Struma’nın yıldönümü geride kaldı. Üzerinden 77 yıl geçti. Normalde İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasındaki Yahudi katliamları döne döne anlatılırken bu katliam yok sayılır. Bu sene de tablo değişmedi. Hem de Struma’nın sözüm ona “faili” Sovyetler Birliği gösterilmeye çalışıldığı halde görmezden geliniyor. Ve de bugün Rusya’yı kötü göstermek istemelerine rağmen yine de Struma hatırlanmıyor.
Bunda bir çelişki yok. Zira söz konusu gemi, Yahudi katliamı kadar başka bir sıfatı daha taşıyor. Struma “göçmenlerin gemisi” olduğu için, bugün de aynı kaderi yaratanlar susuyor. “İnsanlığın göç acıları” diye tekrarladıkları nakaratlarındaki iki yüzlülüklerini bu anlamda kullanamıyorlar. Tam da bundan dolayı Struma’dan 77 yıl sonra Aquarius gemisinin yaşadıkları görülmelidir. Aquarius’u anlamak için gözlerden kaçırılan Struma’ya dönmek gerek.
1940 yılında Struma gemisi, Romanya’daki Yahudilerin Nazi soykırımından kaçmak için kendi ürettikleri bir çözümün adıydı. Ekonomik gücü olan 790 Yahudi satın aldıkları gemiyle Balkanlar’dan kaçıp Filistin’e gidecek, böylece Nazi ölüm makinasından kurtulacaklardı. Fakat göz ardı ettikleri, salt faşist Alman devleti ve destekçileri değil emperyalistler ve işbirlikçileri için de canlarının değerinin olmamasıydı. Ve seyahat özgürlüğü de sistemin çıkarları sınırındaydı. Gemi satın almış olmak, istediğin yere gitme hakkın olduğu anlamına gelmiyordu!
Dolayısıyla, geminin yola çıkışından kısa bir süre sonra İstanbul’da yaşadıkları teknik sorunlardan ibaret değildi. Geminin motoru bozuk olduğu için arıza vermişti. İstanbul açıklarında geminin tamir edilmesini beklerken, Türk sermaye devletinin çirkin yüzü de görülüyordu. “Kimsenin kabul etmediklerine ev sahipliği yapmayacakları” başbakan tarafından ifade ediliyordu. İngiltere bu Yahudilerin Filistin’e gelmesini o gün için istemiyordu. Geriye de dönemeyecek olanlara ölüm dışında bir yol bırakılmamıştı. İstanbul’daki Yahudi cemaati ellerindeki imkanlarla gemiye erzak taşıyordu. Toplama kamplarında hapsedilmemek, gaz odalarına gitmemek için çıkılan yolda, yüzen bir toplama kampındaydılar.
Ve kapitalizm kirli yüzünü bu trajedide de ortaya serdi. Gemiden sadece dokuz Yahudinin çıkışına izin verildi. Bunlar ne küçük çocuk ne acil sağlık sorunu yaşayan kişilerdi. Vizesi olanlar ve ayrıcalıklı olanlar! Martin Segal ve ailesi gemiden herkesin bakışları arasında tahliye edildi. Neden? Segal, Standard Oil Company of New York isimli bir Amerikan petrol şirketinin Romanya müdürüydü. Aracı olarak devletten bu iltiması alan kişi ise Vehbi Koç’tu! Vehbi Koç bu şirketin Türkiye temsilcisiydi ama Amerika’nın ve müttefiklerinin Nazilere krom satışına karşı uygulamaları nedeniyle kara listedeydi. Koç, Segal ailesini kurtarmak için İçişleri Bakanı Faik Öztrak ve İstanbul Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil'le görüşüp “vize” alınca, ABD Koç Şirketi’ni kara listeden çıkardı.
Ya kalanlar? Onların arkasında ne emperyalist tekeller ne de burjuvalar vardı. Bundan dolayı Türk sermaye devletinin onların kaderini belirlediği sona itildiler. Bir süre daha bekletildikten sonra gizlice halatların kesilmesiyle sürüklenmeye başladı. Yeniden bağlanmak yerine Şile açıklarına çektirildi. Motorsuz ve zincirsiz bir geminin açıklara sürükleneceği biliniyordu. Böylece Türk karasularından çıkan gemi Karadeniz’e uzaklaşacaktı. Gemi Sovyetler Birliği’nin yabancı ve tanımsız gemileri Nazi’lere ait saymasından dolayı bir denizaltı tarafından batırıldı. Yüzlerce insanın cesetlerine dahi ulaşılamadı.
“Sadece David Stoliar adlı 20 yaşında bir yolcu ve Ivanof Diko isimli ikinci kaptan sağ kurtuldu. Stoliar ve Diko sabaha kadar bir tahta kirişe tutunarak hayatta kalmaya çalıştı. İkili aynı zamanda donmak üzereydi. Daha sonra tüm umutları tükenen Diko kendini akıntıya bıraktı ve yaşamına son verdi. Stoliar ise çaresizlikten bileklerini kesmek istedi ancak donmak üzere olan elleri çakıyı açamadı.” (Wikipedia)
Struma böyle bitti. Aradan geçen on yıllara rağmen suskunluk hâkim. Gemiyi Sovyet denizaltısının batırması savaş koşullarında anlaşılır olduğu için buradan yüklenemiyorlar.
Aquarius ise sonu trajedi olarak yazılmamış başka bir göçmen gemisi hikayesi. İtalya ve Fransa arasında gerilime neden olan gemi belirsiz bir seyir izlemek zorunda bırakıldı. Struma’da olduğu gibi... Göçmen kabulünde yaşananlar siyasal kriz olarak yansısa da, o gemideki göçmenlerin ruh halini düşünen olmadı.
“Sınır Tanımayan Doktorlar ve Alman yardım vakfı SOS Méditerranée yönetimindeki Aquarius gemisinde, geçen Cumartesi ve Pazar günleri Libya açıklarında 6 ayrı operasyonla kurtarılan 629 kişi dünden beri Akdeniz’de kendilerine bir liman açılmasını bekliyor. Gemide 123 refakatsiz çocuk, 11 bebek ve 7 hamile kadın da bulunuyor. (…) Salvini, sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamalarda ‘Bugün de bir Alman sivil toplum örgütüne ait, Hollanda bayrağı taşıyan Sea Watch 3 gemisi Libya açıklarında yine göçmen yüklemeyi bekliyor, elbette onları İtalya’ya getirmek için. Alman derneği, Hollanda gemisi, Malta kılını kıpırdatmıyor, Fransa onları geri çeviriyor, Avrupa’nın umrunda değil. Artık yeter!’ dedi.”
Haber BBC’den... İki gün belirsizliğe sürüklenen gemi İspanya’nın kabulü ile yeni rotasına gidiyor. İtalya İçişleri Bakanı, en yakın güvenli liman olmalarına rağmen göçmenleri almamalarını ve İspanya’ya gitmelerini ‘zafer’ ilan ediyor. Sistemin aynı çarklarla döndüğü yerde, Struma’dan Aquarius’a hikâye aynı kalıyor. 77 yıl önce Türk sermaye devletinin zaferi, şimdi İtalyanların başarısı!
Bu sorunu bizzat yaratan savaş çığırtkanı sistem göçmenleri ölüme terk etmeye devam ediyor. Aquarius da son değil. İtalya Aquarius’un ardından bir gemiyi daha reddetti. İtalya’da iktidara gelen ırkçı ve göçmen düşmanı hükümetin politikaları yeni Strumalar hazırlıyor. Fransa ve Almanya gibi kapitalist devletler İtalya’yı suçlayarak kendilerine uzanan sorumluluktan kaçıyor.
Ama Struma’daki gibi devlet baskısıyla oluşan ölüm sessizliği artık yok. Göçmenlerin kaderini devletlerin insafına bırakmamak için yükseltilen bir mücadele var. Avrupa’da yükselen ırkçılık karşısında bu alanda da mücadele sürüyor.
İ. Manuşyan