Ukrayna’da sular durulmuyor. Kriz, aşılmak bir yana, daha da derinleşiyor. Minsk’te sözde bir ateşkes imzalandı, ancak tarafların hiçbiri, en çok da Almanya ve arkasına aldığı AB buna uymuyor.
Ukrayna çeşitli bahanelerle ateşkesin ruhuna uygun olmayan hamleler yapmaya devam ediyor. Ateşkesin daha mürekkebi kurumamışken, alelacele, bu kez de Donbass’daki asker sayısını 250 bine çıkarmayı yasalaştırdı. Her fırsatta ABD’den öldürücü silah ve eğitim uzmanı yardımı talebinde bulunuyor. Öte yandan da IMF’den aldığı kredileri silahlanma için kullanmayı tasarlıyor. Zaten, Network Technologien Corparation adlı Amerikan tekeline istediği silahların siparişini vermiş bulunuyor. Bütçesindeki en büyük harcama kalemini de askeri harcamalar oluşturuyor. Tüm bunları sınır bölgelerinde zaman zaman başvurduğu provokatif girişimler tamamlıyor.
ABD’ye gelince, ABD ve emrindeki savaş aygıtı NATO başından itibaren, kendilerinin de en ileri düzeyde sorumlu oldukları krizi derinleştirici, gerilimi azaltan değil, daha da arttırıcı bir tutum içinde olmuşlardır. ABD de tıpkı Batılı müttefikleri gibi Rusya’nın Kırım hamlesini içine sindiremedi ve karşı hamlelerle Rusya’ya savaş açtı. Karadeniz’de NATO tatbikatı yapma kararları, Polonya’nın NATO’ya dahil edilmesi ve bu vesileyle Polonya’ya yerleşme hazırlıkları, NATO “Acil Müdahale Gücü” adımı ve gerektiğinde Ukrayna’da askeri tatbikatlar yapma düşüncesi; bunların tümü de bunun ifadesidir. Batılı müttefiklerinin sağladığı ateşkese de başından itibaren karşıydı.
İktisadi oldukça ağır bir ambargo, politik ve diplomatik alanda tam bir tecrit uygulaması, askeri seçeneğe başvurarak Rusya’yı kuşatmak ve teslim almak; ABD’nin temel hedefi budur. O, krizden hep bu amaç ve hedefine ulaşmak için yararlanmaktadır. Ukrayna üzerinden adım adım Rusya sınırına ulaşmak, buraya her türlü ağır silahı yığmak ve savaşı Rusya’ya adeta dayatmak, ABD ve NATO’nun temel politikasıdır. Bu amaçla her türlü kirli, kanlı ve karanlık ilişkiler girmekte, doğrudan ya da işbirlikçileri aracılığıyla kirli ve kanlı icraatlardan kaçınmamaktadır.
Baltık ülkeleri ile bu amaçlı ilişkiler gerçekleştirmek ABD’nin bir başka hamlesidir. Nitekim son dönemde bu amaç çerçevesinde Letonya’ya MİA2 savaş tankları ve zırhlı araç satışı yapmış, 150 kişilik bir ekipmanı Letonya’ya göndermiştir.
Rusya da boş durmamaktadır. Kırım hamlesi ile rakiplerine ağır bir darbe vurmuştur. Bununla da kalmamış Kırım ve Doğu Ukrayna’ya sürekli silah sevkiyatı yapmış, yerel güçleri her bakımdan destekleyip cesaretlendirmiştir. ABD ve Batılı emperyalist rakiplerinin hamlelerini boşa düşürmek üzere her türlü yola başvurmuştur. Öyle ki, zaman zaman sınırı geçip, kimi manevralarda dahi bulunmuştur.
Ateşkes ve Alman burjuvazisinin ikiyüzlülüğü
Ukrayna krizi konusunda en ikiyüzlü politikayı AB, onun adına da Alman burjuvazisi ve devleti sergilemektedir. Emperyalist savaş ve savaşın hileleri konusunda oldukça mahir olan tekelci Alman devleti ve başbakan Merkel kutsal bir söz gibi Ukrayna sorununun “diplomatik çözümü”nden söz ediyorlar. Minsk’te imzaladıkları ateşkese tam uyumun yaşamsallığına vurgu yapıyorlar. Ne var ki, bu anlaşmayı en çok ihlal eden, bunun ifadesi girişimlerde bulunan da bizzat Almanya ve başbakanı Angela Merkel’in kendisidir. Hala içerde yandaşları olan Batı hayranı azılı faşist güçleri kışkırtıyor, onlara özellikle sınırlarda provokasyonlar yaptırıyor. Alman emperyalist burjuvazisi Ukrayna’yı stratejik zenginlikleri ile birlikte tümüyle ele geçirmek amacıyla kendi denetimine almak ve Ukrayna’ya iyice yerleşmek istiyor. Bunun için her türlü manevraya başvuruyor. Bu manevralardan biri de ateşkestir.
Almanya ve AB henüz savaşa hazır değiller. Bunun için zamana ihtiyaçları var. Ateşkese hiçbir inançları yoktur. Bu konuda dile getirdikleri her söz aşağılık bir yalandan ibarettir. Ateşkes sadece ve sadece yeni bir emperyalist savaşa hazırlanmaları için bir zaman kazandırma aracıdır. Almanya olur olmaz ateşkesten söz ederek kamuoyunu aldatıyor. Oysa, hummalı biçimde bu kez kaybetmek istemediği yeni bir emperyalist savaşa hazırlık yapıyor. Gerçek tam olarak budur.
Nitekim, Federal Silahlı Kuvvetler Birliği Başkanı Andre Wustner “Barış istiyorsanız, savaşa hazırlanmalısınız” diyerek bu durumu çok iyi özetliyor. Andre Wustner bu vesileyle, Alman ordusunun savaş kapasitesini en üst düzeye çıkarmanın kesin bir ihtiyaç olduğunu dile getiriyor, haliyle “savunma bütçesi”ne, demek oluyor ki, savaş bütçesine daha fazla harcama yapmanın zorunlu olduğunu belirtiyor. Hiç kuşkusuz bu sözler, Almanya’da militarizmin ne kadar azdırıldığını anlattığı gibi, bütçeden savaşa ayrılan payı meşrulaştırma amacı da taşıyor. Aynı zamanda kamuoyunu buna alıştırmayı hedefliyor.
AB’nin ve Almanya’nın esas hamlesi ise, yıllar önce sözü edilen, ama sonra rafa kaldırılan ya da kaldırılmış görünen “AB Ordusu”nun yeniden gündemleştirilmesi olmuştur. Kuşku yoktur ki, bunun belli nedenleri vardır.
Bilindiği gibi Almanya ve AB üyesi diğer ülkeler aynı zamanda NATO üyesidirler ve bu çerçevede de ABD ile müttefiktirler. Ne var ki, çıkarları farklıdır, her şeye rağmen aralarında çelişkiler mevcuttur ve her zaman aralarında bir rekabet ve hegemonya mücadelesi vardır. Düne kadar kapitalist-emperyalist sistemin soluğunu kesen bir kriz yoktu. Uzun bir genişleme dönemi, demek oluyor ki, nispi bir refah ve barışçıl gelişme dönemiydi. Dünya henüz çift kutuplu bir dünya olarak tanımlanıyordu. Karşılarında Sovyetler ve Doğu Bloku vardı. ABD’si ve AB’si ile emperyalist sistemin kendi iç ilişkilerinde her şeye rağmen barış havası egemendi. Rekabet ve hegemonya mücadelesi yine vardı ama şiddetli değildi. Dünya egemenliğinde ABD tartışmasız bir konuma sahipti ve başka bir güç ona karşı henüz bir itirazda bulunamıyordu. Tümünün birlikte davranması genel bir durumdu.
Günümüzde bu bakımdan durum epeyce değişmiş bulunmaktadır. Şimdi kapitalizm boylu boyunca geçmiştekilerden de kapsamlı, derin ve sonuçları her bakımdan daha da yıkıcı olan bir krizin içinde debelenmektedir. Bunun kendisi, bir kaçınılmazlık halinde emperyalistler arasındaki çıkar farklılığını öne çıkarmakta, aralarındaki rekabeti körüklemekte, çelişkileri şiddetlendirmekte ve nihayet dünya hegemonyası için mücadeleyi iyiden iyiye kızıştırmaktadır. Öte yandan, ABD’nin dünya egemeni konumu da sarsılmış, tartışmalı hale gelmiştir. Deyim yerindeyse ABD hegemonya savaşında geriye düşmüştür. Yavaş yavaş başta AB ve esasta da Alman emperyalizmi hegemonya mücadelesinde bir taraf olduklarını dile getirmektedirler. Bu konuda sesli düşünmeye ve seslerini yükseltmeye başlamışlardır. Almanya ve Avrupa Birliği ülkelerinin tümünde militarizm azgın boyutlar kazanmıştır. Ülkede birlik bütçelerinden en fazla pay savaş bütçesi haline gelmiştir. Silahlanma ve silah ticareti çılgınlık düzeyindedir. Almanya yakın dönemlere kadar ordusunu ülke dışına gönderemiyordu. Sözde bu konuda anayasal engelleri vardı. Şimdi bundan eser kalmadı. Bu karar kaldırıldı. Alman ordusu tam teçhizat ülke dışına gönderildi/gönderiliyor. Afganistan başta olmak üzere, Alman askerlerinin olmadığı kara parçası kalmadı adeta. Artık silahı, eğitim uzmanları, ticari faaliyeti ve askerleri ile hegemonya savaşının sahneleri olan Ortadoğu’da da, Ukrayna’da da Almanya var. Hakimi olduğu AB’yi de arkasına alarak hegemonya savaşında başa güreşmektedir. Bu savaşın galibini tayin edecek olan muhtemel yeni emperyalist savaşın bu kez galibi olmak üzere harıl harıl hazırlık yapmaktadır. Bunu güvenceye almak ve ABD karşısında elini güçlendirmek için her türlü önlemi almaktadır. Gerçek şu ki, AB ordusu bu çerçevede düşünülmektedir. İtiraf edilip edilmemesinden bağımsız olarak, AB ordusu, AB ve lideri olarak Almanya’nın hegemonya savaşında ABD ve NATO’ya karşı devreye sokmak istediği bir karşı önlemdir. O da bir emperyalist saldırganlık, savaş ve iç savaş aygıtıdır. Hegemonya savaşı da dahil, her zaman bu çerçevede iş görecektir.
Daha ilk hamlede, emperyalist saldırganlık ve savaşın bu yeni aygıtının ilk hedefinin Rusya olacağının açıklanması dikkate değerdir. Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Jean-Claude Junker bunu, “yeni ordunun özel olarak Rusya’ya karşı olması gerektiğini” basın açıklamasıyla ilan da etti.
Jean-Claude Junker Hristiyan Demokrat’tır. Lüxemburg’un eski başbakanıdır. Bugünkü konumunu da Alman Başbakanı Angela Merkel’e borçludur. Merkel, Jean-Claude Junker’e Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı olması için çok aktif destek sunmuştur. Nitekim o da bunu her vesile ile dile getirmektedir. Dahası Merkel’e olan bu diyet borcunu ödemek için adeta vesile aramakta, bulduğunda da her türlü hizmeti sunmakta kusur etmemektedir. AB ordusunun mutlaka kurulması gerektiği konusundaki çabaları ve bu ordunun Almanya için nasıl yararlı kılınacağına kafa yorması, bu durumun somut bir kanıtıdır.
Kurulup kurulmayacağından bağımsız olarak, AB ordusu muhakkak ki, Batılı emperyalist devletlere, en fazla da Alman emperyalizmine önemli hizmetlerde bulunacaktır. Başta Almanya olmak üzere, AB ülkeleri uzun yıllardır ABD’nin kuyruğunda yürüdüler. Bu da dış politika alanında onları itibarsız hale getirdi. AB ordusu hamlesi ile, tartışmalı hale gelen itibarlarını da düzeltmek istiyorlar.
AB ve Almanya, AB ordusu adımı ile bundan böyle militarist politikaları daha da azdıracaktır. Ekonomisini iyiden iyiye militaristleştirecek, silahlanma yarışına ek bir ivme kazandıracak dünya ticaretinin en büyük kaleminin silah ve savaş aygıtları olmasını sağlayacak, bütçesindeki savaş harcamalarını daha da arttıracaktır. En kötüsü de, AB ve Almanya’nın dış itibarını yeniden kazanmak isteyecek, bunun için de AB ordusunun şart olduğu yalanı eşliğinde, sosyal yıkım politikalarını, kemer sıkma paketlerini, sömürüyü, soygunu, yağmayı ve bu amaçlar çerçevesinde gerçekleştirilen saldırganlık, savaş ve işgalleri meşrulaştırmaya çalışacaktır.
Emperyalist savaşı sadece ve sadece “Yeni Ekimler” önleyebilir
Rutin yöntemlerle kapitalizmin soluğunu kesen kriz aşılamıyor. Emperyalist haydutlar her defasında yaptıkları gibi çareyi savaşa başvurmakta buluyorlar. Aşağılık yalanlar ve tümüyle uydurma gerekçeler eşliğinde hummalı biçimde, sonuçları geçmiş iki emperyalist savaşın yol açtığı yıkım ve acılardan da büyük ve tahripkar olacağı kesin olan yeni bir savaşa hazırlık yapıyorlar. Öyle ki, günümüzde emperyalist saldırganlık ve savaş iyice hız kazanmış olup, sahası da giderek genişlemektedir.
Bu yeni savaş ilk ikisindeki gibi sadece konvansiyonel silahların kullanıldığı bir savaş olmayacaktır. Rusya devlet başkanının da artık dillendirdiği gibi, nükleer silahların da kullanılacağı, insanlıkla birlikte doğanın, kısacası her türlü canlının imha edileceği çok caniyane bir savaş olacaktır. Bu tablo, hemen, şimdiden savaşa karşı mücadelenin ne denli yakıcı ve yaşamsal olduğunu anlatmaktadır.
Ne yazık ki, bir kez daha, Ortadoğu’da, Afrika’da ve Ukrayna’da fiilen başlatılmış olan bu ağır ve yıkıcı savaşın faturası hiçbir sorumluluğu olmayan dünya işçi ve emekçileri ile ezilen halklara ödetilmektedir. Şüphe yok ki, tek tek ülkelerde katmerli hale gelen sömürüden, soygundan geri ve yoksul ülkelere değil, Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya gibi kapitalist ülkelere de dayatılan iktisadi ve sosyal yıkım politikaları dünya işçileri ve emekçileri ile ezilen halkları vuracaktır. Bu aynı şey Ukrayna halkı için de geçerlidir.
Ukrayna burjuvazisi kendisine sunulan kredilerin karşılığını hiç itirazsız olarak, hem de misliyle IMF ve Batılı devletlere ödemektedir. Yıllardır içine yuvarlandığı iç savaşın ve hazırlığı yapılan emperyalist savaşın faturasına, işçi ve emekçilerine ödettiği iktisadi ve sosyal yıkım faturası eklenmiştir. Öte yandan, Kırım ve Doğu Ukrayna’da da durum farklı değildir. Oralarda da halk tam bir yoksulluk ve açlıkla karşı karşıyadır. Silah ve savaş ile bu savaşın yol açtığı acılar dışında kendilerine bir şey sunulmamaktadır. Onlar da Batı yanlısı Poroşenko’nun Ukraynası’ndaki halk gibi canlarından bezmişlerdir.
Tarih tanıklık etmekte ve bilim de doğrulamaktadır ki, savaşı önleyecek yegane güç dünya ölçüsünde ve tek tek ülkelerde savaşa karşı yükseltilecek devrimci sınıf savaşıdır. Aynı anlama gelmek üzere, krizi de, onun tetiklediği savaşı da önlemede devrimden başka araç yoktur. Birinci Paylaşım Savaşı şanlı Ekim Devrimi ile karşılanmış ve sonlandırılmıştı. Dünya işçileri ve ezilen halklara gerçek bir barış, bizzat bu devrimin eseri olan sosyalizmle sunulmuştu. İkincisinde de yine, en başta Hitler çılgınına büyük yenilgi yaşatan ve savaşa son veren büyük anti-faşist zafer, onu tamamlayan Çin Devrimi ve bir dizi ülkede gündeme gelen devrimci kalkışmalar, komünistlerin önderliğindeki paha biçilmez direnişler bu aynı işlevi gördü.
Şimdi dönem yine bir bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemidir. Olası savaşın en önünde yine ABD ve Almanya var. Özellikle Alman emperyalist burjuvazisi bu kez daha hırslı, daha iddialı ve daha deneyimli olarak savaşa hazırlanıyor. Ama öte yandan, bu aynı dönem aynı zamanda adım adım yeni devrimleri de mayalamaktadır. En geri topraklarda dahi sınıf mücadeleleri için patlayıcı dinamikler birikiyor. Deyim yerindeyse sınıf mücadeleleri ağır ama emin adımlarla geri geliyor. Bu, emperyalist savaşları önleyecek yegane güçtür ve buna hazırlıklı olmak hem yakıcı ve hem de yaşamsal bir görev ve sorumluluktur. Bu duruma hazırlık ise, en önce devrimci bir partiye sahip olup olmamaktır.
Emperyalist saldırganlığa ve savaşa, kapitalist sömürü, baskı ve soyguna, IMF, AB ve AMB’nin dayattığı iktisadi ve sosyal yıkım saldırılarına, bunun aracı olan kemer sıkma paketlerine, en başta demokrasinin vitrini sayılan sözde burjuva demokrasisi ile yönetilen gelişmiş kapitalist ülkelerde yeniden yakın ve büyük tehlike haline gelen faşizm belasına ve etnik, dini ve mezhepsel çelişkileri kışkırtarak, halkları birbirine düşürerek adeta tüketen, yaşadıkları coğrafyayı bir kan gölüne çeviren emperyalist ve gerici savaş ve işgallere karşı, devrimci sınıf mücadelelerini yükseltmek ve bunun dolaysız sonucu olan yeni sosyalist Ekim devrimleri ve sosyalizmi dayatmak görevi ve sorumluluğu herkesten önce komünistlerin ve devrimci sınıf partilerinindir.