Gerici sermaye düzeninin yeni egemenlik alanları yaratmak ve bu alanları elinde tutmak için her türlü kirli ilişkiyi mübah gördüğü tarihsel bir evreden geçiyoruz. İlerici insanlık dünyasının içinde bulunduğu kriz ve çözümsüzlük durumu bu evreyi uzatmakta ve sermayenin saldırganlığını daha bir azgınlaştırmaktadır. Dünyanın dört bir tarafını ateş çemberine çeviren bu kokuşmuş burjuva egemen dünya gün geçmiyor ki yeni bir skandalla sarsılmıyor olsun. İletişim dünyasının gelişmişlik düzeyi ve yarattığı imkanlar, her ne kadar kitleleri manipülasyona açık hale getirse de öbür tarafıyla da sermaye gericiliğinin kirli çamaşırlarını ortaya sermede ayrı bir kolaylık sağlamaktadır. Yakın zamanda Le Monde gazetesinde ve sonrasında bütün bir dünyada haber konusu olan IŞİD-Lafarge ortaklığı bunun en somut örneklerinden bir tanesidir.
İsviçre-Fransız ortaklığı LAFARGE HOLCIM firması daha 2010 yılında (ki bu tarih çok önemli), Suriye’de kışkırtılmış terör örgütlerinin çıkardığı iç savaşın bir yıl öncesinde, Suriye’nin kuzeyindeki Jalabiyeh’te (Rakka ve Menbic arasında kalan bir bölge) bulunan çimento fabrikasını satın alır. Yaklaşık iki yıl sonra, 2012 yılında ise fabrikanın da içinde olduğu bölgenin tamamı IŞİD’in kontrolüne geçer. IŞİD’in bölgedeki hakimiyeti istisnasız bütün diğer firmaların bölgeyi terk etmesine neden olurken, her nedense Lafarge fabrikayı işletmeye ve aralıksız üretime devam eder. Tabii buradaki can alıcı soru, yerli ya da yabancı firmaların tamamı bölgeden çekilirken, Lafarge’ın 2013 ve 2014 yıllarında üretime nasıl oluyor da devam ediyor olmasıdır.
İşte bize bu sorunun cevabını Le Monde muhabiri Dorothee Myriam Kellou, yaptığı iki yıllık çalışmanın ardından, bütün bir açıklığıyla veriyor: “Firma ile IŞİD’in maliye bakanı arasında yapılan anlaşma metinleri, ki bu metinlerde bütün bir açıklığıyla IŞİD maliye bakanının imzası, mühürü ve Lafarge şirket yetkililerinin imza ve mühürleri bulunmaktadır, fabrikadaki mal giriş ve çıkışlarının ve en önemlisi de fabrika güvenliğinin nasıl da IŞİD’e teslim edildiğinin bütün delilleri ortaya dökülüyor.”
Le Monde’dan alıntıladığımız haberin özeti yayınlandıktan kısa bir süre sonra firma yetkilileri bu konuda bir açıklama yapmak zorunluluğu hisseder ve utanmazca bir açıklama yaparlar. Her ne kadar yapılan açıklamalar günah savar bir tarzda yapılmış olsa da bu işbirliğinin ortaya çıkması önemli bir gelişmedir. IŞİD’e karşı “savaş ilan edenlerin” nasıl da aynı terör örgütüyle ortaklıklar yaptıklarını, ekonomik olarak imkan sağladıklarını ve beraber daha nice kirli dolaplar çevirdiklerini daha somut bir biçimde gözler önüne sermiştir.
2013 yılında 250 işçinin ve yine fabrikanın güvenlik şefi olan Nidal Wahbi’nin IŞİD tarafından kaçırılmış olması, şirket yönetimini kesinlikle rahatsız edip ürkütmeye yetmemiş olacak ki üretime devam edilmiştir. Ne gariptir ki bu kez işe alınanlar, tamamen IŞİD’in şirket yetkililerine önerdiği isimler olmuştur. Yaklaşık 10 gün IŞİD’in elinde rehin kalan Wahbi’nin nihayet kendi imkanlarıyla IŞİD’den kurtularak Le Monde’la ilişkilenmesi sonucu, bütün bir dünya bu kirli işbirliğinden geç de olsa haberdar oldu.
On binlerce masum insanı katleden bu terör örgütüyle işbirliği yapmış olmaları ve onların işledikleri insanlık suçuna ortak olmaları yetmiyormuş gibi, Lafarge firmasının yetkililerince şirketin yıllık cirosundan ya da hedef cirosundan zarar ettiklerini kamuoyuna açıklamaları, deyim uygunsa tam bir aymazlık örneğidir.
Uluslararası bir konsorsiyum olarak tanımlayabileceğimiz LAFARGE HOLCIM firması Latin Amerika’dan Asya’ya enerji sektörü, çimento, enerji boru hattı yapımı, tekstil, inşaat vb. bir dizi alanda faaliyet göstermektedir ve istisnasız aktif olduğu bütün alanlarda da kirli ilişkileri vardır. Örneğin Venezuela’da muhalif gruplarla birçok kirli ilişkisi yakın zamanda ortaya çıktı ve firma yetkilileri bunu sessizlik fesadıyla geçiştirdiler. Venezuela’da rejim düşmanı sermaye gruplarıyla yaptıkları ortaklık ve anlaşmalarla devleti bir yıl içinde 650 milyon dolar zarara uğrattılar. Yani toplamında 500 işçinin çalıştığı bir çimento fabrikasını baz alarak şirketin zarara uğradığını söylemek, bunu kamuoyu önünde ağlaşarak ifade etmek ve buna insanların inanmasını beklemek kadar aptalca başka bir şey olamaz herhalde. Şirket yöneticilerinin Jalabiyeh’teki IŞİD ortaklığına ilişkin yaptıkları açıklamalarda şirketin %1 oranında zarar ettiğini telaffuz etmeleri, bir parça aklı olan herkes için mide bulandırıcıydı. Oysa ki gerçeğin kendisi haber yayınlandıktan sonra borsada %0,59-1 oranında değer kaybeden şirket hisseleriydi. IŞİD ile yapılan ortaklıkta şirketin kesinlikle zarar etmediği, aksine büyük vurgunlar vurduğu, yalnız bu işbirliğinin, ortaya çıkma tehlikesine karşın sonlandırıldığıdır.
Şirket adına açıklama yapan Jakob Waerness; “İşletmeyi çok önceden kapatmamız gerekiyordu, çünkü bu işletmenin bölgede var olması bile tek başına radikal İslamcılara destek anlamına geliyordu” diyor. Oysa ki asıl kendilerine çok iyi geliyordu. IŞİD eliyle talan edilen ülkenin tarihi ve kültürel zenginlikleri Lafarge üzerinden Avrupa pazarına akıyor ve milyarlarca dolarlık vurgunlar vuruluyordu. Ayrıca şirket yöneticilerinin IŞİD’in bölgedeki toplantılarına katıldıkları ve çeşitli tartışmalar yürüttükleri de açığa çıkmış durumdadır. Daha çok bu terör örgütünün finansmanı ile ilgili toplantılarda bulunuyor olmaları ve bu konudaki özel hassasiyetleri ise ilişkilerin geldiği boyutu göstermesi açısından özel bir önemdedir.
Öylesine kirli ilişkiler söz konusu ki, Verein Sherpa Paris ve Europäische Zentrum für Verfassung-und Menschenrechte (insan hakları organizasyonları) Lafarge şirketine karşı savaş ve insanlık suçu işlemek kastıyla dava açmış durumdadırlar. Buradan bir sonuç çıkacağından değil ama sermayenin kirli çıkarlarının bir şekliyle tartışılıyor olması ve bu konuda kamuoyu vicdanında yaratacağı hassasiyet her şeye rağmen küçümsenebilecek bir gelişme değildir.
Lafarge Holcim şirketinin kirli sicili sadece IŞİD ile yaptığı kirli ortaklıkla da sınırlı değildir. Her iki şirketin daha birleşme aşamasında (Lafarge ve Holcim daha önceleri iki farklı şirkettir) bir dizi hukuksal dolandırıcılık yaptığı ve birleşmeyi ancak böyle sağladığı da not edilmesi gereken başka bir skandaldır. Dünya çapında 90 ülkede farklı dallarda ortaklıkları ve işletmeleri olan firmanın yaklaşık 120.000 işçisi bulunmaktadır. Yıllık cirosu 30 milyar dolar olarak resmi kayıtlarda görünse de bu cironun çok çok üzerinde rakamların olduğu da bilinen bir şeydir. Her ne kadar ticaret hukukunda bir şirket olarak görünse de, uluslararası boyuttaki ilişkileri, toplam ticaret hacmi ve bu ticaretin kapsamı düşünüldüğünde karşımıza tam anlamıyla dört başı mamur bir tröst çıkmaktadır. Uluslararası ticaret hukukunun yarattığı bir takım sıkıntılar nedeniyle de iki şirketin birleşmesi hukuki olarak hala tartışmalıdır. Bu aynı sermaye grubuna aktif olduğu alanlar yetmiyor olacak ki son beş yıl içerisinde “inovasyon teknolojisi, yeni patent ve araştırma” alanlarına da büyük çaplı fonlar ayırmıştır ve bu dalda da gelecekte iddialı olacağa benziyor.
IŞİD ve Lafarge Holcim arasında ortaya çıkan kirli ilişkiler bilinen klasik bir gerçeğe de parmak basmıştır. O da ağırlıklı olarak Ortadoğu coğrafyasında var olan radikal İslami örgütlerin yalancı ve ikiyüzlü “anti-emperyalistlikleri”dir. Aktüel olarak bunu her ne kadar IŞİD üzerinden bugün tartışıyor olsak da, bölgedeki Müslüman Kardeşler, Hizbullah, Hamas, El Kaide, El Nusra… vb. örgütlerin de IŞİD’den farklı olmadıkları bilinmektedir. Her birinin ya bölgedeki gerici işbirlikçi devletlerle kirli ittifakları ya da dolaysız bir biçimde emperyalist ülkelerle ilişkilerinin olduğu ve bu işbirliğinin nasıl da bütün bir coğrafyayı en başta da bu terör örgütlerinin eliyle destabilize ettiği bir kez daha teyit olmuştur.
Bizzat ağababaları tarafından kurulup kollanan bu kirli çetelerin bölgenin bütün bir ilerici enerjisini nasıl da tükettiğine her geçen gün yeni bir gelişme üzerinden tanıklık etmekteyiz. Sovyetler Birliği'nin kuşatılmasının ürünü “Yeşil Kuşak Projesi” ve devamında yine sermayenin kirli çıkarlarının korunması adına “besleme” diye tabir etmekte sakınca göremeyeceğimiz bu İslami terör örgütlerinin bölge halklarına verebileceği bir şey olmadığı gibi, giderek bölge halkları nezdinde de çok geçmeden tecrit olacaklardır. Er ya da geç bu besleme sürülerinden kurtulacak olan bölge halkları, onların ağababalarına da okkalı bir tokat atmayı başaracaklardır.