Yunanistan işçi ve emekçi kitleleri yıllarca süren ağır bir ekonomik, siyasal ve toplumsal krizin girdabında bunalmış, sermayenin insafsız sosyal yıkım saldırıları altında ezilmiş, sosyal hakları birer birer gasp edilerek derin bir yokluk ve yoksunluğun karanlığına terk edilmişti.
Yunanistan işçi sınıfı elbette ki bu duruma uysalca boyun eğmedi. Tam tersine döne döne sayısız genel grevler de dahil militan mücadele yolunu tuttu ve sürekli bir arayış içinde oldu. İşte tam da böylesi bir dönemde “Radikal Sol“cu Syriza, işçi ve emekçilerin ve onların arayışının karşısına “Borçları ödemeyeceğiz, yaptırımları tanımayacağız, AB’den ayrılacağız, tüm borçlu işletmeleri kamulaştıracağız, asgari ücreti ve emeklilik maaşlarını yükselteceğiz, kemer sıkma politikasını uygulamayacağız” vb. gibi vaatlerle çıkmış ve bu vaatleri de içeren ünlü ‘Selanik Programı’nı emekçilerin içinde bulundukları durumdan kurtuluşun manifestosu olarak sunmuştu.
Söylem ve vaatleriyle Yunan emekçilerinde büyük bir yankı bulan, liberal reformist ve parlamentarist avanaklar tarafından ise “umudun, çözümün ve kurtuluşun” partisi olarak büyük heyecanlara ve umutlara konu olan Syriza, işçi ve emekçilerin omuzları üzerinde “iktidara” taşınmıştı. Ne var ki iktidara geldiğinin daha ilk ayında Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’den oluşan üçlünün (Troyka) dayattığı kemer sıkma paketlerini onaylamak zorunda kalmıştı. Yunan emekçilerinin büyük umutlar beslediği, liberal reformistlerin ise ölçüsüz güzellemelere ve dayanaksız hayallere konu ettiği Syriza hükümetinin, sonraki süreçte Troyka’ya tam bir teslimiyet göstererek dizleri üzerine çöktüğünü, bir saldırı hükümeti olarak çalıştığını biliyoruz.
Aslolan niyetler ve vaatler değil, sınıflar gerçeğidir
Syriza hükümeti, iktidara gelmeden önce AB, IMF ve Dünya Bankası’nın saldırılarına direneceğini açıklamıştı. Direnmekten de öte işçi ve emekçiler lehine yapacaklarını sıralayarak sermaye sınıfına karşı kendi konumu üzerinden adeta meydan okumuştu. Fakat bir yılı aşkın hükümet dönemi boyunca vaatlerini bir yana bırakarak emekçilere karşı kapsamlı saldırıların mimarı oldu. Troyka’ya karşı işçi sınıfının ve emekçilerin çıkarlarının savunucusu ve temsilcisi olmak iddiasıyla mücadele bayrağı açtığını ileri süren Syriza, bugüne kadarki icraatlarıyla sermaye sınıfının hizmetkarı olduğunu fazlasıyla kanıtlamış oldu.
Bir yıl içerisinde “Umudun ve çözümün” partisinden ihanet partisine dönüşmek, sınıfa ve emekçi kitlelere alternatif olarak sunulan “Radikal Sol”un trajik öyküsüdür. Kapitalist düzen tabanı üzerinde sınıf ve emekçiler lehine iyileştirmeleri hedefleyen bir mücadele platformuyla siyaset sahnesine çıkmak ve hükümet olmayı başarmak, fakat ardından sosyal yıkım saldırılarının mimarı olarak emekçilere ihanet etmek elbette ki bir niyet ve tercih sorunu değildir. Bu tümüyle Syriza’nın ideolojik kimliği, nesnel ve sınıfsal konumunun yanı sıra sınıflar gerçeğinin kaçınılmaz bir sonucudur. Syriza’nın AB’nin talepleri önünde utanç verici bir şekilde yerlere kapanması, onun sözü edilen konum ve kimliğinin kaçınılmaz sonucudur. Böyle bir kimliğin taşıyıcısı olan bir partinin önderlik ettiği hükümet, kapitalizmin gerçeklikleri, egemen sınıfın acımasızlığı ve mali sermayenin egemenliği karşısında ihanete savrulmak zorundaydı.
Dolaysıyla ‘Radikal Solcu’ Tsipras ve onun Syriza hükümeti kapitalizm koşullarında “Borçları ödememek, yaptırımları tanımamak, borçlu işletmeleri kamulaştırmak, asgari ücreti ve emeklilik maaşlarını yükseltmek, kemer sıkma politikasını reddetmek” vb. reformları, ancak büyük çaplı sosyal mücadelelere ve militan kitle hareketlerine dayanarak, bunun önüne düşerek ve sermaye sınıfıyla belli sınırlar içerisinde de olsa bir hesaplaşmayı göze alarak başarabilirdi. Syriza’nın yüzünü buraya değil, AB ve Yunanistan sermayesine döndüğünü biliyoruz.
Syriza hükümetinin bir yılı aşkın sürenin ardından bugün artık tümüyle trajediye dönüşen ve emekçilere ihanetle sonuçlanan hikayesi, Türkiye de içinde olmak üzere dünya çapındaki reformist parlamentarist akımların gerçeğine ışık tutmakta, onların hayellerinin ve programlarının dayanaksızlığını kanıtlamaktadır. Tarih ve marksist teori kapitalizmde reformların nasıl elde edilebileceğini tahlil etmiş ve kanıtlamış, dünyadaki güncel örnekler ise bunu döne döne doğrulamıştır. Syriza bunun en utanç verici örneği olarak önümüzde durmaktadır. Ya kapitalizmle cepheden hesaplaşma yoluna gidilecek ya da en iyi durumda belli reformlar elde dilse bile sermayenin sınıf iktidarı koşullarında zamanla sermayenin egemenliğine ve dayatmalarına boyun eğilecek, art arda tavizler vermek zorunlu hale gelecek ve bu ihanete vardırılacaktır.
Yunanistan’ı sarsıcı gelişmeler bekliyor
Yunanistan işçi sınıfı ve emekçileri, Syriza hükümeti süreci de dahil yıllardır sürdürülen acımasız sosyal yıkım saldırıları altında adeta soluksuz bırakılmış durumdadır. Elde olan hemen tüm kazanımlar vicdansızca gasp edilmiş, kalan kırıntılar da saldırının hedefi haline getirilmiştir. İşçi ve emekçi kitlelerin üzerine bu kadar insafsızca gitmenin, onları gelecek güvencesinden mahrum edip yoksulluğun ve barbarlığın karanlığına sürüklemenin elbette ki bir karşılığı olacaktır. Nitekim Yunan işçi ve emekçi kitlelerinin biriken ve büyüyen tepkisi kendini yıllardır genel grevler, grevler, blokajlar vb. bir dizi militan eylem biçimiyle ortaya koymakta ve bu mücadele halen de devam etmektedir. Bir zamanlar sokakta birlikte gaz ve cop yediği yüz binlerce işçi ve emekçiyi AB kapitalistlerinin dayattığı teslimiyet anlaşmasını protesto ettiği için gaz, su ve cop darbeleriyle durdurmaya çalışmıştır Syriza hükümeti.
Tsipras liderliğindeki Syriza, söylemleri ve vaatleri üzerinden emekçi kitleler nezdinde daha düne kadar bu mücadelenin bir aracı olarak görülmekteydi. Bugün ise aynı kitleler tarafından mücadelenin önünde aşılması gereken bir barikat olarak görülmektedir. Çünkü Syriza hükümeti bir yıldan beridir Troyka’nın dayatmalarını ve ağır sosyal yıkım programlarını uygulayan bir saldırı hükümeti olarak çalışmakta ve tam da bu nedenden dolayı mücadelenin hedefi haline gelmiş bulunmaktadır.
Troyka’dan gelecek “kurtarma” paketleri karşılığında hayata geçirilen saldırılar Syriza hükümetinin iktidara geldiği günden bu yana uygulanmaktadır. Bu saldırıların en büyük halkalarından biri de geçen yıl yapılan 5 Haziran referandumunda Yunan emekçilerinin AB’nin dayattığı kemer sıkma politikalarına “Hayır” demesine rağmen Syriza’nın, işçi sınıfına yönelik kapsamlı saldırılarını sürdürmesi oldu. Yunanistan işçi sınıfı bu ihaneti mücadelesini yükselterek yanıtlamıştı.
Fakat saldırıların arkası kesilmedi. Öteki saldırıların yanı sıra bu kez de hükümet sosyal güvenlik alanında yapmaya çalıştığı yeni düzenlemeleri ve devlet bütçesinden yapacağı kesintileri içeren bir paketi yasalaştırma saldırısı gündeme getirildi. Yunan işçi ve emekçileri 4 Şubat günü ülkede hayatı durduran bir günlük genel grevle bu saldırının da karşısına dikildi.
Çeşitli düzeyde sürekli bir hareketlilik içinde bulunan ve mücadele yolunu tutan Yunan işçi sınıfı, Mayıs ayının ilk günlerinde bir kez daha hükümetin parlamentoda geçirmek istediği tasarruf politikalarını protesto etmek amacıyla genel greve gitti. Başkent Atina başta olmak üzere birçok kentte hayat felce uğradı. Ardından Tsipras hükümetinin, Troyka’nın direktifleri doğrultusunda meclise getirdiği sosyal güvenlik ve vergi yasaları mecliste görüşülürken, işçi ve emekçiler bir kez daha sokaklara dökülerek AB, IMF ve hükümet politikalarını protesto etti. Syriza hükümeti tarafından Yunan parlamentosundan geçirilmek istenen acımasız kemer sıkma önlemleri paketine karşı 6-8 Mayıs’ta üç günlük genel greve gidildi. Emekçi kitleler, “Hükümeti, AB’yi ve IMF’yi defetmek için ayağa kalkın!” ve “Sosyal güvenliğin parçalanmasına hayır!” temel şiarıyla sokaklara döküldü. Ama saldırı paketi buna rağmen Pazar akşamı meclisten geçmiş oldu.
Bunlar Syriza hükümetinin gerçekleştirdiği saldırılar dizisinin son halkalarıdır. O, kapitalizme boyun eğerek ve kendi emekçisine ihanet ederek onları sefalet içinde yaşamaya mahkum etmiş bulunuyor. Yunan işçi ve emekçileri kendisine cehenemi yaşatan Avrupa burjuvazisinin dayatmalarına, onun Yunanistan’daki dayanakları olan uşaklarına ve saldırı aracı haline gelmiş bulunan Syriza hükümetine karşı bir mücadele kararlılığı sergiliyor. Yazık ki bu mücadelede onlara önderlik edecek devrimci bir parti bulunmuyor. Yunanistan proletaryası ya kendi devrimci önderliğini mücadele içerisinde yaratacak ve bu sayede hedeflerine başarıyla yürüyecek ya da umutsuzluk ve çaresizlik içinde gericiliğin ve Altın Şafak gibi ırkçı faşist akımların aleti olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. “Devrimler yüzyılı” tarihsel dönemi içinde Yunanistan büyük sarsıntılara ve alt üst oluşlara gebedir.
Geleceğin mücadelesi için Syriza ihanetinden çıkarılacak en önemli derslerden biri, liberal reformist akımlar eliyle sınıf ve emekçi kitleler içinde büyüyen parlamentarizm zehrine karşı devrimci sınıf çizgisinde mücadeleyi yükseltmektir. Syriza, ufku burjuva demokrasisi ve iyileştirilmiş kapitalizmle sınırlı olan bir liberal reformist rüyanın sonu olmakla kalmadı, sınıf mücadelesinin önünde aşılması gereken bir engele dönüştüğünün de kanıtı oldu. Dolaysıyla aslolan, düzen içi her türlü çözüm arayışı ile mücadele etmek ve devrim alternatifini güçlendirmektir.