YÖK hangi ihtiyacın ürünüydü?
1960-70’li yıllar Türkiye’de sosyal uyanışın hız kazandığı yıllar oldu. İşçi sınıfı ve emekçilerin yanı sıra, dönemin en hareketli kesimini gençlik ve üniversiteler oluşturuyordu. Gençliğin yalnızca üniversite içindeki sorunlara değil toplumsal sorunlara olan duyarlılığı sermaye düzeninin korkulu rüyasıydı. Ülke çapında yaşanan bu sosyal uyanış 1980 askeri-faşist darbesiyle ezilirken üniversiteler de bu askeri-faşist darbeden nasibini alacaktı. Darbe öncesinde de üniversitelere yönelik saldırılar yaşanıyor, ancak bunlar büyük çaplı sonuçlar doğurmuyordu. Bunun için üniversitelerde demir bir yumruğa ihtiyaç vardı. Bunun adı da Yükseköğretim Kurulu (YÖK) olacaktı. 6 Kasım 1981'de çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile YÖK kuruldu. 1982 anayasasıyla da güvence altına alındı. Darbe öncesi üniversitelerde bir nebze de olsa var olan özerk yapı ortadan kaldırıldı, üniversiteler YÖK’le birlikte tamamen sermayenin talanına ve insafına bırakılmış oldu.
YÖK’ün kuruluşunun ardından hedefte ilk olarak ilerici-devrimci öğrenciler ve akademisyenler vardı. Zira onlar dikensiz gül bahçesi yaratma yolunda birer dikendiler ve temizlenmeliydiler. “Sıkıyönetim komutanlarının bölgelerinde genel güvenlik, asayiş veya kamu düzeni açısından çalışmaları sakıncalı görülen veya hizmetleri yararlı olmayan kamu personelinin statülerine göre atanması veya işine son verilmesi, yerel yönetimde çalışanların görevden uzaklaştırılması veya işlerine son verilmesi hakkındaki istemleri ilgili kurum ve organlarca derhal yerine getirilir.” 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile ilan edilen bu sakıncalılar(!) listesi başta akademisyenler olmak üzere binlerce kamu emekçisini kapsayacaktı. 1402’likler olarak bilinen ve Orhan Alkaya, Server Tanilli, Haluk Gerger, Korkut Boratav’ın da aralarında olduğu yüzlerce akademisyen bu kanunla görevden uzaklaştırılacaktı. YÖK’ün ilk hedefi üniversiteler üzerinde baskı kurmak, ilerici birikimi tasfiye etmek oldu. Ancak YÖK’ün işlevi bununla sınırlı değildi. 24 Ocak kararları olarak tarihe geçen ve ekonominin tam anlamıyla sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürülmesini öngören kararların üniversite cephesinde de uygulanmasının garantisi olacaktı YÖK. İlk elden, 1984 yılında Türkiye’nin ilk özel üniversitesi olan Bilkent Üniversitesi kuruldu. 1990’lı yıllarla birlikte devletin de yardımlarıyla özel üniversiteler giderek palazlandı. Özel üniversitelere yönelik devlet desteği artarken devlet üniversitelerine yardım giderek azaldı. 1973 yılında yasada yer alan ancak 1975 yılında Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla kaldırılan har(a)ç uygulaması tekrar gündeme geldi. Bu kararla 1975-1981 yılında öğrenciler har(a)ç ödemezken, 6 Kasım 1981 tarihli Yükseköğretim Kanunu’nda har(a)ç ödenmesi tekrar yer almıştır. Öğrencilerin her dönem tepkisiyle karşılaşan har(a)ç uygulaması YÖK’ün kuruluşunun ardından giderek şiddetlenmiştir. 1995 yılında YÖK Başkanı olarak göreve gelen Kemal Gürüz bir yıl önce TÜSİAD’a sunduğu raporda yükseköğretimde yapısal değişikliklere gidilmesi gerektiğinden dem vurmuştu. Aradan 1 yıl geçmesinin ardından YÖK Başkanlığı koltuğuna oturdu. Göreve gelmesinin ardından, 1996 yılında üniversite har(a)çlarına yapılan %400’lük zam ilk icraatlarından biri oldu Gürüz’ün. Ancak bu o kadar kolay olmayacaktı. %400’lük zam gençliğin biriken öfke duvarına çarpacaktı. 1996 yılında zamlara karşı İstanbul Üniversitesi işgal edildi, kent merkezlerinde eylemler yapıldı. Gürüz ise işgalin ardından “istedikleri kadar bağırsınlar, paralı eğitime geçilecek” diyerek sermaye ve üniversiteler arasındaki bağı kurmada ne kadar kararlı(!) olduklarını dile getirecekti. Yine 2007-2011 yılları arasında YÖK Başkanlığı yapan Yusuf Ziya Özcan da devlet üniversitelerinin paralı olması gerektiğini söylemişti. YÖK balyozu altında kapitalist üretim ilişkilerine her anlamda entegre edilen ve birer ticarethane haline getirilmeye çalışılan üniversitelerde, öğrenciler de eğitimi satın alan birer müşteri haline getirilmeye çalışılıyor. Buna karşı çıkan öğrencilerin parasız eğitim talebi ve har(a)ç ödemeyi reddetmesi ise her defasında YÖK’ün “Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nde” yer alan maddeler doğrultusunda soruşturmaların konusu edildi, ediliyor.
Yıl 2017…
YÖK’ün kuruluşunun 36. yılındayız. 36 yıllık faşist darbe artığı YÖK, süreç içerisinde çeşitli değişikliklere uğrasa da bugün aynı misyonla yoluna devam ediyor. Üniversiteler 1980 askeri faşist darbesiyle asker postalları altında ezilirken, 36 yılın ardından geçtiğimiz aylarda KHK’larla ihraç edilen akademisyenlerin cübbelerini bu kez polis postalları ezdi. 80 askeri faşist darbesinin ardından çıkarılan 1402 yasasıyla binlerce akademisyen ve kamu emekçisi görevden uzaklaştırılırken bugün de yayınlanan onlarca KHK’yla binlerce ilerici akademisyen ve kamu emekçisi ihraç ediliyor. YÖK’ün kuruluşunun ardından üniversiteleri sermayenin talanına açma projelerinin ardı arkası kesilmezken bugün de bu projelerin devamı geliyor. Son olarak Erdoğan, Beştepe Millet Kültür ve Kongre Merkezi'nde düzenlenen "2017-2018 Akademik Yılı Açılış Töreni"nde yaptığı konuşmada, "Yükseköğretim programları ve kontenjanlarıyla meslek yüksekokullarının planlamasının artık YÖK'ün koordinasyonunda belirlenecek olmasının, bu hususlarda yaşanan sıkıntıların önüne geçeceğine inanıyorum. Her dönemde sözü edilmesine rağmen bir türlü arzu ettiğimiz seviyeye ulaşmayan üniversite-özel sektör işbirliği için de önemli adımlar atılıyor. Fen ve mühendislik alanlarındaki iş yeri eğitimlerinin teşviki için meslek yüksekokullarının organize sanayi bölgelerinde de kurulabilmesinin önü açıldı” dedi. Hâlâ sermaye-üniversite arasındaki bağı güçlendirmenin hesabı yapılıyor. ‘80 askeri-faşist darbesi sorgulayan-düşünen öğrenci kesimine yönelik dizginsiz bir terör uygularken bugün de bu korkunun ifadesi olarak üniversitelerde siyaset yasağı ilan ediliyor. Bunun karşısında devrimci faaliyeti ısrarla devam ettiren öğrencilere soruşturma-uzaklaştırma terörü uygulanıyor, ÖGB-polis-faşist çeteler eliyle saldırılar gerçekleştiriliyor.
6 Kasım gençliğin 1 Mayıs’ıdır!
Bu topraklarda 6 Kasım demek gençliğin 1 Mayıs’ı demektir. Nasıl ki 1 Mayıs’larda işçi sınıfı ve sermaye düzeni karşı karşıya geliyorsa 6 Kasım'da da gençlik geleceğine sahip çıkmak için YÖK düzeninin karşısına çıkıyor. Dün büyük bir öfkeyle sokakları dolduran gençlik bugün de alanlarda olmalıdır. Zira yapısı değişse de, farklı isimler alsa da YÖK ve onu yaratan YÖK düzeni hâlâ yerli yerinde duruyor. Gençliği geleceksizliğe, gericiliğe mahkum eden YÖK ve YÖK düzenine karşı 6 Kasım’da alanlara…
D. Yalım