Adalet Bakanlığı’nın raporlarına göre, 2012 yılı sonu itibariyle hapishanelerde toplam 136 bin 20 tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Bunların yüzde 3,56'lık kısmını ise kadın tutuklu ve hükümlüler oluşturuyor. Hapishanelerdeki kadın sayısı 4 bin 838. Sayısı 3 olan 1395 kişi kapasiteli kadın açık hapishanelerinde 572 kadın hükümlü bulunuyor.
Aynı resmi raporlara göre çocuk hükümlü ve tutuklu sayısının 2 bini geçtiği Türkiye, bu açıdan da rekor kırıyor. Çocukların esaret altında tutulduğu “çocuk hapishaneleri” sürekli olarak işkence, baskı, cinsel taciz ve tecavüzle gündeme geliyor. Çocuk yetiştirme yurtlarından başlayarak, çocuklarla ilgili ne kadar kurum varsa, hepsinde çocukların hangi insanlık dışı muamelelere maruz kaldığına yazık ki sürekli tanık olmaktayız. Yılmaz Güney’in Duvar’ı aynı zamanda yaşanmaya devam eden bir trajedidir.
Sürekli olarak yeni adlar altında hapishanelerin açıldığı Türkiye’de, devlet yetkilileri için bu, reklamı yapılması gereken bir övünç kaynağıdır. Her türlü baskı ve sömürünün yaşandığı bu sistemde, adalet mekanizmasının çarkları öylesine acımasızdır ki, Türkiye hapishanelerinde çocuklar hiç sebepsiz mahkum edilmektedir. Görüş kabinlerinde büyümek zorunda kalan çocuklarla, dört duvar arasında büyümek zorunda kalan çocuklar arkadaş bile olamamaktadır. Duvarlar engeldir buna. Tüm hapishanelerde annelerinin yanında kalan 0-6 yaş arası çocuk sayısı 285’tir.
Çocuk denince ilk akla gelen masumluktur oysa. Ancak yaptığı hapishaneleri boş bırakmamak için suç ve suçlu üreten kapitalist sistem, çocukların masumluğunu demir parmaklıklar arkasında, dört duvar arasına kilitlemiştir. Hapishanelerin o dar havalandırmasında, güneşin uğradığı saatleri bekleyen 285 çocuk! Sayı saymayı yıldızlara bakarak öğrenemeyecek olan, oyuncaksız büyüyen 285 çocuk! Doğduklarında ilk duydukları sesler demir kapıların gürültüleri olan o çocuklar... Gardiyan bağırmalarıyla uyanan, “arama var” sözlerine alıştıkça esaretlerini anlayan çocuklar...
Yaşananlar Uçurtmayı Vurmasınlar’daki bir sahne değil, sadece gerçektir. Ürkütücü, tahammül edilemeyecek bir gerçek. O daracık gökyüzüne uğramayan uçurtmalar için “niye uçmuyor” diye soran 285 çocuğun gerçeği. Ranzalarda rüyaya dalan çocukların, kuracağı düşler baştan sınırlanmıştır. Yaşları 0-6 arasıdır ama özel yemekleri yoktur, hapishane mutfağından beslenmek zorundadırlar.
Hapishane koşullarının üzerine çok söz söylenmesine gerek kalmamış bir ülkede, bu en elverişsiz şartlarda bir çocuğun büyümesi ve gelişmesi mümkün olabilir mi? Devletin şefkatli ellerinin çocuk hapishanelerinde o çocukların narin bedenini, ruhunu nasıl incittiği ortadayken, aynı eller hapishanelerde yaşamak zorunda bırakılan çocuklara şefkat gösterebilir mi?
Bir çok imkandan yoksun olan mahpusların çocukları da aynı yoksunluğu yaşamak zorunda bırakılmaktadırlar. Hapishanelerde hekim ihtiyacı bir tarafa, koşulları göz önüne getirildiğinde psikologların, hele çocuk psikologlarının olmaması kabul edilebilir bir şey değildir. Ruhsal, sosyal, fiziksel, zihinsel gelişimi için asla olmamaları gereken yerde bulunan çocuklar, asla teslim edilmemesi gereken insanların insafına terk edilmiş durumdadır.
İşte oralardan, küçücük havalandırmalardan gökyüzüne bakarak uçurtma arayan çocuklar hala sormaktadır; “Niye uçmuyor?” Bu sorunun muhatabı elbette devrimcilerdir. Gözlerimize yapışan o temiz çocuk bakışlarına verilecek cevapsa bellidir; “Güzel günler göreceğiz çocuklar / Motorları maviliklere süreceğiz/ Çocuklar inanın, inanın çocuklar / Güzel günler göreceğiz, güneşli günler.”