DGB MYK, Ağustos ayı toplantısında, yeni eğitim öğretim döneminde üniversitelerde yürütülecek politik çalışmayı, Türkiye’de ve dünyada yaşanan güncel siyasal gelişmeleri ve gençlik hareketinin güncel tablosunu gündemine alarak değerlendirdi.
Güncel siyasal gelişmeler üzerine
Emperyalist kapitalizm çok yönlü bir kriz yaşıyor. Covid-19 salgını bir buçuk yılını geride bıraktı. Bu süreçte, gelişmiş kapitalist devletler nüfuslarının çoğunluğunu aşılamakla övünedursunlar, Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki birçok yoksul ülkede aşılama henüz başlamış bile değil. Aşıya erişimin bu denli eşitsiz ve paralı olması, salgının yeni varyantları ile dünyadaki etkisini devam ettirmesine neden oluyor. Covid-19 pandemisi kapitalist sistemin ilk günden bu yana salgın krizini yönetmekte ne denli aciz olduğunu gözler önüne seriyor.
Salgınlar, savaşlar ve ekonomik krizler dünyanın yoksul halklarının, işçi ve emekçilerin yaşamını her geçen gün daha çekilmez hale getiriyor. Emperyalistlerin Ortadoğu’daki hegemonya mücadelesi şiddetlenerek devam ediyor. Başta ABD olmak üzere emperyalistlerin Ortadoğu’daki nüfuz mücadelesi Afganistan, Irak, Suriye, Libya gibi bölge ülkelerini yıllardır kana buluyor. Bölge kimi zaman doğrudan emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin eliyle yıkıma uğratılırken, kimi zaman da emperyalistlerin eğitip donattıkları El Kaide, İŞİD, ÖSO, Taliban gibi cihatçı çeteler eliyle yıkıma uğratılıyor.
Afganistan üzerinden son yaşanan gelişmeler emperyalist kapitalist sistemin dünya halklarına, işçi ve emekçilere çürümeden, savaş ve katliamlardan başka bir şey getirmeyeceğini bir kez daha gözler önüne serdi. Savaşlar ile yıkılan ülkelerinde katliamlara ve zulme uğrayan Ortadoğu halkları yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda bırakıldı. Milyonlarca insan göç yollarına düştü ve mülteci olarak yaşamaya itildi. Bunun sorumlusu olan emperyalist devletler ve işbirlikçileri milyonlarca mültecinin yaşamlarını para karşılığında anlaşmalar ile pazarlık konusu yaptılar. AB ülkeleri ile Türk sermaye devletinin mültecilerin Avrupa’ya gitmemesi üzerine yaptığı “para” anlaşmaları bunun çarpıcı bir örneğini oluşturuyor.
Emperyalist kapitalist sistemin bir parçası olan Türk sermaye devleti de büyük bir kriz içinde debeleniyor. Ekonomik, sosyal ve siyasal her alanı kapsayan bu kriz sermaye devletinin ne denli büyük bir çürüme ve çöküş içinde olduğunu gözler önüne seriyor. Her şeyin başına sermayenin çıkarlarını koyan anlayış, pandemi boyunca milyonlarca işçi ve emekçinin yaşamını hiçe saymış, salgının en ağır seyrettiği ülkelerden birinin Türk sermaye devleti olmasına neden olmuştu. Türk sermaye devleti her alanda olduğu gibi pandemiyi yönetmekte de aciz kaldı. On binlerce insan yaşamını yitirdi, milyonlarca insan enfekte oldu. Sağlık ve eğitim sistemleri başta olmak üzere bir dizi önemli alanda sorunlar yumağı derinleşti. Hatta denebilir ki bir çöküş yaşandı. Salgına karşı aşı yapılmaya başlansa da aşılamada hala yeterli düzeye ulaşılamadı. Yeni varyantları ile koronavirüs hala toplumsal yaşamın en önemli sorunu olarak yerli yerinde duruyor. Bunda en büyük pay ve sorumluluk ise sermaye devletinin başındaki AKP-MHP iktidarıdır. Çünkü faşist iktidar aşı konusunda devletin tüm teknik altyapısını seferber etmiyor, toplumu bilinçlendirme çalışmaları yapmıyor.
Sermaye devletinde yaşanan sorunlar pandemi ile de bitmiyor. Rant, yağma ve talana dayalı anlayışın sonuçları, son birkaç haftadır gündeme gelen orman yangınları ve sel gibi felaketlerle kendini gösterdi. AKP-MHP iktidarının yalnızca parayı ve daha fazla kârı önemseyen anlayışı çevresel yıkımı her geçen gün derinleştiriyor. Üstelik dinci-faşist iktidar yaşanan çevresel yıkımı yalnızca seyretmekle yetiniyor. Orman yangınlarına yeterli müdahale etmediği gibi yoksul işçi ve emekçilerin aklı ile alay edecek pratikler sergileniyor. AKP’li belediye başkanlarından biri “Evi yanmayanlar keşke bizim evimiz de yansaydı diyecek” açıklaması yaparken, sermeye devletinin şefi Erdoğan, yangın mağduru işçi ve emekçilere “çay” fırlatıyor. Yaşanan yangın ve sel felaketlerinin gerçek tablosunu da yandaş medya aracılığı ile kamuoyundan gizlemeye çalışıyorlar. Karadeniz’de büyük yıkıma yol açan sel felaketinin adeta katliama dönüştüğü biliniyorken, tablonun ağırlığı ve gerçekliği işçi ve emekçilerden özellikle gizleniyor.
Dümeninde AKP-MHP blokunun olduğu sermaye düzeni ve devletinin yaşadığı çürüme toplumsal yaşamda da etkisini gösteriyor. Her geçen gün artan kadın cinayetleri ve çocuk istismarı toplumsal çürüme ve yozlaşmanın bir göstergesidir.
Dinci-faşist iktidar bütün bu krizlerden çıkış yolu bulamadığı için toplumsal muhalefete, ilerici devrimci güçlere, karşısında gördüğü her kesime sonu gelmez bir saldırganlık sergiliyor. En ufak hak arama eyleminden bir sosyal medya paylaşımına kadar her şeyden suç yaratıyor. Polisi, askeri, yasası ve yargı sistemini kullanarak bütün toplumsal muhalefete gözdağı veriyor. Dinci-faşist AKP-MHP ortaklığı krizi saldırganlık ve işçi ve emekçileri dinsel gericilik ve şovenizm ile zehirleyerek aşmaya çalışıyor. Deniz Poyraz’ın ve Konya’da yedi kişilik Kürt ailenin hunharca katledilmesi sermaye iktidarının politikalarının doğrudan bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Toplumda artan şoven milliyetçiliğin ve gericiliğin etkisi bununla da sınırlı kalmıyor. Birçok kentte başta Suriyeli mültecilere dönük yaşanan saldırılar da bunun doğrudan bir sonucudur.
DGB Ağustos ayı MYK toplantısında dünyada ve Türkiye’de yaşanan bir dizi sorunu değerlendirirken bunun emperyalist kapitalist sistemden bağımsız ele alınmayacağını bir kez daha değerlendirmiştir. Emperyalist kapitalizmden, sorumlusu olduğu bu krizleri aşması beklenemez. Kapitalizm sorunları aşmadığı gibi daha da derinleştirerek, kimi zaman da görüntüsünü değiştirerek devam ettiriyor. İşte bu yüzden, yaşanan bütün bu sorunlara karşı mücadelenin başarısı, emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadeleyi büyütmekten geçiyor. Dünya halklarının, işçi ve emekçilerin, gençlerin ve kadınların yaşadığı bütün bu sorunların esas çözümü emperyalist-kapitalist sistemin devrimler yoluyla yenilgiye uğratılmasıdır.
Devrimci Gençlik Birliği emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı yıkıma karşı bu dönemde de “Düzene karşı devrim!” şiarını yükseltecek, bu yıkıma karşı başta üniversitelerde olmak üzere gençlik içerisinde çeşitli araçlar ile sistemin teşhirine dair sürekli bir çalışma yürütecektir. Emperyalist savaşlara, çevresel yıkıma, ırkçı-şoven saldırılara, kadına ve çocuğa yönelik şiddete dair yaşanan süreçlerde gençliğin devrimci öncüsü olma bakış açısı ile eylemli dayanışmayı yükseltecek ve bunlara öncülük edecektir. Gençliğe emperyalist-kapitalist sisteme karşı devrimci saflarda, Devrimci Gençlik Birliği’nde örgütlenme çağrısını yükseltmeyi sürdürecektir.
Yeni döneme hazırlık
Dinci-faşist iktidarın işçi ve emekçilere, gençlere yönelik politikaları sömürü, işsizlik, geleceksizlik, faşist baskı ve gericilikten, yani saldırıdan öteye gitmemektedir. İktidarın saldırı politikalarının en önemli hedeflerinden biri de gençliktir. Çünkü her sistemde olduğu gibi Türkiye’deki kurulu düzen de kendi geleceğini gençlikte görmektedir. Ve gençlik, dinci-faşist AKP iktidarının her fırsatta “kültürel iktidar olamadığından” bahsettiği toplumsal kesimdir.
AKP-MHP iktidarı toplumsal yaşamın tamamında olduğu gibi gençliği de faşist baskı ve gerici bir kuşatma altına almaya çalışmaktadır. Gençlik bu boğucu kuşatmanın altında çok yönlü sorunlar yaşamaktadır. Geleceksizlik, iktidarın gençliğe yönelik faşist baskı ve yasakları, eğitim hakkının gaspı gençliğin yaşadığı temel sorun alanlarıdır. Üstelik pandemi bu sorunları daha da derinleştirmiştir. Gençlik bu sorunlara karşı öfke biriktirmiştir. Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan kayyım rektör direnişi de gençliğin biriktirdiği bu öfkenin politik bir çıkışa dönüşmesidir. Bu politik çıkış uzun süredir gençlik örgütlerinin pratiğine daralan gençlik hareketine de bir ivme kazandırmıştır. Boğaziçi direnişi, sermaye iktidarının üniversiteleri hedef alan saldırılarına, eğitim hakkının gaspına, üniversitelerdeki antidemokratik uygulamalara adeta bir ilk cevap olmuştur. Direnişte “Özerk-demokratik üniversite istiyoruz” talebi öne çıkmıştır. Direniş, talepleri ile birlikte toplumsal muhalefetin de gündemine girmiş ve desteğini de almıştır.
Gençlik yaşadığı çok yönlü sorunlara karşı içinde büyük bir dinamik barındırmaktadır. Boğaziçi direnişi aynı zamanda bu dinamiği gözler önüne sermiştir. Gençlik yalnızca kendi sorunlarına değil toplumsal sorunlara da duyarlıdır. Kadına ve çocuğa yönelik şiddet, çevresel yıkım, faşist baskı ve saldırılarda da duyarlı gençlik kesimleri en ön saflarda mücadele etmektedir. Gençliğin geleceksizliğe karşı mücadelesi ve özgürlük özlemi hiç bitmemiştir. Bu dönemde gelecek ve özgürlük mücadelesi daha büyük bir potansiyeli bağrında taşıyarak devam edecektir.
Üniversiteler açılırken…
Pandemi ile birlikte ilköğretimden lise ve üniversitelere dek örgün eğitime verilen üç sömestrlik aranın bu yıl sona ereceği söyleniyor. Örgün eğitime verilen arada, zaten çürümüşlüğüyle bilinen eğitim sistemi adeta bir çöküşü yaşadı. Toplumsal yaşamın en önemli alanlarından biri olan eğitim alanı sermaye iktidarı tarafından adeta yok sayıldı. Pandeminin ilk günü sermayedarlara Covid-19 kapsamında teşvik, ödenek ve yardım paketleri açıklanırken, milyonlarca işçi-emekçi çocuğunun eğitim hakkı konusunda herhangi bir bütçe, plan ve program açıklanmadı. Her düzeyde eğitimin online devam edeceği duyuruldu. Online eğitime yapılan plansız geçiş var olan eğitim sorunlarını daha da derinleştirdi. Türkiye’nin en köklü ve eski üniversitelerinde dahi online eğitim altyapısı yoktu. Üniversitelerin online eğitim sistemleri birbiri ardına çöktü. Sorunlar bununla da bitmedi. Eğitimin en güdük hali olan online eğitime dahi yüzbinlerce öğrenci bilgisayar, internet gibi teknik ekipman ve altyapı eksiklikleri nedeniyle ulaşamadı. Eğitim hakkına erişemeyen üniversitelilere dönük YÖK “İsterlerse kayıt dondurabileceklerini” açıkladı. Bu açıklama bile sermaye devletinin eğitim hakkının kullanılması konusundaki bakış açısını gözler önüne sermeye yetmektedir.
Pandemi öncesinde paralı, niteliksiz, anti-bilimsel uygulamalar ile var olan eğitim hakkının gaspı sorunu pandemi döneminde daha da derinleşti. Eğitim hakkının gaspının, son iki yıldır pandemi ile derinleşen tablosu, okulların açılması ile bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilecektir. Gençliğin yaşadığı bütün sorunların yanında, eğitim hakkı talebi pandeminin ardından üniversiteye gelecek yüzbinlerce öğrencinin en yakıcı ortak talebi olarak karşımıza çıkacaktır.
Devrimci Gençlik Birliği olarak gençliğin eğitim hakkı talebi uğruna mücadelesini geçtiğimiz yıllarda gerçekleştirdiğimiz “Eğitim hakkı çalıştayı” ile pek çok değerlendirmeye konu etmiştik. Aradan geçen iki yıllık süre, eğitim hakkının gaspının ve eğitim hakkı talebinin geniş gençlik kesimlerinin en yakıcı sorunlarının ve mücadele alanlarının başında geldiği değerlendirmesini bir kez daha doğrulamıştır.
Üniversitelerin açıldığı yeni dönemde gençliğin “gelecek, özgürlük ve haklar” mücadelesini vurgulayacak politik bir kampanya yürüteceğiz. Üniversitelerde öne çıkan sorun alanlarını bu bakış açısı ile ele alacağız. Üniversiteler, eğitimde çöküşün yaşandığı son iki yılın tablosu ile açılıyor. Bu tablonun yarattığı her sorun gençliğin gelecek, özgürlük ve haklar mücadelesinin bir konusu haline gelecektir. Gençliğin başta eğitim hakkı talebi olmak üzere, yaşadığı sorunlar ve bunun yanında çevre, kadın ve ırkçı faşist politikalara karşı mücadelesini bir bütün olarak ele alacak bir çalışmayı üniversite kampüslerinde, meydanlarda, sokaklarda büyüteceğiz!
Devrimci Gençlik Birliği
Ağustos 2021