15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen askeri darbe girişimini “Allah’ın lütfu” ilan eden Tayyip Erdoğan’la müritleri, aradan geçen altı yılda ülkeyi tam bir çöküşe sürüklediler. Elbette darbe girişiminin “mistik güçlerle” bir ilgisi yoktu. Ancak o darbe olmasaydı saray rejiminin kendini bu kadar tahkim etmesi de mümkün olmazdı. Bu bağlamda, din istismarına dayalı siyaset yapan AKP zihniyetinin meseleyi “Allah’ın lütfu” şeklinde tanımlaması eşyanın tabiatına uygundu.
Darbe girişiminde bulunan da bilmesine rağmen darbeyi önlemeyen de başarısız darbeyi “sivil darbe” yapmak için fırsata çeviren de dinci-gericilerdi. Gerçekler tersini kanıtlasa da kendilerini “darbe ve askeri vesayet karşıtı” diye pazarlayan dinci-gericilerin bu makyajları 15 Temmuz’da dökülmüş oldu. Hem AKP hem Fethullah Gülen cemaatinin takkesi düştü, kelleri göründü.
***
Darbenin “kontrollü” ya da “şaibeli” diye tanımlanması boşuna değil. Zira, halen açığa çıkartılmayan birçok karanlık noktası var. Örneğin siyasi ayağı halen gizleniyor. Çünkü “siyasi ayak” esas olarak her türden gericiliğin koalisyonu olan mevcut gerici-faşist rejimdir. Bu olayda rol oynayan dinci-gerici iki akımın da (AKP-Cemaat) gerçeği söylemesi mümkün değil. Zira bir taraf darbenin planlanmasında rol almış, diğeri ise bildiği halde engellemek için kılını kıpırdatmamış, tersine darbeyi provoke ederek gerçekleşmesi için çaba harcamıştır. Yani gerçekleri söylemek iki tarafın da işine gelmiyor. Nitekim Cemaat darbenin “tiyatro” olduğunu iddia ederken, AKP “zafer” diye yutturmaya çalışıyor.
Darbe girişimine varan süreç, AKP ile Cemaat arasında on yıl süren “balayının” son bulmasının kaçınılmaz sonucuydu. Ele geçirilen iktidar ve diğer ganimetlerin paylaşılması, on yıl boyunca birlikte Cuma namazı kılanları karşı karşıya getirdi. Girişilen karşılıklı hamlelerden sonra, devleti yöneten konumda olmanın avantajını kullanan AKP, 15 Temmuz bahanesiyle cemaate tüm gücüyle şiddetle saldırdı.
Cemaatle kavgaya tutuşunca düzenin farklı güçleriyle ittifaklar kuran AKP, MHP ile olan ortaklığını “Cumhur ittifakı” adı altında “resmi” hale getirdi. Perinçekçi gericiliği de peşine takan AKP, 15 Temmuz’u dinci-faşist rejimi tahkim etmenin imkanı olarak kullandı. Anayasayı değiştirdi, tek adam rejimini kurdu, ülkeyi KHK’larla yönetmeye başladı, yüzbinlerce kişiyi işten attı, Cemaate mensup kapitalistlerin ya malına el koydu ya da onları haraca bağladı. Yine aynı süreçte “FETÖ borsası” kurarak şantaj ve tehditle rant kaynakları yarattı. Tarikatlarla işbirliğini daha da pekiştirerek, Fethullahçı kadroların tasfiyesiyle devlet kurumlarında oluşan boşluğu, diğer tarikatların militanlarıyla doldurdu.
***
AKP ile suç ortakları 15 Temmuz’u dinci-faşist “sivil” darbe yapmak için tepe tepe kullandılar. Buna karşın 15 Temmuz’un şaibeli olduğu, AKP’nin de en az Fathullahçılar kadar bundan sorumlu olduğu gerçeğinin üstünü örtmeyi başaramadılar. Toplumun geniş kesimleri AKP’nin “FETÖ’nin siyasi ayağı” olduğundan kuşku duymuyor. On binlerce kişiyi bir sendikaya üye olduğu ya da bir bankada hesap açtığı gerekçesiyle kamudan ihraç eden, bir kısmını hapislere atan Tayyip Erdoğan’la müritlerinin, Cemaat lideri sayılabilecek birçok kişiyle işbirliğine devam etmesi, saray rejiminin çevirdiği kirli pazarlıklar hakkında konunun meraklılarına yeterince fikir verdi.
15 Temmuz gecesi 250’den fazla kişinin öldürülmesine neden olan çatışmalarda AKP militanları, cihatçı çeteler ve Tayyip Erdoğan’la çalışan SADAT’ın organize ettiği silahlı kişiler sokaklardaydı. Çetelere silahlar dağıtıldığını, bu kişilerin cinayetler ve başka suçlar işlediğini, teslim olmuş erlerin linç edildiğini gösteren videolar yayınlandı. Nitekim AKP-MHP koalisyonu bu cinayetlere karışan “sivillerin” yargılanmayacağına dair bir KHK çıkardı. Belli ki, o kanlı dosyaların açılmasını engelleme telaşına kapılmışlardı. Çünkü ortada öldürülmüş yüzlerce insan vardı. Bu cinayetlerin kaçının darbe girişimcileri kaçının AKP’nin kullandığı çeteler tarafından işlendiği halen de gizleniyor.
***
Perinçekçi gericilik tarafından da desteklenen dinci-faşist rejimin 15 Temmuz’u “Allah’ın lütfu” olarak kullandığı, buna dayanarak hedefleri yönünde hızlı mesafe kat ettiği bir gerçek. Ancak devleti ele geçiren AKP-MHP koalisyonun giderek bir mafyalar-çeteler-tarikatlar koalisyonuna dönüşmesi, bu “yerli/milli” rejimin iliklerine kadar kokuşmasını da kaçınılmaz kıldı. Artık bütün katillerin, mafya babalarının, çete başlarının, tarikat şeyhlerinin, yani bilumum suç şebekesinin koalisyonuna dönüşen bir “tek adam” rejimi var işbaşında.
AKP-MHP rejiminin ülkeyi bu hale sürüklemesinin bedelini ise işçi ve emekçiler başta olmak üzere, toplumun geniş kesimleri ödüyor. Bu ise rejimin toplumsal desteğini yitirmesine ve dinci-faşist koalisyonun çöküşe doğru sürüklenmesine neden oluyor. Varılan nokta üzerinden bakıldığında, artık “suç şebekesi” diye tanımlanan saray rejimi için “sonun başlangıcı” sürecinde olduğu hemen her kesim tarafından dile getiriliyor.