Birleşmiş Milletler, II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan hemen sonra savaştan galip çıkan sömürgeci devletlerin uluslararası çıkarlarını ittifak içinde hayata geçirmek üzere 24 Ekim 1945 tarihinde bir emperyalist ortaklık olarak kurulmuştur. Birleşmiş Milletler o günden bugüne barış, adalet, demokrasi, insan hakları, insani yardımlaşma, uluslararası dayanışma vb. soyut hümanist kavramlar üzerine dört ayağını oturturken, başta ABD olmak üzere daimi üyesi olan, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’nın çıkarları doğrultusunda ezilen uluslara müdahalenin üstü cilalı bir silahı ve aracı olmuştur.
Kuruluş felsefesini dünya barışı ve adalet kavramlarında bulan BM, sözüm ona dünya adaletini sağlayacak bir örgüt misyonunu kendine biçerken daimi üyesi olan emperyalist devletler “insan hakları” adı altında müdahale ettikleri bölgelerin sosyal-siyasi yapısını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden inşa etmektedir. Ortadoğu ve Afrika başta olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerindeki bölgesel sorunlara çözüm üretmek bir yana, BM esas olarak emperyalizmin çıkarlarını uluslararası alanda en ileri düzeyde hayata geçirebilecek alanları yaratmanın peşindedir.
Tüm dünya uluslarının kaderi ve beş ülke
ABD emperyalizmi başta olmak üzere dev emperyalist devletlerin sömürdükleri üçüncü dünya devletlerine doğrudan müdahale için BM’den daha işlevsel bir kılıf da düşünülemezdi doğrusu. Paylaşım savaşı sonrasında kurulan ve dünya dengelerini belirleyen statükoyu korumak ve pekiştirmek için kurulan BM, adalet ve barış gibi meşru bir söylem altına gizlenmiş kodlarla hareket ederken gayri-meşru uygulamalarını burjuva hukukuna uydurarak pratiğe dökmektedir.
Dünyanın en kapsamlı siyaset platformu niteliğindeki BM Genel Kurulu uluslararası hukukun ve devletlerarası müzakerenin temel bir platformu olarak işlev görüyor. Özel görev ve yetkiler ile donatılmış Güvenlik Konseyi ise BM’nin işlev gören en yetkin müdahale araçlarından biri. Uluslararası barışı tesis etme ve güvenliği koruma adı altında milyonların kaderini belirleyen bağlayıcı kararları alma yetkisine sahip olan Güvenlik Konseyi “silahlı kuvvet kullanımını içeren zorlama tedbirleri” uygulamak konusunda sınırsız yetkiye sahip. BM’nin sacayağını oluşturan uluslararası barış ve adalet kavramları ise BM Antlaşması’nda tariflenmediği için bu kavramlarının içeriğinin tespiti de tümüyle beş emperyalist ülkenin iki dudağı arasından çıkacak söze bırakılmış durumda.
Dünya nüfusunun %40’ından fazlasının insani ve sağlıklı yaşam koşullarından yoksun olduğu göz ününe alındığında kapitalist sömürü koşulları altında, ezilen milyonların adalet ve demokrasi özlemlerinin Birleşmiş Milletler’in direksiyonunu elinde bulunduran emperyalist devletlerce gerçekleşebileceği umudu boş bir hayaldir. Açlık, yoksulluk, işsizlik, kıtlık, iç savaşlar, dikta rejimleri ve soykırım uygulamaları ile boğuşan az gelişmiş ülkelerde insani ve onurlu bir yaşam sürme hakkı ellerinden alınmış milyonlara, bu sorunların esas kaynağı olan emperyalist ulusların ellerinde yönetilen BM tarafından adalet götürülmesini beklemek emperyalizmin doğasını tamamen inkâr etmek anlamına gelir.
Kısaca BM masasında “uluslararası barış ve güvenliği koruma” etrafında birleşen ve hemen tüm bağımsız devletleri içeren yekun asıl hedefi savaş sonrasında küresel ölçekte tesis edilen statükonun “barış ve adalet” gibi kendinden menkul soyut kavramların altında gizlenerek muhafaza edilmesidir.
1970’lerde de bu kez Sovyetler karşısında güç toplayan ABD, Rusya’nın ve Çin’in veto yetkilerine müdahale etmiş ve BM’yi elinde tutan esas güçler arasındaki iktidar dalaşı BM arenasında da kendini göstermiştir. 11 Eylül sonrasında ise ABD emperyalizmi hızla agresifleşirken, 1945’i esas alan BM’nin 2000’lerde uluslararası barış ve güvenliği sağlamasının mümkün olmadığı tezi nedense tam da bu dönem yükseltilmeye başlanmıştır. Bu da BM’nin kimlere ne için hizmet ettiğini ve emperyalistlerin çıkarlarına hizmet etmekte atıl kaldığı noktada istenirse tıpkı Milletler Cemiyeti gibi feshedilip yerine yeni bir alternatifin üretilebileceği ve emperyalistlerin uluslararası alanda en ileri çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde istendiği gibi revize edilebilecek bir ortaklık zemini olduğunu göstermektedir. BM’nin efendileri şimdi böylece BM’yi kendi çıkarlarınca revize etme çabasına girmişti bile. Küresel hegemonik güç olmak isteyen yeni imparatorluk ABD’ye karşın 2000’in ikinci yarısında Rusya ve Çin’in yükselişi Arap Baharı, Ukrayna ve Suriye sorunları, 2008’de baş gösteren finansal kriz gibi gelişmelerle emperyalistler ve doğal olarak BM masasında dengeler değişmiştir.
İkiyüzlü BM’nin sömürge adaleti kendisine kalsın!
Emperyalist rekabetin kızışmasıyla çıkan bölgesel savaşlar Ortadoğu ve Afrika başta olmak üzere ezilen halklar için gün be gün yıkıcı sonuçlar doğururken tüm bu sorunlara karşı çözüm üretme iddiasında olan BM durup izlemek ve gerektiğinde savaşın yıkıcı gücünü artıran müdahaleler yapmak dışında bir işlev görmemektedir.
Orta Afrika Cumhuriyeti'ne 'demokrasi' ve 'barış' sağlama göreviyle gönderilen BM güçlerinin kadınlara yönelik tecavüz ve saldırıları ise bilinen ve perde arkasında kalan kahredici alçaklığın su yüzüne vuran küçük bir boyutu… Filistin İntifada’sında direnenlere öğütler veren BM sekreterleri ise işgalci İsrail’e koruma kalkanı olarak “barışı ve demokrasiyi tesis etmekten” gerçekte ne anladığını tüm dünya işçi ve emekçilerine göstermektedir. Filistin’e verilen “Direnme!” mesajı, aslında tüm dünya ezilen halklarına aba altından sopa göstermenin bir ifadesi olurken sömürgecilere barışın temini için istila ve saldırı vizesi çıkarılmakta, buna karşı fiili-meşru direniş hakkını kullanan halklar kaosun kaynağı olarak işaret edilmektedir.
Yaşadıkları topraklar işgal edilen, topraklarından sürgüne mahkum edilen emekçi halklara “barış”, “demokrasi”, “istikrar”, “medeniyet” yalanları altında kölelik pazarlanmakta ve BM bu konuda da başı çekmektedir. BM masasında ikiyüzlülükle yarışan devletler ”Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ adı altında ezilen halklara daha fazla yıkımı ve sömürüyü daha renkli bir ambalajda sunmak dışında bir şey yapmamaktadır.
Bizlerse kanlı ortaklıklarıyla şeytanın avukatlığını yapanlara karşı, şeytanın maskesini bir kez daha düşürerek tüm dünyadan emekçi halklara barış ve adaletin bu düzen içinde tesis edilemeyeceği acı gerçekliğini tekrar tekrar hatırlatmak zorundayız. Barışı ve adaleti işçiler ancak kendi elleriyle sömürüsüz ve sınıfsız bir düzende kalıcı olarak inşa edebilir; BM dahil sömürge çıkarlarından bağımsız olmayan hiçbir odak ve sermaye düzeni altında kurulan hiçbir müzakere platformu kalıcı bir barışı ve adaleti tesis edemez! Onların barışı ve adaleti yalnız kendilerinedir…
K . Ehram