Kapitalistler salgın tehlikesi, ciddi sağlık riskleri vb. dinlemiyor, gözü dönmüş bir kâr hırsıyla, işçileri her gün fabrikalara topluyorlar. Sermayenin çarklarının dönmesi, yaşamın önceliği haline geliyor. İşçi sınıfı şahsında toplum sağlığını hiçe sayan AKP iktidarı ve sermayedarlar, aynı zamanda süreci fırsatçılığa çeviriyor, çalışma ve yaşam koşullarını ağırlaştıran uygulamaları bir bir hayata geçiriyorlar. İşsizlik artarken, yoksulluk ve açlık derinleşirken, sermaye adına her şey tam bir talan mantığıyla işletiliyor. Ekonomik krizin üstüne eklenen salgın ile, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel birçok alanı kesen kapsamlı bir fatura ortaya çıkartılıyor. İşçi sınıfı ve emekçilerin önünde giderek kabaran ağır bir fatura bekliyor.
Bu gidişe dur demeli! Zira tablo kaldırılabilecek olmanın çok ötesinde. Başta AKP iktidarı ve sermayedarlar olmak üzere herkes bu tablonun farkında. O yüzdendir ki gündelik yaşamda baskı ve yasakları alabildiğine tırmandırıyorlar. Kirli manipülasyon aygıtları harıl harıl çalışıyor. Sermaye medyası bilinçleri köreltmek için aralıksız mesai yapıyor. Sermaye düzeninin tüm kurumları gelmesi kaçınılmaz tepkiyi bertaraf etmek için canhıraş bir seferberlikle hareket ediyorlar.
İşçi sınıfı ve emekçi kitleler payına bu tabloya karşı mücadele etmek dışında bir çıkış yolu bulunmuyor.
Peki bunu nasıl yapacağız? Fabrikalarda örgütleneceğiz, birliğimizi kuracağız, omuz omuza vereceğiz. Kendimiz adım atmaz isek, kimsenin bizim adımıza adım atmayacağını bilerek davranacağız. Sorunlarımıza, taleplerimize sahip çıkacak, çözümü için elimizi taşın altına koyacağız. Sermaye düzeninin bilincimize ve önümüze koyduğu tüm engelleri işçi sınıfının örgütlenmesiyle aşmaya çalışacağız.
Şu sıralar sendikal bürokrasinin içinde bulunduğu tablo üzerinden, sendikalı olmanın örgütlü olmak anlamına gelmediğini yaşayarak bir kez daha görüyoruz. Fabrikalarda birliğimizi kurmak, olanları güçlendirmek ve bağımsız hareket etme kanallarımızı yaratmak bu nedenle de çok önemli. Sendikal bürokrasinin tablosu bizi sadece atalete sürüklemekle kalmıyor. Aynı zamanda yakıcı sorunlar karşısında biriken öfke ve tepkinin açığa çıkmasını baskılayan, engelleyen bir içerik de kazanmış bulunuyor. Sendikal bürokrasi aşılmalı, tüm fabrikalarda işçilerin tek savunması olan taban birliği yaratılmalıdır.
Peki bunu ne zaman yapacağız? Derler ki başlamak için en iyi yer, olduğun yerdir. İşçi sınıfının kaybedecek zamanı yok. 1 Mayıs haftasının içindeyiz. Bugünler, işçi sınıfının “Herkese ücretli izin ve iş güvencesi!”, “Esnek ve kölece çalışma hükümleri kaldırılsın!” vb. gibi öne çıkan talepleri için mücadelenin güçlendirildiği bir dönem olabilmelidir.
AKP iktidarı, işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs'ı geçiştirme hesabıyla elinden geleni yaptı. 1 Mayıs’ı da kapsayacak şekilde 3 günlük sokağa çıkma yasağı ilan etti. Sorunların ve ihtiyaçların yakıcı bir biçimde kendini dayattığı şu günlerde, bu büyük mücadele günü vesilesiyle yapılacak eylemlerin önüne geçmeye çalıştı. Sendikal bürokrasinin ana gövdesi ise göstermelik 1 Mayıs programlarıyla bu çabalara kendi zeminlerinden destek verdi. Salgın bahanesiyle işçi sınıfının yakıcı talepleri için mücadeleden çark etme tutumunu sürdürdü.
Sorun, 1 Mayıs günü bir miting yapıp yapmama değil, acil talepler ve bu talepleri kazanmak için ne yapıldığıdır. Sendika ağalarının mücadele gibi bir dertleri olmadığı için işi yine seremoniye döktüler. Fakat sendikal bürokrasi de içinde tüm sermaye cephesinin 1 Mayıs’ı sessizlikle geçiştirme uğraşı her şeye karşın bir nebze de olsa boşa düşürülebildi. İşçi ve emekçilerin çıkarlarından yana ilerici, devrimci güçlerin ve kimi sendikal kesimlerin son günlerde yaptıkları 1 Mayıs eylemleri, işçi ve emekçilerin hiç de çaresiz olmadıklarının göstergesidir. Ve o büyük tarihsel geleneğiyle 1 Mayıs, korona salgınının asıl yükünü taşıyan, her gün üretim alanlarında hastalık riskiyle burun buruna çalışarak toplumu sırtında taşıyan işçi sınıfı ve emekçileri birlik, mücadele ve dayanışmaya çağırmaya devam ediyor. İnsanlığı barbarlığın uçurumunda süründüren kapitalizme karşısında kurtuluşun yolunu açma görevi de tarihsel sorumluluğu da işçi sınıfı ve emekçilerin omuzlarındadır.