G20: Her yönüyle kâr odaklı bir platform

G20 organizasyonunda söz sahipleri, bizzat sermayenin çıkarlarının temsilcileri, bizzat bu sınıfların içerisinde yer alan kimselerdir. Bunların oturup da “işçilerin sorunlarını çözelim” gibi bir dertleri yoktur. Tek dertleri vardır, o da “sermaye bugün yaşadığı krizi nasıl aşacak” sorusudur.

  • Haber
  • |
  • Dünya
  • |
  • 12 Kasım 2015
  • 14:40

Yirmiler grubu – G20 – Antalya’daki “güvenlik önlemleri” adı altında devletin yaptığı yığınak ve birçok ülkeden sermaye temsilcilerinin lüks otellerde konaklıyor oluşuyla gündeme geldi. Öyle ki, Suudi Kralı, kendi ülkesinden gelen grubun konaklaması için bir oteli kapattı, 20’den fazla kamyonu önceden göndererek, kendi ziyareti için otelde hazırlıkları önceden başlattı. Basına yansıyan şatafat ve güvenlik önlemleri bir kenara bırakılırsa; esasta uluslararası sermaye güçleri, önlerindeki engelleri tartışmak ve emperyalizmin içinde bulunduğu kriz döneminde hayata geçirilecek planları belirlemek için böyle bir organizasyon gerçekleştiriyor.

G20, 1999’da G7 ülkelerinin çıkarları doğrultusunda “gelişmekte olan ülkeler”le bir araya gelerek sermaye düzeninin sorunlarını ve bu sorunlara karşı sermaye güçlerinin yaklaşımlarının tartışılması amacıyla organize edilmeye başlandı. G7 ülkeleri, 1970’lerin başındaki kriz döneminde resmi olarak kendi platformlarını oluşturmuşlardı. 1994 ve 97 yıllarında önce Latin Amerika, ardından da Asya ülkelerinin büyük bölümünü etkileyen krizler ve sermayenin gelişmekte olan ülkelerdeki yatırım imkanlarını sonuna kadar kullanabilme ihtiyacı, “gelişmiş ülkeler” diye tabir edilen emperyalist Yediler Grubu’nu, “gelişmekte olan” ülkeleri bir araya getirmeye doğru sürükledi. Bir yandan yıllar içerisinde, IMF, Dünya Bankası gibi örgütlerle bu ülkelere kendi çıkarlarını dayatan emperyalist tekeller, diğer yandan sermayenin işleyiş yasalarının bir sonucu olarak bu ülkelerle yoğun bir bağımlılık ilişkisine girdiler. Çokuluslu şirketlerin ve sermaye hareketlerinin birbirine daha da bağımlılaştırdığı sermaye devletleri, G20 üzerinden de, sermaye sınıflarının politikalarını tartıştıkları, bunları planladıkları, esasta da G7’nin çıkarlarını diğerlerine de kabul ettirmeye çalıştıkları bir platform kurdular.

Yirmiler Grubu, farklı farklı alt gruplara bölünerek bu alanlarda da sermayenin çıkarlarını tartışan bir işbölümüne sahip. B20, C20, T20, L20, W20, Y20 olarak “işletme”, “sivil”, “düşünce”, “emek”, “kadın”, “gençlik” başlıkları altında açık bir şekilde sermayenin çıkarları tartışılıyor. “Emek” başlığı altında kim var diye baktığınızda, işçi sınıfını sermaye devletine boyun eğdirmek misyonunu yerine getirmekle yükümlü olan Türk-İş bürokrasisinin başı Ergün Atalay’ı görüyorsunuz. Onbinlerce metal işçisinin grevlerine dair kılını kıpırdatmayan, Türk-Metal çetesini sonuna kadar destekleyen, işçilere yönelik saldırılara ve Türk-Metal’in mafya vari yöntemlerine gıkı çıkmayan Ergün Atalay! Mafyalaşmış Türk-İş bürokrasisinin baş temsilcisi...

C20, Türkçesiyle “Sivil Yirmi” ise sermayenin bilindik bir aldatmacasını gözler önüne seriyor. Özellikle 12 Eylül askeri darbesini ve ordunun Türkiye’deki etkisini sözde “eleştirmek” adına hoyratça kullanılan “sivil” kavramı, “sermaye sınıfını ilgilendiren, ona dayanan” anlamına geliyor. “Sivil anayasa”, “sivil cumhurbaşkanı” vb. aldatıcı şekillerde kullanılan “sivil” kavramının ne anlama geldiğini, “Sivil Yirmi”nin Türkiye başkanlığını kimin yaptığına bakarak daha iyi anlayabilirsiniz. Burada da bir patron yer almaktadır; Kale Grubu Başkanı ve CEO’su Zeynep Bodur Okyay.

T20, sermaye sınıflarının politika yapıcıları, “beyin takımı” sözcülerinden oluşurken, W20 kadın girişimcilerden oluşuyor. T20 başkanlığında Merkez Bankası Para Politikası Kurulu üyesi ve TEPAV (Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Enstitüsü) kurucu direktörü Güven Sak yer alıyor. W20’de ise Gülden Türktan (Kadın Girişimcileri Derneği KAGİDER’in kurucularından. KAGİDER’de ve TÜSİAD’ın İstihdam ve Sosyal Güvenlik Çalışma Grubu’nda başkanlık görevi yapmış “girişimci bir kadın”) göze çarpıyor. B20 için de TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu başkanlık görevini üstlenmiş. Kendisinin kim olduğunu hatırlatmaya gerek yok, Türk burjuvazisinin baş sözcülerinden.

Y20 ise sözde “gençliğin sorunlarına odaklanan” bir alt grup. Bu grubun tartışmalarında öne çıkan gündem “gençlik içerisinde işsizlik”. Sanırsınız bunlar gençliğin geleceğini garanti altına almaya çalışıyor. Bu alanda başkanlık yapan Emre Cenker’e baktığınızda kendisinin bir emekçi çocuğunun hayal dahi edemeyeceği imkanlarla eğitildiğini, özel üniversite bitirdiğini, birden fazla ülkede, birden fazla yüksek lisans yaptığını vs. görüyorsunuz. Arada dikkat çeken bir nokta ise Almanya’daki Otomotiv Sistemleri Mühendisliği eğitiminin ardından “bir yıl süreyle otomotiv sektöründe tam yetkili meshul müdür olarak çalışmış ve iş yönetimi konusunda eğitim almış” olması. O da “yönetmeyi öğrenmiş”, tam da sermayenin çıkarları doğrultusunda. Böyle bir bakışla donatılan kişi nasıl “gençliğin geleceğini” düşünebilir. Olsa olsa “rekabetin zorlu koşullarında birileri(!) işsiz kalmak zorunda” diyebilir ancak. Kapitalizmin yasalarının bilincinde ve tam da onu meşrulaştıracak şekilde...

Bu kişileri şunun için ele aldık. G20 organizasyonunda söz sahipleri, bizzat sermayenin çıkarlarının temsilcileri, bizzat bu sınıfların içerisinde yer alan kimselerdir. Bunların oturup da “işçilerin sorunlarını çözelim” gibi bir dertleri yoktur. Tek dertleri vardır, o da “sermaye bugün yaşadığı krizi nasıl aşacak” sorusudur. Ellerindeki paralar, yaptıkları yatırımlar, nasıl güvenli bir şekilde kâr getirmeye devam edecek? Sorun bu onlar açısından.

Daha somut olarak, G20’nin gündeminde “enerji sorunu”, “mülteci krizi”, “kapsayıcılık ve sürdürülebilirlik”, “dünya genelinde yatırımların teşvik edilmesi”, “Suriye’deki emperyalist savaş”, “işsizlik”, “yoksulluk” vb. gündemler var. Ama G20’nin gündemi bu sorunları çözmek değil. Bu sorun alanlarında ne gibi adımlar atarak sermayenin kârlılığını sürdürebilecekleridir onları ilgilendiren. Burjuvazi açısından esas olan sorunları çözmekten ziyade, sermaye birikimine engel oluşturan yönlerinin aşılmasıdır.

Açıkçası Antalya’daki OHAL koşulları, önlerindeki engelleri aşmaya dönük sermaye sınıflarının nasıl bir bakış açısına sahip olduğunu gösteriyor. Ya da bir başka örnek olarak IŞİD, bu engelleri aşma çabasının sonuçlarının ne kadar ağır olduğunu gösteriyor. Bunlar sermayenin kendi çıkarları için her türlü barbarlığa başvurduğunun en dolaysız göstergeleridir. Bu örnekler çoğaltılabilir, ama önemli olan sermaye sınıfının böyle bir örgütlülüğe dayanması, kendi çıkarlarının bilincinde hareket etmesidir.

Sermaye sınıfları böyle bir örgütlülüğe sahipken, işçi sınıfına da kendi çıkarları için yan yana gelmekten başka bir kurtuluş yolu kalmıyor. Sermaye güçleri nasıl ki “kâr” için yan yana geliyorlarsa, emekçiler de bir an önce “sömürü”ye son vermek için örgütlenmelidir.