.
Uzun yıllar süren çarpışmalar sonucu Kuzey Kafkasya halklarının önemli bir bölümü katledilerek, Çerkesler’in üzerindeki çember daraltıldı. Yıl 1864’ü gösterdiğinde ise Çarlık, yüz yıllardır boyun eğdiremediği Kuzey Kafkasya’yı işgal etti. Tarih 21 Mayıs’ı gösterdiğinde savaş Çarlık için sona ermişti ancak Çerkes halkları için başka boyutlarda devam etti.
Savaş devam ederken “göç” ettirilen Çerkesler’den geriye kalanlar, 21 Mayıs 1864’ün ardından kısa bir süre içerisinde topraklarından sürüldüler. Savaşta yok edilen yüzbinlerce insanın yanına sürgün ile birlikte yeni yüzbinler eklendi. Artık savaş açlığa ve ölümcül hastalıklara karşı verilecekti. Bu savaşta da kısa süre içerisinde çok sayıda insan kırıma uğradı.
Osmanlı İmparatorluğu daha önce Çerkesler’in Çarlık ile olan ihtilafını suistimal ediyordu. Topraklarına gelen yüzbinlerce Çerkesi de kendi kirli amaçları için kullanmaya devam etti. Çerkesler özellikle başta Ermeniler’e karşı olmak üzere gayrimüslim halklara karşı kullanıldı ve halklar arasına nifak tohumları ekildi.
Soykırım ve sürgün ile birlikte büyük bir darbe alan Çerkes kimliği, Balkanlar’dan Lübnan’a dek dağıtılmasının yanı sıra cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte savaşımını başka bir boyutta vermeye devam edecekti. Bu tarihten itibaren sürgündeki Çerkes halklarının boğuşması gereken temel sorunlardan biri de asimilasyon oldu.
Tek dil, tek millet politikası sonucu Çerkeslere, Çerkes oldukları unutturulmak istendi. Çerkesçe köy adları değiştirildi ve tüm halklara dayatılan Türkçe dayatması Çerkesler’e de dayatıldı. Yüzyıllık asimilasyon politikası sonucunda Türkiye topraklarında yaşayan birçok Kuzey Kafkasya kökenli ulus, dilleri ile birlikte yok oldu. Yok olma tehlikesi sürdürülen tek tipçi politikalar ile devam ediyor.
“Başka türlü olabilir miydi?”
Hala büyük bir tehlike altında olan Çerkes kimliği için geri dönüş mümkün mü? Faşizme karşı savaşta ölen Abhaz dilbilimci Sharakh Kvadzba 1940’lı yıllarda zor uğraşlar sonucunda Türkiye’de bulabildiği yaşlı bir Ubıh’ın söylediği gibi: “Başka türlü olabilir miydi?” Ya da bir Abhaz atasözünün dediği gibi “Vatanını kaybeden kişi her şeyini kaybetmiş (demektir)” midir?
Hakim ulusların egemen sınıflarının çıkarları halklara büyük bedeller ödetti. Birçok Kuzey Kafkasya kimliği ve kültürü gibi saymakla bitirilemeyecek sayıda kültür yok edildi. Türkiye toprakları bu kültürel soykırıma hala ev sahipliği yapıyor. Çarlığın sürdüğü Ubıh halkı Türkiye’deki rejimin tekçi zihniyeti ile birlikte soykırıma uğradı ve yok oldu. Ermeni soykırımı, Trakya olayları, 6-7 Eylül’ler, Kürtlere, Ezidilere, Süryanilere yönelik yapılan katliamlara eklenen asimilasyon bu halklar gibi Çerkes halkına karşı işlenen soykırım suçunun devamı niteliğinde oldu. Türk sermaye devleti bu topraklar üzerinde yok olan kimlik ve kültürlerin yok olmasının başlıca sorumlusu konumundadır.
Artık dünya üzerinde Ubıhça konuşabilen bir Ubıh kalmamıştır. Ancak Ubıhlar’ın yaşayan akrabaları atalarının sorduğu sorulara cevap vermeye başlamış ve “Evet başka türlü olabilir ve olacak” diyerek mücadele yolunu seçmişlerdir. Vatanını kaybeden kişi büyük bir yıkıma uğramış, asimilasyon ile yok edilmediyse de yüzyıllar öncesinde de yaşansa toplumsallaşan soykırım yasını devralır. Hala yok edilme tehlikesi altındaki kimlik ancak direnişle varlığını sürdürebilir ve kuşaktan kuşağa aktarabilir. Şamil, Mazlum veya binlerce ismi ve kendisi meçhuller gibi...
İşte bu yüzden, “Başka türlüsü olabilir” diyenler 24 Nisanlar’da, 21 Martlar’da ve 21 Mayıslar’da sokaklara çıkıyor. Soykırımların, katliamların yasını tutuyor ve asimilasyon politikasına karşı direnerek de kültürel soykırıma izin vermiyorlar. Ancak bataklık olduğu yerde durmaktadır ve sürdürülen anlamlı direnişlere rağmen farklı kültür ve kimlikler tehlike altında olmaya devam ediyor.
Tüm ezilen halklar gibi Çerkes halklarının da tutması gereken yol mücadeledir. Çerkes halkları soykırımın tüm dünyada tanınması, vatanlarına dönebilme hakkı ve Türk sermaye devletinden de tekçi zihniyetinden vazgeçerek anadilde eğitim, televizyon ve diğer kültürel haklarını tanımasını ve bunlar için verilen çabaların önünü açmasını istiyor. Atalarının mezarlarının üstünde olimpiyat oyunlarını kınıyor ve saygı talep ediyorlar.
Tüm bunlara rağmen bataklık kurumadan halklar tehlike altında olmaktan kurtulamayacaklar. Çünkü bataklık sıtma saçmaktadır. Öz kültürleri ezerek kimliksizliği dayatmaktadır. “Başka türlüsü” ancak bataklığı kurutmakla mümkündür. Soçi, Filistin ve daha nice gaspedilen topraklara geri dönebilmek ve gerçek özgürlük için sınırları ve sınıfları kaldırmak...