Patronlar için bulunmaz bir nimet olan meslek liseleri bugün de yarın da emekçi çocukları için sömürü ve ölüm demektir.
Meslek liseleri 1940’lı yıllarda, gelişen Türkiye kapitalizmine kalifiye eleman yetiştirmek amacıyla kurulmuş, 1950’lerde ise meslek yüksek okulları açılmıştır. Sermayenin teknik eleman ihtiyacını karşılayan ve müfredatları patronların istekleri gözetilerek hazırlanan bu liselere özellikle işçi ve emekçi çocukları yönlendirilmiştir. Meslek liseleri o günden bu yana, sermaye sınıfı açısından muazzam bir sömürü alanı haline gelmiştir. Bırakalım bu okullardan mezun olup kalifiye işçi statüsüne erişmeyi, öğrenciler daha okul sıralarındayken ‘staj’ adı altında uygulanan emek sömürüsüyle, her türlü haktan yoksun olarak çalıştırılmaktadırlar. İşte bu liseleri ‘memleket meselesi’ haline getiren de budur. Bunun için patronlar ‘iplerin’ kendi ellerinde olmasını, böylece kamunun sınırlı denetiminin de ortadan kalkmasını istemektedirler.
Meslek lisesi öğrencilerinin stajyerlik adı altında sermayeye ucuz işgücü olarak peşkeş çekilmesi sistem tarafından zaten güvenceye alınmıştır. Üstelik öğrencilerin diploma alabilmeleri için bu sömürü çarkından geçmeleri zorunlu kılınmıştır. Nitekim öğrencilerin geleceği patron veya müdürlerin staj dosyasına yazacakları değerlendirmelere göre belirlenmektedir. Bu değerlendirmelerin hangi kriterler üzerinden gerçekleştirildiği ise tartışmasızdır. Sömürü koşullarına, baskı ve dayatmalara kim daha çok biat ederse onun puanı yüksek tutulmaktadır. Böylece staj süresi boyunca bir öğrenci “normal işçi” gibi çalıştırılmakta ve tüm angarya işler ona yüklenmektedir. Buna itiraz eden öğrencinin ise stajının ‘yanma’ ihtimali hep saklıdır. Ama anlaşılan o ki sömürünün bu yoğun hali bile patronları tatmin etmemektedir.
Sürekli gelişen ve teknolojik açıdan donanan kapitalizmin ihtiyaçları her geçen gün artmakta ve farklılaşmaktadır. Bu açıdan meslek liselerinin dönüşümü de gündeme gelmektedir. Özellikle büyük sermaye gruplarının meslek liselerine daha çok müdahale etme, hatta doğrudan onları yönetme isteğiyle yanıp tutuştukları da bilinmektedir. Sermaye devleti geleceğin bu genç işçi kuşağı üzerinde sıkı bir denetim kurmanın taşıdığı önemin bilincindedir. Zira emek sömürüsü var olduğu sürece, sınıf mücadelesinin de var olacağı ve sınıfın bu genç kuşağının da bu mücadelenin bir parçası haline gelebileceğini en iyi sermaye sınıfı bilmektedir. Bunun için dizginleri sıkı tutmanın peşindedir. Hatta, güncel bir örnek vererek devam edecek olursak, sermayedarların bu konuyla ilgili adımların atılması için devleti sürekli ‘sıkıştırdıkları’ somut olarak görülecektir. Geçtiğimiz günlerde TOBB’a bağlı 365 sermaye temsilcisinin, 7. Ticaret ve Sanayi Şurası toplantısında yeni Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a taleplerini arz ettikleri ve seçimlerin ardından gerçekleşmesini temenni ettikleri dilekler bu yöndedir.
Ölüm ne yana, şölen ne yana düşer usta?
Ne acı bir tesadüftür ki Gebze’de kurulu bulunan Filli Boya Fabrikası’nda “staj” yaptığı esnada elektrik akımına kapılan meslek lisesi öğrencisi Oğuzhan Çalışkan’ın ölümünden iki gün sonra Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında yapılan o toplantıda, Oğuzhan gibi milyonlarca meslek liseliyi ilgilendiren önemli meseleler konuşuluyor, aynı zamanda bu kez tesadüf olmadığına emin olduğumuz bir ‘sıkıntı’ dile getiriliyordu. İş mahkemelerinin patronların aleyhine karar vermesini eleştiren katılımcılar devlet erkanından yeni düzenlemeler yapılmasını istiyorlardı. Yani işten atmalarda, hak gasplarında, iş kazalarında aklanmak için. Meslek liselerinin bugünkü konumundan tatmin olmayan ve o liselerdeki milyonlarca genç işçiye gözünü diken bir patron, mesleki eğitimin iş dünyasının denetimine bırakılmasını istiyordu. Sonra bir başkası ağzından salyalar akıtarak yine meslek liselerinin ‘memleket meselesi’ olduğundan dem vuruyordu. Onun ardından konuşan, sanayi-eğitim işbirliğinin öneminin altını çiziyor ve diğerleri de ona alkış tutuyordu. Bu olaydan iki gün önce Gebze’de Oğuzhan ölüm-kalım mücadelesi verirken hastane kapısında bekleyen ailesi de, onun katillerinin lüks ve klimalı salonlarda bu istişareyi yapacağından habersiz ‘azraile’ kızıyorlardı. “Bu kadar erken olur mu?” diye. ‘Kaderlerinden’ yakınıyorlardı, dizlerini dövüyorlardı.
Bu iki karşıt dünyada olup bitenlerden bir diğerinin haberi yoktu elbet. Nasıl olsundu? Biri Gebze’de yaşayan emekçi bir ailenin evini tutuşturan yangındı ve yalnızca düştüğü yeri yakıyordu. Diğeri ise o lüks salonu dolduran yüzlerce patronun daha fazla nasıl kazanırım hesabıydı. Nasıl anlasındı bu bambaşka dünyalardakiler, birbirlerinin derdini? Ama birinin sevinci diğerinin kederiydi işte. Eğitiminin bir parçası olarak ‘staj’ yaptığı fabrikada emeği sömürülen Oğuzhan dünyamızdan yitip gideli iki gün olurken, patronların toplantısı da sona eriyordu. Ve her biri mutlu mesut ayrılıyordu oradan. Oğuzhan gibi binlerce ‘çırağın’ kanının bulaştığı ellerini ovuşturarak...
Meslek liselerinin “geleceği?”
Bahsettiğimiz Sanayi ve Ticaret Şurası Cumhurbaşkanlığı seçiminin hemen öncesinde yapıldı. Seçim öncesinde hükümete dert yanan patronlar desteklerinin karşılığını elbette istediler. Nitekim seçim süreci sona erdi. Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçiminden ‘zaferle’ çıktı. Şimdi sıra sermayenin ihtiyaçlarını bir bir karşılamanın vaktidir. Şura’da söz verdiği gibi, patronların lehine yasal düzenlemeleri onaylamak boynunun borcudur onun. Çünkü bu sistemin “fıtratında” vardır patronların ricalarını talimat bilmek. Peki, meslek liseleri özelleştirilirse ne olur? Bu sorunun yanıtı bir önceki paragrafta, Oğuzhan’ın hikayesinde. Ama biz yine de bir düşünelim ne olacağını. Şimdi staj adı altında sermayeye ucuz işgücü olarak sunulan milyonlarca meslek liseli bu kez doğrudan ücretli köleler ordusunun bir parçası haline gelir. Hatta belki de öğrenciler ‘eğitimi’ sona erene dek ücretsiz olarak çalıştırılıp kölelik yeniden diriltilir. Ancak bizim bugün de bildiğimiz bir şey var. O da patronlar için bulunmaz bir nimet olan meslek liseleri bugün de yarın da emekçi çocukları için sömürü ve ölüm demektir.
Meslek liselerinin “geleceğinden” bahsediyoruz ya, gençlik iki sınıf açısından da “gelecek” anlamına geliyor. Oğuzhan gibi liseliler, kapitalizmin insan öğüten çarklarında can vermesin, patronlar yüz binlerce öğrencinin emeğini sömürerek semirmesin diye genç işçi çalışmamızı güçlendirme ve bu alanda mesafe alma sorumluluğu bizleri bekliyor. Meslek liselerine yönelik özelleştirme saldırılarını püskürtmenin yolu liselerde, atölyelerde, fabrikalarda daha çok genç işçiyle buluşmaktan geçiyor.
(kizilbayrak.net’ten alınmıştır...)