İngiltere'de gelişen buharlı makineden Fransa'daki görkemli devrime, burjuvazi 18. yüzyılda artık zaferini ilan etmiş, tarih sahnesine egemen siyasal aktör olarak çıkmıştı. Feodal sınıfla olan kavgasını zaferle taçlandırmış olan burjuvazi, o andan itibaren de ilerici barutunu yitirmiş, “eşitlik, kardeşlik, özgürlük” sloganını çoktan unutmuştu. Artık onun için tek bir özgürlük vardı: ticaret özgürlüğü. Temel mantığı “daha fazla kâr” olan sermaye sınıfı için savaşlar da kaçınılmaz oluyordu. Yapısal krizlerini savaş yoluyla aşmaya çalışıyor, dünya halklarının başına “dünya savaşları”nı musallat ediyordu.
1945 yılında kurulan Birleşmiş Milletler'in öncülü Cemiyet-i Akvam yani Milletler Cemiyeti de kapitalizmin savaş özünü karartmak için kullanılan bir perdeydi. Kuruluş tarihi I. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nın hemen ardına rastlayan Milletler Cemiyeti ABD'nin önerisi ile kurulmuştu. Döneme daha yakından baktığımızda kapitalist barbarlığa ve emperyalist savaşa Rusya proletaryasının verdiği Ekim Devrimi cevabını görürüz. Ekim Devrimi ile beraber ABD ve Avrupalı emperyalistlerin tüm gizli anlaşmaları dünya halkları ile paylaşılmıştı. Ekim Devrimi'nin kendini savaşın gerçek çözümü olarak ortaya koymasının dünya halklarında yarattığı sempatiden korkan ABD, 8 Ocak 1918'de tarihe o dönemin ABD başkanı Woodrow Wilson'un adı ile geçecek Wilson İlkeleri'ni yayınlar.
“Ekonomi önündeki uluslararası engellerin kaldırılması”nı talep eden bu bildirge, “savaşlara son vermek” amacıyla her ülkeden temsilcilerin bulunacağı bir cemiyet kurulmasını önermiştir. 10 Ocak 1920'de kurulan Cemiyet-i Akvam 22. maddesiyle -savaştan sonra bağımsızlığına kavuşan ve kendi kendilerini yönetme yeteneğinden henüz yoksun halkların oturduğu ülkelere, kendi kendilerini yönetmeye yetenekli olacakları zamana kadar, cemiyet adına yönetimlerine bir mandatör seçilebilecekti- sömürgeciliğe yasal kılıf hazırlıyordu.
Uluslararası hukuk, barış, uzlaşı üzerine kongreler, sempozyumlar, konferanslar veren Milletler Cemiyeti, hukuk denilenin fiili durumun arkasından ağır aksak ilerleyen, sınıf savaşının şiddetine bağlı olarak düzenlenen ilkeler toplamı olduğunu, kapitalist sistemde gerçek ve kalıcı bir barışın var olamayacağını gizlemenin bir aracı olmuştur.
Cemiyet her ne kadar üstünü kapamaya çalışsa da maddi yaşamın sert duvarına çarpmıştı. I. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nın üzerinden daha 30 yıl geçmeden dünya yeni bir savaşa doğru sürükleniyordu. Milletler Cemiyeti hukuktan, barıştan söz ederken ilk savaştan yenilgiyle ayrılan Alman burjuvazisi faşizme başvuruyor, Alman tekellerinin yayılmacı saldırganlığı tüm dünya halklarını tehdit ediyordu.
Varlık nedenini “Uluslararasında işbirliği geliştirmek ve uluslararası barışı ve güvenliği sağlamak için, savaşa başvurmamak konusunda birtakım yükümlülükler kabul etmek, gizlilikten uzak, adaletli ve onurlu uluslararası ilişkiler sürdürmek; Hükümetlerce, bundan böyle eylemsel davranış kuralı kabul edilen uluslararası hukuk kurallarına kesinlikle uymak; Örgütlenmiş halkların karşılıklı ilişkilerinde adaleti korumak” olarak tanımlayan Milletler Cemiyeti, II. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nda Alman faşizmi Sovyetler'e saldırırken -sınıfsal konumuna uygun olarak- bu misyonunu hatırlamıyordu.
Milletler Cemiyeti savaş sonrası, 1946 yılında dağılırken yeni dönemin hegemon gücü ABD yeni bir araca ihtiyaç duymuş, bu gereksinim doğrultusunda Birleşmiş Milletler (BM) kurulmuştu. Kendini "adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği uluslararasında tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş küresel bir kuruluş" tanımlayan BM'nin ilk icraatlarından biri, kendisinin de %85'ini Arap toprağı kabul ettiği Filistin'in %55.5'ini İsraillilerin sayarak, Filistin topraklarında İsrail Devleti'nin kurulmasına yönelik rapor hazırlamak olmuştur. ABD'nin aynı dönemde, NATO, IMF gibi oluşumların da kurulmasına ön ayak olduğunu hatırlamakta fayda var. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nın ardından dünya üzerinde tek başına hakimiyetini ilan etmek isteyen ABD'nin jandarması olarak NATO'yu, mali denetleyicisi olarak IMF'yi kurduğu bir dönemde kurulan BM'den ötesi bir misyon beklemek yanlış olur.
Kapitalist barbarlık bugün de dünya halklarına savaştan başka bir şey vaat etmiyor. Gözünü Ortadoğu'nun zenginliklerine diken emperyalist haydutlar, bu ülkelere “demokrasi” götürmeye devam ediyor(!) Hegemonya mücadeleleri içinde kan gölüne çevirdikleri coğrafyalarda, adalet, barış, uluslararası hukuk demagojisiyle dolaşan BM, riyakarlığın öteki adıdır.
Sorunun parçası olanlar çözümün parçası olamazlar. Birleşmiş Milletler; kriz ve savaştan başka bir şey üretmeyen kapitalist sistemi aklamak, perdelemek için vardır. Uluslararası sermaye bir yandan elinin değdiği yerde açlık, savaş, yıkım doğururken, diğer eliyle sahte kampanyalar üretip özü karartmaya çalışmaktadır.
Dünya halklarının kurtuluşu ancak kendi mücadelesi ile mümkündür.
Y. Leyla