Depremin ardından 7 ay geçmesine rağmen tüm insani ihtiyaçlar ilk günkü kadar elzem bir halde. İnsanların ve koca bir kentin yası sürüyor. Depremden 4 gün sonra Antakya'ya giderek toplu bir cinayet işleyen devlet, bu kez de depremzedelerin yaşam alanlarını, tarlalarını sermayedarlara peşkeş çekerek, imara açıp talan ediyor. Yaşam alanlarını ellerinden geldiği kadar düzeltmek isteyen depremzede emekçilerin karşısına ise devletin yasaları koca bir duvar olup çıkıyor. Tablo bu halde ve sorunlar halen sıcakken çocuklar, gençler eğitimlerine devam edebilmek için fazlasıyla gayret ediyorlar. Bizler de bir kez daha depremzede emekçiler ve gençlerle drama atölyelerimizle, çeşitli etkinliklerimizle dayanışmak ve mücadeleyi yükseltmek için Antakya'ya gittik.
Çocuklar, hiç kuşkusuz bu sürecin en fazla mağdur edilen kesimi oldu. Gittiğimiz köylerde ilk olarak onlarla tiyatral bir tanışma gerçekleştirmiş olduk. Bu onların birbirleri ile kaynaşma, oyun geliştirme ve dayanışmaları için de faydalı bir etkinlik oldu. Bu anlamda biraz da olsa onların yaşamlarına dokunmuş olmak çok kıymetli idi. Oyunların her birine büyük bir istekle katıldılar. Tanışma oyunları ve serbest oyunların ardından “Ekoloji ve Çevre Hakları” temalı drama çalışmamız ile devam ettik. Bu drama çalışmasında çocuklarla doğamızı, ekosistemi, çevre haklarını ve en önemlisi insanların çevre üzerindeki hâkimiyetinin boyutu üzerine oyunlar oynayıp tartıştık ve sohbet ettik. Tartışmaların ardından hazırladıkları tiyatrolarla çevrenin bir parçası olduklarını ve onu korumamız gerektiğini vurguladılar.
Gittiğimiz köylerde bir diğer dikkatimizi çeken nokta ise; mülteci konusunun bu denli konuşulup-tartışıldığı bir ortamda çocukların din, dil, ırk ayırt etmeksizin rahatça birbirleri ile kaynaşabilmeleri oldu. Çocuklar deprem esnasında yaşadıklarını bizlere anlattılar, onları bir nevi anlamamızı istediler. Sorunun büyüklüğünün farkındaydılar ve ortak acılar yaşadıkları için birbirlerine daha sıkı bağlanıyorlardı. Bir yandan da geçirdikleri bu hassas dönemin getirisi olarak fazlasıyla hassaslardı. Örneğin bir oyun esnasında kendi yaş grupları için bile çok da sorun olmayabilecek bir meseleden hemen üzülüp, kendini yok sayılmış hissedebiliyorlardı. Fakat onu anlayarak iletişim kurduğumuzda hızlıca oyuna dönebiliyorlardı. O zorlu koşullarda, elimizdeki kısıtlı imkanlarla gittiğimiz alanlar için planladığımız birçok şeyi yapabileceğimize olan inancımız tamdı. Eldeki kısıtlı imkânlarla oyun üretmek çocukların yaratıcılıklarını geliştiren bir noktaya da dönüşmüş oldu.
Yaşamın gün geçtikçe daha da zorlaşmasına karşı direnen ve topraklarında kalan emekçilerin mücadelesi yarınlara kalacak. Hatıralarına, kültürüne, diline, geleceğine sahip çıkan depremzede emekçilerin ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için ortak mücadeleyi yükseltmeli, dayanışma çağrısını okullarınızda, sokaklarda yükseltebilmeliyiz. Hiçbir şey bitmedi, kökten bir çözüm olmadığı müddetçe de bitmeyecek… Omuz omuza mücadeleye devam!
Bir köyden diğer köye giderken çocuklarla birlikte göğe yükselttiğimiz şu sözlerle yola devam edeceğim/edeceğiz.
“Çocuklar inanın, inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz güneşli günler
Motorları maviliklere süreceğiz
Güzel günler göreceğiz güneşli günler”
Kadir Has Üniversitesi'nden bir DGB'li