Fransa’da genel seçimlerin ikinci turu da beklenildiği gibi E. Macron’un zaferi ile sonuçlandı. Macron’un Yürüyüş (La Republique en Marche) hareketi 308, müttefiki MoDEM (Demokrat Hareket) 42 milletvekili elde etti. Cumhuriyetçiler ve müttefiki UDİ 131, Sosyalist Parti (PS) 29, Boyun Eğmeyen Fransa (Fİ) 17, Fransız Komünist Partisi (PCF) 10, ırkçı-faşist Le Pen’in partisi Ulusal Cephe (FN) ise 8 milletvekili çıkardı. Bu sonuçla birlikte Macron ve müttefikleri “Çalışma Yasası 2” adı altında emekçilere yönelik sosyal yıkım saldırılarını hayata geçirmek için yeterli güce ulaşmış bulunuyor.
Fransa seçimlerine damgasını vuran bir diğer olgu ise, seçimlere katılım oranının %50’nin altında kalması idi. Böylesi bir durum Fransa tarihinde ilk kez yaşandı. Tablonun kendisi Fransız işçi ve emekçilerin sermaye partilerinden, onların şahsında sermaye düzeninden umutlarını büyük ölçüde kestiklerini anlatmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde büyük bir çıkış içinde olan Marine Le Pen liderliğindeki ırkçı-faşist Ulusal Cephe ise bu kez sadece 8 milletvekili çıkararak kelimenin gerçek anlamında hüsrana uğradı. Bu da altı çizilmesi gereken önemli bir husustur.
Emmanuel Macron Fransa’nın aldatıcı yeni yüzüdür
Fransa’da günlerdir seçimlerin bilinen tablosu üzerinden Emmanuel Macron’un önce cumhurbaşkanlığı ve ardından da milletvekili seçimlerindeki başarısı konuşuluyor. Sermaye medyası seçim sonuçları üzerinden döne döne Macron’u parlatıyor. Kimi zaman genç ve alabildiğine enerjik oluşundan, kimi zaman seçimlerde çok sayıda kadın aday göstermesinden ya da Macron’un Fransa’yı yeniden toparlayıp, eski saygın konumuna kavuşturacağından söz ediliyor.
Peki, Macron bu başarıyı neye ya da kimlere borçludur? Öyle ya, E. Macron’un bir partisi dahi yoktu. Üstüne üstlük karşısında güçlü muhataplar vardı. Macron buna rağmen söz konusu başarıyı nasıl elde etti?
Şöyle ki, bir önceki cumhurbaşkanı F. Hollande’den hükümet başbakanı Manuel Valls’a, N. Sarkozy’den, F. Fillon’a ve Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen’e kadar, mevcut şahsiyetlerin tümü oldukça yıpranmıştı. Fransız sermaye düzeni ve siyaset kurumları alabildiğine kirlenmişti. Her gün yeni bir yolsuzluk skandalı ortaya çıkıyordu. Sarkozy bu yüzden iktidardan düştü. Cumhuriyetçiler adına bu kez Fillon hızlı bir giriş yaptı. Ancak çok geçmeden boylu boyunca yolsuzluk pisliğine bulaştığı açığa çıktı. Haliyle aynı hızla zirveden aşağı yuvarlandı. Hollande yeniden aday olmaya cesaret bile edemedi. Başbakan M. Valls’ın ise işçi ve emekçilere düşmanlığı nedeniyle hiç şansı bulunmamaktaydı. Marine Le Pen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde büyük bir çıkış içindeydi. Ancak, sermayenin öncelikli tercihi değildi. Avrupa Birliği konusundaki tutumu tercih edilmemesinde ayrıca önemli rol oynadı.
Fransa burjuvazisinin ve düzeninin, sahte umutlar yayarak işçileri, emekçileri ve gençliği aldatmada ve yeniden düzene bağlamada rol oynayacak yeni, genç ve yıpranmamış bir yüze ihtiyacı vardı. Verili konjonktürde buna karşılık gelen ise E. Macron’du, o tercih edildi. Yani, Emmanuel Macron Fransız burjuvazisinin büyük kesiminin ve patronlar örgütü MADEF’in ortak adayı idi. İttifak halinde tüm imkanlar Macron’un kazanması için seferber edildi. İş, Macron’un Yürüyüş Hareketi’ni fazlasıyla aştı, büyük bir parti hareketi halinde büyüyüp, mahiyet değiştirdi. Fransız burjuvazisi Macron’u adeta omuzlarına alarak önce Fransa’nın cumhurbaşkanı yaptı. Bununla da yetinmedi, kendisine hizmet edeceğinden emin biçimde, tutup Macron’a bir de seçim zaferi hediye etti. Demek oluyor ki, Macron’un başarısının arkasında Fransız burjuvazisi vardır.
E. Macron’un zaferinden en çok hoşnut kalan AB ve onun lider ülkesi Almanya, dolayısıyla da Alman burjuvazisi ve işbaşındaki hükümet oldu. Su katılmamış bir gerici olan Alman Maliye Bakanı Wolfgang Schäuble, hem de daha seçimler yapılmamışken, “Fransız olsaydım Macron’u seçerdim” diyerek Alman burjuvazisinin Fransa seçimlerine yönelik aldığı tutumu dile getirdi. Alman burjuvazisi ve A. Merkel başta olmak üzere en üst kattan devlet ve hükümet temsilcilerinin hem cumhurbaşkanlığı hem de milletvekili seçimlerinde Macron’a destek sundukları da sır değil. Bu nedenle Macron, kimi politik çevrelerce “Berlin’in Paris’teki adamı” olarak nitelenmektedir.
Fransa’yı oldukça hareketli bir gelecek bekliyor
Fransa’nın yeni yüzü olarak sunulan Emmanuel Macron, hatırlanacağı üzere ilk işinin OHAL’e son vermek olduğunu söylemişti. Görünen o ki, Macron OHAL’i Kasım ayına kadar uzatmaya hazırlanıyor.
Bununla birlikte işçi ve emekçileri hedef alan bir dizi yasa hazırlığı da Macron’un masasında bekliyor. Bunlardan en önemlisi ise çalışma yasasıdır. Bu yeni iş yasası kapsamında ilk elden çalışma süreleri uzatılacak. İşçi ücretleri daha da aşağı çekilecek. TİS’ler daha işlevsiz hale getirilecek. Her işletmede ara komisyonlar oluşturularak, her şeye rağmen Fransa’da etkin olan sendikaların rolü ve gücü daha fazla sınırlandırılacak. Bu uygulamaları iş kontratları, emeklilik, işsizlik ödenekleri, sosyal sigortalar, iş mahkemeleri gibi kazanılmış temel hakların gaspı tamamlıyor.
Hiç kuşkusuz, bu o denli kolay olmayacaktır. Nitekim, CGT Sendikası şimdiden harekete geçmiş bulunuyor. Örneğin, örgütlü olduğu tüm fabrika ve iş yerlerinde çok yönlü bir çalışma yürütüyor. Saldırıların kapsamı üzerinden yoğun biçimde bilgilendirme çalışmaları yapıyor. En önemlisi de, parlamentonun açılış tarihi olan 27 Haziran’da, başta Paris olmak üzere ulusal meclisin önünde ve tüm Fransa’da, Macron aracılığıyla gündeme taşınan sosyal yıkım saldırılarına karşı bir genel grev hazırlığı gündemde.
Gelişmeler gösteriyor ki, Fransa tıpkı Hollande-Valls hükümeti döneminde olduğu gibi, bir kez daha işçi ve emekçilerin yoğun ve yaygın grev ve gösterilerine sahne olacak.