Geçtiğimiz yıl boyunca üniversiteler de gerici AKP iktidarının hedefindeydiler. Kültürel iktidar olma noktasında zayıf kaldığını ifade eden gerici-faşist iktidar, bu sorunu eğitim alanını ve üniversiteleri kendi ideolojik ihtiyaçları çerçevesinde düzenleme yoluna giderek telafi etmeye çalıştı, çalışıyor.
Çığ gibi büyüyen diplomalı işsizlik ve paralı eğitim
Din istismarcısı AKP şefi geçtiğimiz senelerde yaptığı açıklamalarda “Üniversiteden mezun olan herkes iş bulacak diye bir şey yok.” demişti. TÜİK verilerine göre diplomalı genç işsiz sayısı %30’larda. Diplomalı işsizler ordusu her geçen gün büyüyor. Kopkoyu bir geleceksizlik girdabı içerisindeki birçok üniversite öğrencisi ise okurken çalışmak zorunda kalıyor. HSBC’nin yaptığı açıklamaya göre her bir üniversite öğrencisi 4 yıllık eğitim sürecinde ortalama 87 bin lira harcıyor. Öğrenciler eğitim masraflarını çıkarmak için günde ortalama 5 saat çalışıyor, derslere ise sadece 2 saat ayırabiliyor. Ebeveynlerin %71’i eğitim masrafları için borçlanıyorlar.
Üniversiteler rant alanına dönmeye devam ediyor. Paralı eğitim uygulamaları dışında bu sene içerisinde şantiyeye dönüşen ODTÜ’de İrem Kütük ihmaller zincirinin bir halkası olarak öldürüldü. Her ilde bir üniversite projesi ile övünen AKP iktidarı eğitimin sorunlarını katmerleştirmekten başka bir şey yapmıyor. YÖK Denetleme Kurulu Başkanı Prof. Cahit Güran, 73 vakıf üniversitesinin bulunduğunu ve bunların yarısının ticari amaçla kurulduğunu itiraf etti. “Kaynak aktarımına zemin oluşturmak üzere rayiçlerine göre yüksek bedellerle arsa, arazi ve bina alımı yapılıyor. Öğrenci başına 20 bin-30 bin TL gibi ücret alırken öğrenci başına hizmet maliyeti 4 bin-5 bin lira.” dedi.
Krizi fırsata çevirme derdinde olan AKP iktidarı ve şefi yaşam koşullarına bakmadan öğrencileri bir de “bedavacılıkla” suçladı. Erdoğan yaptığı konuşmada öğrencilerin kredi ve burslarına göz dikerek “Burs değil kredi alın, bedavacılığa alışmayın” diye çıkıştı.
Her yerde pıtrak gibi patlayan özel üniversitelere nazaran devlet üniversitelerinde de eğitim giderek pahalılaştı. Öğrencilere artan kantin ve yemekhane fiyatları, sağlıksız beslenme koşulları dayatıldı. Eğitim masraflarının her kademesinde paralı eğitim uygulamaları arttı.
Erdoğan, ikinci 100 günlük eylem planını açıklarken, öğrenci yurtları konusunda şunları söylemişti: “2002 yılında 186 bin yurt yatak kapasitesi ile aldık. Bunların da hemen hemen tamamı ranzaydı. Şimdi, bu yatak kapasitesini 689 bine çıkartmış olduk. Bunların da yarıdan fazlası karyola tipi, ranza değil. Bunları da 2019 içinde belki de tamamını karyolaya çevireceğiz. Çünkü benim gencim buna layık...” Ardından Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu, 2018- 2019 eğitim öğretim döneminde Kredi ve Yurtlar Kurumu’na 403 bin 276 öğrencinin başvurduğunu, ancak 304 bin 444 öğrencinin yurtlara yerleştirildiğini ifade etti. Yani yaklaşık 100 bin öğrencinin açıkta kaldığını itiraf etti. Barınma, en insani temel haklardan birisidir. Sene boyunca yurtlarda yaşanan sorunlar ve basına yansıyanlar da Erdoğan’ı yalanlamaktadır.
Manisa’da öğrenci yurdunda 41 öğrenci, Urfa’da yurtta kalan 60 öğrenci, Samsun’da yurtta kalan 96 öğrenci, Bursa Uludağ Üniversitesi Görükle Kampüsü’nde bulunan yurtta 150 öğrenci, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde kampüste bulunan yurtta kalanlardan 337 öğrenci zehirlendi. Konya’nın Ereğli ilçesindeki bir öğrenci yurdunda yangın çıktı. Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi kampüsünde bulunan kız öğrenci yurdunda suların 3 gündür kesik olması, asansörlerin çalışmaması gibi sorunlar nedeniyle öğrenciler yurt binası önünde eylem yaptılar. Yurtların yanı sıra barınma koşulları ile ilgili Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi öğrencileri, okullarının bulunduğu mahalledeki yüksek fiyatlarla ilgili eylem yaptılar.
Artan baskı, gericilik ve düşen eğitim kalitesi
AKP eğitim alanını ideolojik iktidarını kurmanın bir alanı olarak görüyor. Üniversiteleri, liseleri, eğitimi, müfredatı, kadrolarını buna göre oluşturmak için adımlar atıyor. Gerici vakıflarla yapılan anlaşmalar, yurtların işleyişinin tarikatlara bırakılması, üniversitelerde istihbarat bölümlerinin açılması, üniversitelerin sınıflandırılması vb. gibi bir dizi uygulama hayata geçirildi. İlerici birikimin tasfiyesi anlamına gelen birçok adım sene içerisinde kalıcılaştırıldı. Üniversitelerde ilerici akademisyenler ihraç edildiler, çalışma imkanları ellerinden alındı, tutuklandılar. Rektör seçimleri tek adama bağlandı. Üniversitelere kayyum rektörler atandı. AKP iktidarının “her üniversiteye bir cami” ve Diyanet’in “camilere gençlik kolları” açıklaması gençlik politikasının özetini sunmaktadır.
“Times Higher Education” adlı İngiliz değerlendirme kurumunun verilerine göre 2011-2017 yılları arasında ülkenin seçkin üniversiteleri sayılan ODTÜ, İTÜ ve Boğaziçi her yıl sistematik olarak gerilemiş durumdalar. Her adımda “yerli ve milli” demagojisi ile ilerici birikime saldıran iktidarın bilinçli yaratığı bir gerileme bu. Çin ve Hindistan’dan sonra en fazla veteriner fakültesine sahip Türkiye, damızlık yumurta ihtiyacının tamamını ithal ediyor. Tarım ve hayvancılıkla ilgili üniversitelerde 241 fakülte ve 5 binin üzerinde öğretim görevlisi var ama tohum ihtiyacının büyük bir bölümü ithal ediliyor. Emperyalizme göbekten bağımlı olan iktidarın “yerli ve milli” söylemleri demagojiden ibarettir.
Bunların yanı sıra gericilikte sınır tanımayan ve birbiri ile yarışan akademi bileşenleri mevcut üniversitelerde hakim hale geldi. Harran Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ramazan Taşaltın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a itaat etmenin “farz” olduğunu savundu. Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü Mantık Anabilim Dalı Başkanı İbrahim Emiroğlu, çocukların evlenebileceğini, kızların âdet görmesinin tedavi edilmesi gerektiğini, laikliğin ve komünizmin de en büyük tehlike olduğunu dile getirdi. Necmettin Erbakan Üniversitesi Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Karalı ise twitter hesabından yaptığı açıklamada, “İyi bir ev hanımı olmak bakan ya da başkan olmaktan veya başarılı bir iş kadını olmaktan çok daha elzemdir” dedi.
Üniversitede ilerici akademisyenleri ihraç eden AKP iktidarı bu hocaların yerlerine yandaşlarını yerleştiriyor. Bunun bir yansıması anlattığımız niteliksizlik ve anti bilimsellik olurken bir diğer yansıması ise birbirini “FETÖ’cü” diye şikayet eden üniversite bileşenleri oluyor. Geçtiğimiz Nisan ayında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde bir araştırma görevlisi “FETÖ’cülük dedikoduları” iddiasıyla Dekan Yardımcısı’nı, Fakülte Sekreteri’ni ve başka bir araştırma görevlisini silahla öldürdü ve 3 kişiyi yaraladı.
Gençlik gelecektir
Gençliğe dönük saldırganlığın gerisinde büyük bir korku yatmaktadır. AKP iktidarının her adımda Gezi’ye atıf yapması, geriye dönük davaları teker teker açması bu korkunun ifadesidir.
Liseli gençlik açısından geçtiğimiz yıl düzenlenen karne eylemi bu süreçte AKP iktidarının korkusunu kabusa çeviren bir etki yaratmıştır. Liselilerin polis işkencesine karşı duruşu tüm dünya kamuoyunun gündemine oturmuştu. Kadriye Moroğlu Lisesi’nde tacize karşı, Kadıköy Anadolu Lisesi’nde gerici dayatmaya karşı eylem yapan liseliler, liseli gençliğin sırtının hala iktidara dönük olduğunu gösteren eylemlerdir. Liseliler, gençliğin en dinamik kesimi olarak öfke biriktirmeye devam etmektedir.
YÖK’ün kuruluş yıl dönümü olan 6 Kasım bu sene yalnızca İstanbul’da eylemle karşılandı. Gençlik örgütlerinin gerçekleştirdiği eylem ile kriz gündemi işlendi. 6 Kasım tablosunun yanı sıra sene içerisinde öne çıkan başka eylemler de oldu. 10 Ekim anması, Ankara SBF’de kapı eylemi, Filistin’le dayanışma eylemleri bunlardan öne çıkanlardı.
Bunların yanı sıra üniversitelerin bölünmesine karşı eylemler ile Boğaziçi Üniversitesi ve ODTÜ’de yaşananları ayrıca ele almak gerekiyor. Efrîn işgali sonrası “İşgalin, katliamın lokumu olmaz” diyen Boğaziçi öğrencilerine yönelik siyasal linç kampanyası zorbalığın dozuna bir gösterge oldu. “Yerli ve milli” demagojisi ile başlayan ve “Komünistlere okuma hakkı tanımayacağız”a varan tehditleri savuran ise direkt AKP’nin şefi Erdoğan’dı. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine dönük saldırının bir yanını eğitim hakkının gaspı oluştururken, diğer bir yanını ise siyasal linç kampanyaları eşliğinde ilerici-devrimci birikimin üniversitelerden tasfiye edilmesi oluşturmaktadır.
Diğer bir süreç ise ODTÜ öğrencilerinin mezuniyet töreninde açtıkları “Tayyipler alemi” pankartı sonrası tutuklanmaları ile yaşandı. Tayyip Erdoğan, sonrasında yaptığı mizansen ile geri adım atmak zorunda kaldı. Bütün bu baskı ortamına rağmen Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin kirli savaş ve işgale karşı gösterdikleri refleksin ve ODTÜ öğrencilerinin açtıkları pankartın politik bir anlamı ve önemi bulunmaktadır.
“Bölemediniz, birleştirdiniz”
Üniversitelere dönük saldırı sürecinin bir devamı olarak “üniversiteleri bölme” tasarısı gündeme getirilmişti. Yasa tasarısına karşı binlerce üniversiteli iki hafta boyunca birleşik, kitlesel, coşkulu eylemlerle Beyazıt Meydan’ını doldurdular. Yaşanan haksızlığa tepki göstermek için kendiliğinden ayağa kalkan üniversite öğrencileri gençlik mücadelesine damga vurdu. İki hafta süren eylemlilik süreci eylemlerin talepleri ve muhtevası sınırlı olmasına rağmen fazlasıyla önemliydi. OHAL koşullarında, baskının sistematik olarak arttırıldığı bir dönemde yapılması da başka bir yönden anlam taşıyordu. Yasa tasarısı meclisten geçti ancak yayılan eylemler gençlik hareketinde kısmi bir silkime yaratmış oldu.
***
AKP iktidarı “dikensiz gül bahçesi” yaratmak için önüne çıkabilecek tüm engelleri temizleme çabasında. Bütün baskı ve zorbalığa rağmen “işgalin, katliamın lokumu olmaz” diyen üniversitelilerin politik inisiyatifi, karne eyleminde gördükleri işkenceyi dünya gündemine taşıyan liselilerin cüreti, üniversitelerinin bölünmesine karşı haftalarca meydanları zapt eden gençliğin birleşik ve kitlesel eylemi gençliğin gelecek olduğunu bir kez daha gösteriyor.