İzin vermeyeceğiz!
31 Mart 2015 tarihinde Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda, Berkin Elvan soruşturmasını yürüten savcı Mehmet Selim Kiraz’ın DHKP-C militanları tarafından Berkin’i öldüren katil polislerin isimlerin açıklanması ve yargılanması talebiyle rehin alınması ile başlamadı avukatların /savunmanın hedef haline getirilmesi. AKP, ÇHD ve KCK operasyonlarıyla; politik dava avukatlarını, İstanbul Barosu’na açılan davalarla; baro yönetimini ve yönetimin temsiliyeti, TBB Başkanı Metin Feyzioğlu ve İzmir Eski Baro Başkanı Av. Sema Pektaş’a her fırsatta ağır ve mesnetsiz ithamlarda bulunarak avukatlık mesleğini itibarsızlaştırmaya, sınıfa, yaşadığı topraklara düşman bir meslek grubu olarak hafızalara kazımaya çalıştı. Ancak bu kez algı yönetimi sadece avukatları itibarsızlaştırmayı değil ısrarla gerçeği emekçilerden gizlemeyi sürdürmeyi de amaçladı.
AKP, bu eylemi adalet saraylarının güvenlik açığına bağlayarak ve bu açığın avukatlar eliyle kullanıldığı yönündeki propaganda ile Berkin Elvan’ın vurulduğu ilk günden beri bildiği tetikçi polisleri açıklamama, polislerin soruşturulmaması ısrarını sürdürdü. Bu ısrar devletin katliamlar tarihine bakıldığında bir devlet geleneğinin sürdürülmesi bakımından anlaşılır duruyor. Bir başka ısrarı ise Erdoğan’ın odada bulunan 3 kişinin de öldürülmüş olmasını bir “başarı” öyküsü olarak sunmasında görüyoruz. AİHM kararları incelendiğinde ise polisin hem rehineyi hem de militanları sağ olarak yakalamasının esas ve ilk görev olduğu, yaşama hakkının ihlal edilmesini ise ancak zaruri durumlarda kabul ettiğini görüyoruz.
Berkin Elvan, 16 Haziran 2013’te 15 yaşında polis tarafından gaz fişeğiyle vurulmuş, 11 Mart 2014’te 16 kiloya kadar zayıflayarak hayatını kaybetmişti.
Yine Haziran Direnişi’nde bir bacağı gaz kapsülü ile parçalanan bir müvekkilimiz adına 1 Haziran 2013 tarihinde yaptığımız suç duyurusunda tek bir işlem yapılmadan halen bekliyor ve üzerinden yine neredeyse iki yıl geçtiği düşünüldüğünde, sadece bazı dosyalarda değil sanığın polis olduğu tüm dosyalarda bir devlet tutumu olarak soruşturmaların savsaklandığı, kasıtlı olarak hiçbir işlem yapılmadığını ve böylece başvurucuların talep etmekten ve takip etmekten vazgeçmelerinin sağlandığını görüyoruz.
Adliyelerde güvenlik zafiyetinin avukatlardan kaynaklandığı iddia ediyorlar ve bu sorunu arama/tarama yoluyla çözmeye çalışıyorlar. Adliyelerde hatta sadece İstanbul adliyelerinde yaşanan üç örnek oldukça çarpıcı.
* Küçükçekmece Adliyesi'ne şüpheli getirdiği sırada eşinin boşanma dilekçesi verdiği öğrenen polis, beylik silahıyla baldızını vurdu.
* Hasan Ferit Gedik'in hayatını kaybettiği davanın duruşmasında, tutuklu sanıklardan biri bıçak çekerek Gedik ailesini tehdit etti.
* 64 yaşındaki hakim adliyede karşılıksız aşk beslediği iddia edilen 30 yaşındaki kadın katibi silahı ile odasında rehin aldı.
Bu üç olayda bir polis, bir hakim ve bir sanık var. Her biri silahıyla, bıçağıyla adliyelerde korku ve paniğe yol açıyor ne var ki bu üç olay sonrasında da ne hakimlerin, ne polislerin ne de halkın adliyelere girişinde değişiklik olmuyor. Peki bugün avukatların kanuna aykırı olmasına rağmen çantası, üstü neden aranmaya kalkıyor?
Biliyoruz, mesele güvenlik meselesi değil. İktidar da biliyor güvenlik açığını delenlerin avukat olmadığını. Ama bu eylem, kendisine muhalif olarak örgütlenmiş avukatlardan rövanş almak, dövüşe dövüşe elde edilen hakları tırpanlamak için de yeni bir fırsat. 2011 yılında İstanbul Adliyesi’nin açılmasıyla adliye girişlerinde dayatılan aramalara devrimci-muhalif avukatlar olarak karşı çıkmış, yüzlerce avukat omuz omuza mücadele ederek arama baskısına boyun eğmemiş ve saldırı tok bir şekilde püskürtülmüş ve kimliklerimizle aranmadan adliyeye girmek rutin uygulama haline gelmişti.
Bu rutin uygulamadan rahatsız olanlar 31 Mart’ta yapılan eylemle atağa geçti ve saldırının hedefine avukatları oturttu. Hedefi on ikiden vurmak için adalet bakanından başbakana, cumhurbaşkanından başbakan yardımcısına, havuz medyası Yeni Şafak’tan Sabah’a herkes sıraya girdi.
Ama ilk değil elbet örgütlenmiş muhalif avukatlara baskı. Bu tespitimiz için çok uzak tarihlere de gitmeye gerek yok. Son birkaç yıldır avukatlara yapılan saldırılar yeterince veri sağlıyor. Öcalan’ın avukatlarının, Kürt halkının mücadelesine omuz veren avukatların yıllarca tutuklu yargılanmaları, Halkın Hukuk Bürosu ve 40 yıldır devrimci avukatlığı temsil eden ÇHD’ye yapılan operasyonlar ve tutuklamalar… Bu operasyon protestoları sonrası açılmış soruşturmalar, gözaltılar, yerde sürüklemeler ve avukatlara reva görülen her türlü işkence… Haziran Direnişi’ni sahiplenen avukatların Çağlayan Adliyesi’nden topluca gözaltına alınması gibi onlarca örnek. Ve her bir saldırıda karşı koyan sadece avukatlar değil, saldırıyı kendisine yapılmış sayan halkın karşı koyuşu ve avukatlarını sahiplenişi önemli bir deneyimdir. Yani iktidarın muhalifi olarak konumlanmış avukatların halk nezdinde itibarının hızla artması da bu saldırılarla paralel ilerlemektedir. Bu yüzden güvenlik açığı propagandası ile bu itibar yok edilmek isteniyor.
Avukatların, adliye girişlerinde aranma girişiminin hukuksal zemininin olmadığı iktidar sözcülerinin de kabulünde. Hiç öyle, uzun uzun anlatmaya da gerek yok. Yasadaki düzenleme oldukça açık: Avukatlık Kanunu 58. Madde: “Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı, suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz.” Yasa, bu düzenlemesi ile yerinde duruyor. Hatırlayalım; ne diyorlardı iktidar sözcüleri Çağlayan eyleminden sonra: “Adliye girişlerinde sıkıntı var, avukatları arayamıyoruz, bu konuda yasal düzenleme yapacağız.” Peki yapıldı mı bir yasal düzenleme? Hayır, yapılmadı/yapılamadı. Çünkü yapılan yasa BM Havana Kuralları’na, Anayasa’nın 2, 13 ve 124. maddelerine, Avukatlık Kanunu 58. maddeye aykırı olamaz.
Biz işçi sınıfının, devrimcilerin, Kürt halkının avukatları olarak müvekkillerimizin bize verdiği delilleri, sırları taşıyacak ama çantamızı aratmayacağız, mesleğimizi icra ederken yine müvekkillerimiz adına işlem yaptığımızdan ve yüzlerce yıllık mücadeleler sonucunda kazanılan ‘aranmama’ hakkımızdan vazgeçmeyeceğiz. Ne X-raylere çantamızı koyacak ne de dedektörle aranmaya müsaade edeceğiz. 2011’de olduğu gibi yine mücadele edecek, yine dövüşecek, yine kazanacağız.
Av. Zeycan Balcı Şimşek