“19 Aralık’ta direniş bayrağını daha yukarıya yükselttik!”

2000 Ölüm Orucu (ÖO) direnişçisi Muharrem Kurşun’la 19 Aralık süreci ve güncel planda hapishanelerde yaşanan gelişmeler üzerine konuştuk.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 19 Aralık 2016
  • 08:01

- TKİP davası tutsağı olarak 2000 Ölüm Orucu direnişinde ilk ekipte yer aldınız. 19 Aralık Katliamı ve direnişini yaşadınız. Kısaca 19 Aralık sürecini anlatır mısınız?

- 19 Aralık direnişini anlatmadan önce bir şeyi vurgulamam gerekiyor. Kişi olarak, 19 Aralık direnişinde kendimi de şaşırtan bir şey yaşadım. Ölüm her an gelecekmiş gibiydi, ama hiç korkmadım. Neredeyse kişiliğimle taban tabana zıt bir durumdu cesur davranmam. Bunu devrime, sosyalizme olan inancım ve özellikle de kolektif bilinç ve ruhla kuşanmış olmama bağlıyorum. O anda kişi olarak bana ne olur diye hiç düşünmedim. Yoldaşım ve can dostum olan Habip yoldaşın bize, bana devrettiği bayrağa leke sürdürmemeliydim. Habip’in yoldaşı bir tutsak olarak, teslim olmamalıydım. Deyim yerindeyse 19 Aralık’ta ve sonrasında direnen tek başına ben değil, bende o an vücut bulan kolektifti. Düşünce, ruh ve yürek olarak kolektiften uzak herkes, teslim olmadıysa bile, geri adım attı.

Ben Çankırı Hapishanesi'ndeydim. Burada DHKP-C davasından Hasan Güngörmez ve İrfan Ortakçı feda eylemi gerçekleştirdi. İrfan 2 gün, Hasan 9 gün sonra ölümsüzleşti. 2 siper yoldaşı için de aynı durum söz konusu. İrfan, havalandırmada feda eylemi yaptı. Daha doğrusu yapmaya çalıştı. Önce ateş alan bedenini söndürmüşler ve çatıdan üzerine kiremit yağdırmışlardı. İrfan’ı mutfağa aldığımızda, eminim korkunç acı çekiyordu. Ama bir kere bile “ah” dediğini duymadım. İrfan’ı tanıyan biri, önce olanları bilmeden mutfakta görseydi, hiçbir şeyi yok diye düşünürdü. '96 ÖO gazisi bir yoldaşının dizine başını koymuş, sakince yatıyordu. İrfan’ın yaptığı o an destansı bir kahramanlıktı. Kahramanlığı yapan tek başına o değil, onda vücut bulan kolektifti.

19 Aralık direnişini tek cümleyle özetleyebilirim: Devrimci tutsaklar olarak teslim olmadık ve direniş bayrağını aynı anda 20 hapishanede yükselttik.

- 19 Aralık’ta 28 tutsak ölümsüzleşti. Kimileri buna kayıp olarak bakıyor. Sizce kayıp mıdır?

- 28 siper yoldaşının ölümsüzleşmesini bir kayıp olarak değerlendirenler, ekonomist bir gözle sürece bakan teslimiyetçi liberallerdir. Böyle düşünen biri siyaseten nerede durursa dursun, gerçekte liberaldir. Demin söylediğim gibi, teslim olmayıp direniş bayrağını yükselttikten sonra, sadece can kaybımızı en aza indirmeye çalışabilirdik. Sadece 19 Aralık için değil, her zaman teslim olmayıp, direnişi seçmek, ölüm dahil bedel ödemeyi göze almayı gerektiriyor. Bedel ödemeyi göze almadan direnmek mümkün değil. 28 canımızı kaybetmemenin tek yolu vardı; saldırı başlar başlamaz teslim olmak! İşte o zaman devrim ağır bir yenilgi alırdı.

Evet 19 Aralık sonrası bizi hücrelere attılar. Önemli bir mevzi kaybettik. Ama ne biz, ne de devrim yenildi. Bugün hücreler hâlâ var. Ama direniş sürüyor. Hâlâ sermaye devleti, ne tutsakları, ne de devrimi teslim alabilmiş değil, teslim alamayacak da. Çünkü 19 Aralık’ta 28, toplamda 122 canla direniş ateşi hiç sönmeyecek biçimde harlandı.

- Hapishanelerde direniş olduğu kadar saldırılar da yaşanıyor. Bunun nedeni nedir?

- Direniş olduğu için saldırı yok. Saldırı olduğu için direniş var. Ecevit Ulucanlar Katliamı'nın yaşandığı günden önceki gece bir şey söylemişti: İçeriye hakim olmadan, dışarıya hakim olamayız. Ne Ulucanlar’da, ne 19 Aralık’ta, ne de bugün içeriye hakim olmayı başaramadılar. Bunun dışarıya dolaysız yansıması oluyor.

Yani gerçektende içeriye hakim olmadan, dışarıya hakim olamıyorlar. Bu yüzden saldırıları sürekli artıyor. Tutsaklar Ulucanlar’da, 19 Aralık’ta, Ölüm Orucu’nda yükseltilen direniş bayrağına sahip çıkıyor, teslim olmuyorlar.

Hapishanelerdeki tutsakların, daha ağır bedel ödememesinin tek yolu var. Dışarıdan, içeriye güçlü bir dayanışma köprüsü kurmak.

Kızıl Bayrak / Adana