2016 yılını geride bıraktık. Her alanda devletin sistematik baskısıyla karşı karşıya kalınan bir yıl oldu 2016. 2017 yılına girerken; en ufak bir muhalif sesin dahi susturulmaya çalışıldığı, savaş ve saldırganlığın tırmandırıldığı, Kürt halkına yönelik kirli savaş uygulamalarının hız kazandığı ve gelinen yerde devlet tarafından tamamen yok sayılan bir halk gerçeğinin olduğu, OHAL ve KHK’larla yönetilen bir Türkiye’yle karşı karşıyayız.
Kapitalist sistemin yaşadığı çok yönlü krizler bu saldırganlığın arka planını oluşturuyor. Sermayenin yaşadığı kriz ve yarattığı ağır sorunlar elbette dolaysız olarak üniversiteleri ve gençliği de etkiliyor. Toplumun her kesimine yönelen bu saldırganlıktan gençlik de payına düşeni alıyor. Şöyle ki;
7 Haziran seçimlerinin ardından üniversitelerde ilan edilen siyaset yapma yasağı 2016 yılında da devam etti. Hemen hemen tüm üniversitelerde uygulanan bu yasaklar karşısında üniversite gençliğinin çıkardığı her ses gerek polis, gerekse de gerici-faşist çeteler eliyle boğulmaya çalışıldı. Üniversite öğrencileri soruşturmalar, uzaklaştırmalar, gözaltılar ve tutuklamalarla karşılaştı. TÖDA’nın verileriyle 100’ün üzerinde üniversite öğrencisi bu süreç içerisinde tutuklandı.
Ocak ayı kirli savaşın tırmandırıldığı ve devletin yeni katliamlara imza attığı bir ay oldu. Devletin kardeş Kürt halkına yönelik yürüttüğü bu savaşa karşı verilen direniş ‘’terör’’ demagojisiyle çarpıtıldı ve milliyetçi-şoven histeri tırmandırıldı. Bu saldırılara bir yanıt da “Bu suça ortak olmayacağız!” diyen akademisyenlerden geldi. 89 üniversiteden 1128 akademisyen tarafından imzalanan metin devletin Kürt illerinde gerçekleştirdiği katliamları durdurması için bir çağrıydı. Katliamcı devlet bu açıklama karşısında akademisyenlere yönelik cadı avı başlattı. İlk başta 100’ün üzerinde akademisyene soruşturma açıldı, onlarcası gözaltına alındı, en az 15 akademisyen görevden uzaklaştırıldı. Bu saldırı dalgası katlanarak devam etti. Elbette ki bu saldırılar yalnızca akademisyenlere dönük değildi. Bu saldırıyla devlet, üniversite bileşenlerine bir mesaj veriyordu. Hedefte bütünüyle üniversiteler vardı.
Mart ayında Ensar Vakfı’nda yaşanan tecavüz olayı toplumda ciddi tepkilere konu oldu. Ensar Vakfı’nda 45 çocuğa tecavüz edilmesi gençlik içinde de geniş tepkilere yol açtı. Üniversitelerde bu konuya dair eylemler gerçekleştirildi. Gençliğin yaşanan çürümeye karşı ortaya koyduğu tepki, bu topraklarda gericiliğin kök salamayacağını bir kez daha gösterdi.
Mayıs ayı, bu coğrafyanın dört bir yanına ateşin düştüğü, kavganın filizlendiği ve mücadele bayrağının en yukarılara çekildiği aydır. Mayıs ayı toplumu tümden değiştirecek, dönüştürecek yegane sınıf olan işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günüyle başlar. 1 Mayıs’a bu yıl toplum üzerinde yaratılan karanlık atmosfer içinde girmiş olduk. Reformistler düzen içi ufukları doğrultusunda İstanbul’da 1 Mayıs’ı Bakırköy Meydanı’nda karşılarken, devrimci-ilerici örgütler ise bu günün anlamı ve önemi üzerine Taksim ısrarını gösterdiler. 1 Mayıs’ın direnme geleneğini sürdürdüler. Gençlik güçleri de bu iradenin bir parçası olarak sokaklarda, barikat başlarında idi.
Üniversitelerin giderek gericiliğin yuvası haline getirilmesi ve faşist çetelerin beslenmesi, artan baskılar, Mayıs ayında da karşımıza çıktı. 9 Mayıs günü Hacettepe Üniversitesi’nde yaşanan faşist saldırı, 13’ünde ise Bitlis Eren Üniversitesi öğrencisi 16 gencin ev baskınları ile gözaltına alınması ve 14’ünün ‘örgüte üye olmak’ iddiasıyla tutuklanması birkaç örnek sadece.
Sermayenin isteği doğrultusunda eğitim giderek niteliksizleştiriliyor ve bilimsellikten uzaklaştırılıyor. Dahası her yeni uygulama ile piyasanın ihtiyaçlarına göre dizayn ediliyor. Bu dönem açısından birçok üniversitede bütünleme hakları gasp edilerek, yaz okulları yaygınlaştırıldı. Bazı üniversitelerde ise yaz okulları da iptal edildi. Bu uygulamalara tepki olarak Marmara ve Kocaeli üniversitelerinde forumlar, basın açıklamaları, eylemler örgütlendi.
Haziran ayının ortalarında eğitim yılının kapanma dönemine eğitim sistemine “sırtını dönen” liseliler damgasını vurdu. Sermaye iktidarının liselerdeki kuşatmasına karşı, okul idaresinin baskısına karşı liselilerin protestoları İstanbul Erkek Lisesi mezuniyet töreninde müdürün protesto edilmesiyle başladı. Ardından pek çok lisede yayınlanan “sırtını dön” bildirileri ile kampanyaya dönen protestolar dalga dalga yayıldı. Okul müdürlerinin, polisin tehditlerine rağmen bildiriler yayınlandı ve eylemler yapıldı.
Mersin Üniversitesi öğrencileri “Karanlığa sırtını dönen liseli kardeşlerimize kulak veriyoruz” diyerek bu protestolara bildiri yayınlayarak katıldığını belirtti. Milli Eğitim Bakanlığı, il milli eğitim müdürlüklerine gönderdiği yazıda, dinci-gericiliğin karanlığına karşı mücadele çağrısı yapan lise bildirilerinin öğrenciler veya veliler tarafından hazırlanmadığını, “bazı siyasi çevreler tarafından organize edildiğini” öne sürdü. Bakanlık, okul adına bildiri yayınlamanın “suç” olduğunu iddia ederek, bir yandan da aba altından sopa gösterse de dalga dalga yayılan isyanı engelleyemediler. Diğer yandan İstanbul Bilgi Üniversitesi ve İTÜ öğrencileri, mezuniyet töreninde rektöre sırtlarını dönerek rektörleri protesto ettiler.
15 Temmuz’da yaşanan darbe girişimini fırsata çeviren AKP iktidarı üniversitelere yönelik saldırılarını arttırarak devam ettirdi. Darbe girişiminin hemen ardından 19 Temmuz’da YÖK tüm üniversite rektörlerine bir yazı gönderdi ve “paralel devlet yapılanması ile bağlantılı olan akademik ve idari personelle ilgili işlem yapılmasını” istedi. Ardından OHAL ilanı ile birlikte “cemaatle ilişkisi” olan eğitim kurumlarının kapatılması kararı alındı. Bu uygulamaların sonucunda yaklaşık 65 bin öğrencinin eğitim gördüğü 15 üniversite kapatıldı, nice akademisyen, rektör, dekan açığa alındı, tutuklandı.
Türk sermaye devletinin keyfi yasak ve baskılarının önünü açan OHAL uygulamalarında son olarak Gençlik ve Spor Bakanlığı’nı kapsayan yurtlar için düzenleme yapıldı. Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Yurt İdare ve İşletme Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nda belirlenen kimi “suçlar”dan hüküm giyen ya da hakkında dava açılmış öğrencilerin devlet yurtlarına alınmayacağı açıklandı. Söz konusu düzenlemede “Kamu barışına karşı işlenen suçlar”, “Millete ve devlete karşı işlenen suçlar” doğrultusunda “Cumhurbaşkanına hakaret”, “devlet büyüklerine karşı hakaret”, “suçu ve suçluyu övme”, “Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama” gibi suçlamalar da yer alıyor. Bu iddialarla hüküm giyen ya da haklarında dava açılan öğrencilerin yurtlarda barınması engellenmiş oldu. Yapılan düzenlemeyle haklarında dava açılmış olmasa bile “terör” bahanesiyle, eylemlere katılmaları gerekçe gösterilerek öğrencilerin yurtlardan atılmasının önü açıldı.
Diğer taraftan, darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL ile birlikte birçok devrimci-ilerici gözaltına alındı, tutuklandı. Buna dair gençlik örgütleri yaptıkları basın açıklamalarıyla OHAL’e ve baskılara karşı birlikte dayanışma içinde mücadele etmenin gerektiğini vurguladı.
Eylül ile beraber yeni eğitim-öğretim dönemine OHAL gölgesi altında başlandı. AKP iktidarı toplumun tamamında gericiliği yaygınlaştırmak isterken gençlik alanında da bu süreci hızlandırmıştı. Eylül ayının başında alınan karara göre Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın Kredi ve Yurtlar Kurumu’na bağlı yurtlarda kalacak 525 bin üniversite öğrencisine dersler verilecek. Bu derslerin içeriği; adab-ı muaşeret, görgü kuralları; giyim-kuşamda estetik gibi konu başlıkları altında dinsel yaşam kuralları vb.
Bu dönem içerisinde eğitim alanında yaşanan sorunlar yer yer eylemli tepkilerle karşılandı. Bir çok üniversitede yurt sorunu üzerinden protestolar yaşandı. Devletin bu eylemlere verdiği yanıt ise soruşturmalar, uzaklaştırmalar, yurttan atmalar şeklinde oldu. Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi öğrencileri dönemi okuldan atma cezaları ile karşıladı. SDÜ’de okuyan 42 öğrenci, Roboski Katliamı’nı andıkları için haklarında açılan dava sonuçlanmadan, rektörlük tarafından “mahkeme kararı var” denilerek okuldan atıldı. Öğrenciler durumu mahkemeye bildirdiler fakat mahkemeden aldıkları cevap “bizi ilgilendirmiyor” oldu.
Yeni dönemde yurt eylemleri gençliğin temel gündemi oldu. Ekim ayında Zonguldak’ta Nesibe Hatun Kadın Öğrenci Yurdu’nda iki kadın öğrencinin kaçırılması bir yandan kadına yönelik taciz boyutuyla önümüze çıkarken bir yandan da nitelikli yurt ihtiyacını gözler önüne serdi. “Can güvenliğimiz yok” diyen kadın öğrenciler uzun süre yurdun önünü terk etmedi. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde (YYÜ) ise KYK yurtlarında kalan öğrenciler, yemek fiyatlarını ve barınma koşullarını protesto ettiler. Gece saatlerinde merkezi yemekhane önünde toplanarak “Yönetim istifa!” sloganları atan öğrencilere polis saldırdı. Polis saldırısında 2 öğrenci gözaltına alındı.
Öğrenciler yurtların pahalılığını ve niteliksizliğini protesto ederken Antalya KYK şube müdürü Süleyman Dinç “Bu yurda girerken, gelir durumunuza göre geldiniz. Burada bana ahkâm kesmeyin. Herkesin gelir durumu minimizeydi, öyle geldi. 3’te 1’inize yakını burslusunuz” diyerek devletin bu meseleye bakışını gözler önüne sermiş oldu.
Ardahan Üniversitesi yurtları da protesto seslerinin yükseldiği yurtlardan oldu. Suyun taahhüt edilen zamanlarda verilmemesi üzerine Ardahan Üniversitesi öğrencileri eyleme geçti. Öğrenciler, suyun taahhüt edilen zamanda gelmemesi durumunda rektörlüğe ve valiliğe yürünmesi kararı aldı. Yurt yönetiminin öğrencilere yanıtı yurttan atma tehdidi oldu.
Baskı ve zorbalığın tırmandırıldığı, üniversitelerde soruşturma, uzaklaştırma saldırısının dizginlerinden boşaldığı bir süreçte İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleştirilen direniş dönemin en anlamı çıkışlarından birisi oldu. DGB tarafından İÜ ana kapısı önünde gerçekleştirilen direnişe hemen her gün polis saldırısı oldu. DGB’liler her seferinde direniş kararlığını koruyarak bir ay boyunca İÜ ana kapı önünde oldular.
Ekim ayında ise liseli gençlik “Projeniz Değiliz” eylemleri gerçekleşti. AKP iktidarının “kindar ve dindar” bir nesil yetiştirme bakışıyla gündemine aldığı ve bazı köklü liselerdeki ilerici öğretmenleri tasfiye ederek bu liselerde gerici kadrolaşmalar oluşturmayı amaçlayan proje, liselilerin ve velilerin geniş tepkisini topladı. Kadıköy Anadolu, Cağaloğlu gibi birçok lisede oturma eylemleri, basın açıklamaları gerçekleştirildi.
Kasım ayında Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve öğretim görevlileri, üniversitelerine atanan rektöre karşı protestolar gerçekleştirdi. “Kayyım rektör istemiyoruz” şiarı ile yapılan eylemler dikkat çekti. OHAL ile birlikte göstermelik seçimlerin de kaldırılmasıyla rektörler cumhurbaşkanı tarafından atanmaya başlanmıştı. Bu doğrultuda BOÜ’de seçimden %86 gibi yüksek bir oranla çıkan Gülay Barbarosoğlu değil, aday dahi olmayan yandaş Mehmed Özkan rektör seçildi. Bunun üzerine harekete geçen Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve öğretim görevlileri “1980 darbesinden sonra YÖK ile kontrol altına alınmaya çalışılan bilimin, emeğin ve özgür düşüncenin yuvası üniversiteler, bugün saray darbesi ile karşı karşıyadır” diyerek birçok eylem gerçekleştirdi.
Gençliğin 1 Mayısı, 6 Kasım ise durgun geçti. İstanbul’da DGB’nin 2 Kasım’da yaptığı eylem dışında hiçbir eylem gerçekleştirilmedi. İzmir’de gerçekleşen eyleme polis saldırdı. Diğer bazı illerde ise 6 Kasım’da bölük-parçalı ve sönük eylemler yapıldı.
Kasımın sonunda tüm toplumunun tepkisini çeken Aladağ yurt yangını katliamı ile yurt sorunu bir kez daha gündeme geldi. İstanbul’da İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde sendikaların çağrısıyla bir eylem yapıldı. Bu çağırıya gençlik de yanıt verdi ve kitlesel bir eylem gerçekleştirilmiş oldu. Ankara’da MEB önünde yapılan eyleme ise polis saldırdı, 11 üniversiteli gözaltına alındı.
Aralık ayında çıkarılan KHK’larla akademisyen tasfiyeleri devam etti. İstanbul Üniversitesi’nde 6 akademisyenin ihraç edilmesine karşı Beyazıt Meydanı’nda, 3 Kasım’da “Ferman Devletin Üniversiteler Bizimdir!” ve 8 Aralık’ta “OHAL’e, KHK’lara ve Rektörlere Karşı Üniversiteler Bizimdir!” eylemleri gerçekleştirildi. Gençliğin, emek ve meslek örgütlerinin katılımıyla bu eylemler kitlesel bir şekilde gerçekleştirildi.
***
2016 yılında yaşadıklarımız 2017’de daha sert fırtınaların tüm toplumu ve gençliği beklediğini gösteriyor. Keza ekonomik kriz ve bunun üzerinden yükselen sosyal, siyasal, toplumsal sorunlar toplumla beraber gençliğin de içindeki öfkeyi büyütmeye devam ediyor.