93. yılında Mustafa Suphiler’den devraldığımız şanlı kızıl bayrak, biz komünistlerin elinde dalgalanmaya devam ediyor. Mustafa Suphi, fiilen işgal altında, feodal sömürü bataklığına saplanmış olan Osmanlı koşullarında komünizmi ve Bolşevizm’i temsil eden yiğit bir devrimcidir. Onun Anadolu ve Mezopotamya toprakları üzerinde yaktığı kıvılcım, bugün emekçi mahallelerinde, barikatlarda, dağlarda ve fabrikalarda isyan ateşine dönüşmüştür. Onun tarafından başlatılan bu zorlu yürüyüş, yine bir başka zor dönem devrimcileri olan bizler tarafından sürdürülmektedir ve sürdürülecektir. Ta ki zafere kadar!
Suphi, siyasal bilimler okumakta olduğu Fransa’da, dönemin önde gelen sosyal-demokratlarıyla ve burjuva sosyalistleriyle görüşür. Osmanlı’nın mutlakiyetçi rejimini reformlarla eritip, ona burjuva bir nitelik kazandırmak isteyen ve dönemin popüler milliyetçilik akımından etkilenmiş olan İttihatçılarla birlikte olur. Partinin 1911 yılındaki Genel Kongresi’nde yönetimle ters düşer ve ayrılır. Siyasi mülteci olarak Rusya’ya kaçan Suphi, komünist düşünceyle adım adım devrime doğru gitmekte olan bu topraklarda tanışır. Ekim Devrimi’ne kadar Çarlık Rusyası'nda sürgündeki Türkler arasında komünizmi ve Bolşevizm’i yayar. Çarlık tarafından tutuklanır ve zindanlarında yıllar geçirir. Rus İç Savaşı’nda Kızıl Ordu içindeki Türklerin komutanlığını üstlenir ve örnek bir enternasyonalist tavır sergileyerek zafere giden yolda öncü bir role sahip olur. Yani milliyetçi bir burjuva iken, sosyalizm savaşına önderlik eden bir devrimci haline gelir.
Mustafa Suphi, 10 Eylül 1920 günü, 75 delege ile Bakü’de Türkiye Komünist Partisi’ni kurar. Sovyetler tarafından güvenilir bir liderdir. Anadolu topraklarının gelecekteki sosyalist önderi olarak tanınır. Suphi önderliğindeki TKP, İngiliz, Fransız ve İtalyan emperyalizmine ve onların kuklası Yunan devletine karşı mücadele veren Kuvay-ı Milliye’ye destek verir. O ve yoldaşları, bir an önce anavatanlarının emperyalist işgalcilerden arındırılması savaşına katılmak isterler. Kuvay-ı Milliye’nin ve yeni kurulmuş cumhuriyetin önderi Mustafa Kemal, TKP’nin savaşa katılmasından gurur duyacağını bir mektupla iletir. Şartlar tamamdır, komünistler ulusal kurtuluş savaşında cepheye gitmeye hazırlardır. Ancak yeni kurulmuş cumhuriyet, Suphi ve yoldaşlarının propaganda amaçlı gittiği illerde karşılarına öfkeli ve kışkırtılmış kalabalıklar çıkarır. Üstelik can güvenliklerini dahi sağlamaz. Devlet, komünistlerden yardım istediği zaman dahi korkmaktadır. Böylesine bir düşmanlık ortamında propaganda yapmanın mantıksız olduğunu düşünen Suphi ve 14 yoldaşı, yeniden Sovyetler Birliği’ne doğru yol almak için devlet tarafından tahsis edilen bir tekneye binerler Trabzon’dan. Cumhuriyet tarihinin ilk kontrgerilla operasyonu ve cinayeti ve hatta katliamı sayılan bu olayda Mustafa Suphi, eşi Meryem Suphi ve on dört TKP yöneticisi tetikçi Yahya Kahya tarafından öldürülür. Türkiye komünist hareketi, yaygınlaşmadan çok büyük bir darbe almış olur.
Bugün Suphi’nin anısını yaşatanlar direnişin en önünde yer alanlar, barikatın ateşini korlayanlar, idam sehpasını itekleyenler ve aydınlık yarınlar için tereddütsüzce canını feda eden devrimcilerdir. Halkı için ölenlerdir.
Mustafa Suphi, okuma yazma bilmeyen, yüzyıllardır toprak ağalarının ve paşaların zulmü altında ezilen, emeği sömürülen mazlumların toprağına, Anadolu’ya doğacak kızıl güneşin ilk elçisidir. O ve yoldaşları iradenin, azmin, enternasyonalizmin ve devrimci tavrın en kararlı temsilcilerindendir. Onun fikri hala Zonguldak’ta madenci Kazım’ın, Şırnak’ta çoban Ahmet’in, Konya’da çiftçi Recep’in, evinden çıkamayan Nurcan’ın, buz gibi soğukta mendil satan çocuk Berivan’ın, Van’da evsiz Süleyman’ın tek çözüm yoludur. İnsanlığın kurtuluşu sosyalizmdedir, Mustafa Suphi ve on dörtler bu yolda rehberlerimizdir.
F. C. Akkaya