“Devrimci proleter maya tutmuştur!..”
Devrimci bir proleter olan Alaattin Karadağ bundan 6 yıl önce, 19 Kasım 2009’da İstanbul Esenyurt’ta devrimci bir afişleme faaliyeti sırasında (TKİP 3. Kongresi’nin afişleri), düzenin katil kolluk güçlerince infaz edilmişti. Alaattin Karadağ, Antakya’da Arap-Alevisi yoksul köylü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Çok küçük yaşlardan itibaren çalışmak zorunda kalmıştı. 9 yaşında iken dönem dönem tamir atölyelerinde, 13-14 yaşlarında ise bir akrabasının atölyesinde düzenli olarak çalışmaya başlamıştı. Sermaye düzenin sömürü çarkları büyürken, bunun sosyal yaşamı, ilişkileri, değerleri şekillendirdiği bir ortamda Alaattin Karadağ bu değerleri sorguluyordu. Kimi zaman aile içindeki ilişkileri kimi zaman çalıştığı atölyelerdeki ilişkileri ve düzenin çıkara dayalı bu ilişki yapısını görüyordu. İnsanların birbirlerinin sorunlarına duyarsız, birbirlerine yabancılaşmış bu yoz ilişkileri şüphesiz ki sermaye sınıfının yarattığı bu düzenin bir parçası ve sonucuydu.
Bütün bu sömürü düzeni ve yarattığı sonuçlara karşı Alaattin Karadağ’ın öfkesi, isyanı ve mücadele etme isteği sürekli büyümekteydi. Nihayet henüz çok genç yaşlarda bir proleter olarak örgütlü mücadele ile tanışmış, safını sınıfından yana belirlemiş, profesyonel mücadeleyi seçmişti. O andan itibaren ise işçi sınıfının örgütlü mücadelesini büyütmek için birçok görev almış, mücadelenin gerekleri doğrultusunda sınıfın merkezi olan büyük şehirlere gitmişti. Bir yandan bir proleter olarak fabrikalarda çalışırken, bir yandan da örgütlülüğü arttıracak faaliyetlerde bulundu.
Alaattin Karadağ sermaye düzeni ile her an mücadele halinde bir profesyonel devrimciydi. Ve düzenin her saldırısında, gözaltılarda, zindanlarda sermaye düzeni Alaattin nezdinde onurlu işçi sınıfı ve onun gelecek yaratma davası ile karşı karşıya geliyor ve bu sınıfı yine profesyonel bir devrimci proleter olan Alaattin şahsında teslim alamıyor, yenilgiye uğruyordu.
Alaattin Karadağ, 2001 yılında, İzmir’de Emek Platformu’nca ABD- IMF-DB’nin yıkım programına karşı düzenlenen bir mitingde faaliyet yürütürken gözaltına alınmış, tutsak düşmüştü. Ancak ilk andan itibaren düzen cephesi örgütlü bir devrimciyle, bir proleterle karşılaşmıştı. Bütün baskı ve işkencelere rağmen Alaattin Karadağ şahsında bir sınıf direniyordu. Bu direnişi düzen mahkemelerinde de tereddütsüzce sürdüren Alaattin Karadağ yaptığı politik içerikli savunmada devrimci proleter kimliğini vurgulayarak şöyle diyordu:
“Bugün yargılanması gereken bizler değiliz. Esası itibarıyla yargılanması gerekenler bellidir. Bunlar; toplumsal eşitsizlikleri, toplumsal yıkımın boyutlarını daha da derinleştiren, emperyalist çıkarları uğruna insanlığı, doğayı bir paylaşım savaşıyla yıkıma sürükleyen, bu paylaşımın kırıntılarından yararlanmak uğruna kendi burjuva yasalarını dahi çiğneyerek asker gönderme kararıyla ülkemizi sonu belirsiz bir maceraya sürükleyen, karaparacıları, çetecileri, çeteleri, katilleri, işkencecileri aklayan ve koruyanlardır, devlet katında kahraman ilan edenlerdir.”
Alaattin Karadağ tutsak düştüğünde zindanlarda Ölüm Oruçları direnişi sürmekteydi. O da hiç duraksamaksızın bu direnişin bir neferi oldu. Tutsak düştüğü ilk günlerden başlayarak açlık grevi yapmış ve devrimcileri tecrit etmek, yıldırmak için yapılan F tipi saldırılarına karşı ölüm orucu direnişine tereddütsüz katılmıştı. Zira düzen her yerden işçi ve emekçileri kuşatmış, çıkarları için çarkları döndürüp sermaye sınıfının zenginliğine zenginlik katarken, sömürü altında yoksulluğu katlanan işçi sınıfının bir sıra neferiydi. Sömürü düzenini yıkmak için devrimci sınıf partisinin 17 saflarında mücadele ediyordu.
Alaattin Karadağ, “Düzen çözümsüzdür. Her geçen gün devrim ordusunu büyütmekte, geliştirmektedir. Düzenin çürümüşlüğünü, devrim-karşı devrim çatışmasını bu kadar yakından, bu kadar net yaşadıktan sonra komünist siyasal mücadele içerisinde yer almaktan başka bir alternatif olduğunu düşünmüyorum” diyerek mücadelesine soluksuz devam etti. Zindanlardan çıktıktan sonra da örgütlü devrimci yaşamını ve mücadelesini sürdürdü. Sınıf faaliyeti kapsamında çalıştığı bir fabrikada sağ elini pres makinesine kaptırmış ve 4 parmağını kaybetmişti. 19 Kasım 2009 tarihinde bir yoldaşı ile devrimci afişleme sırasında düzenin katil kolluk güçlerince fark edilmiş, yoldaşını korumuş ve yaşanan takip sonucu polislerce yaralı halde infaz edilmiştir. Sonrasında ise burjuvazinin çarpık “adalet” anlayışı kendini göstermiştir. Alaattin Karadağ’ı katledenler kendi mahkemelerinde, kendi yargıçlarınca aklanmış, suçsuz sayılmışlardır.
Ancak bu düzen “yaşamı köleleştirilmiş” milyonlarca işçi ve emekçinin sınıfsız, sömürüsüz gelecek mücadelesiyle yıkılmaya mahkumdur. Bu mücadele büyüdükçe katiller de hesap vermekten kurtulamayacaktır. Biliyoruz ki Alaattin Karadağ şahsında yok edilmek istenen ve saldırılan, örgütlü, devrimci ve partili bir sınıf mücadelesidir. Çünkü Alaattin Karadağ bu sömürü düzenini yıkacak örgütlü ve devrimci bir sınıf mücadelesinin bir neferidir, tıpkı Hatice Yürekli, Ümit Altıntaş, Habib Gül ve bu topraklarda mücadele etmiş diğer devrimciler gibi.
Mücadele bayrağını her an yükselten ve ileriye götüren yoldaşlarımız ölümsüzdür. Bizler bu düzeni, bu sömürüyü Alaattinler, Haticeler, Ümitler ve Habibler olup yıkacağız. Alaattin Karadağ ve diğer devrimciler şahsında biliyoruz ki “Devrimciler ölmez devrim davası yenilmezdir!”
İstanbul’dan bir genç komünist
(Ekim Gençliği’nin Kasım 2015 tarihli 158. sayısından alınmıştır.)