Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ve başını Rusya’nın çektiği üye olmayan diğer üretici ülkelerin temsilcileri, 7 Aralık tarihinde Avusturya’nın Viyana kentinde bir araya geldiler. Toplantıda, ABD’nin karşı çıkmasına rağmen 2019 yılının ilk ayından itibaren günlük petrol üretiminin 1,2 milyon varil azaltılması kararı alındı. Kararın “petrol fiyatlarındaki dalgalanmanın” durdurulması ve “piyasalarda istikrar sağlanması” amacıyla alındığı iddia edildi.
Söz konusu toplantıdan bir gün önce (6 Aralık) ABD Başkanı Donald Trump, OPEC’in petrol fiyatlarını suni bir şekilde yüksek tuttuğunu ve dünyanın geri kalanını soyduğunu söyleyerek, toplantıya katılan ülkelere gözdağı vermeye çalıştı. Trump’ın tehditlerine rağmen petrol üretiminde planlanan bu kesintinin gerekçesi olarak dünya çapında en yaygın kullanılan Brent petrolünün, Ekim ayı başında 86 dolara yükselmesi, Kasım ayı sonu itibarıyla yüzde 33’lük düşüşle 57,5 dolara kadar gerilemesi gösterilmektedir. Fiyatlardaki bu düşüş üzerine bir açıklama yayınlayan OPEC Ekonomi Komisyonu, günlük 1,3 milyon varil kesinti önerisi sunmuştu. Halihazırda dünyada günlük 33 milyon varil petrol üretimi yapılıyor, günlük tüketim ise 31,2 milyon varil civarında seyrediyor. Yaşanan gelişmelerin bir sonucu olarak 7 Aralık’ta alınan karar gereğince, OPEC üyesi ülkeler 800 bin varil, Rusya ve üye olmayan diğer ülkeler ise 400 bin varil daha az üretim yapacaklar.
OPEC üyesi ülkeler, ‘70’li yıllarda dünyadaki petrol üretiminin %50’sini gerçekleştiriyorlardı, bugün ise %40’ını üretiyorlar. OPEC ülkelerinden sonra dünya petrol üretimindeki en büyük güçler ABD ve Rusya’dır. OPEC üyesi ülkeler petrol üretiminde bir tekel gibi davranabilmekte ve istedikleri zaman petrol fiyatlarında spekülatif oynamalar yapabilmektedirler. 1970’lerin ortasında bu güçlerini kullanarak, üretimi azaltıp petrol fiyatlarının piyasada üç kat artmasını sağlamışlardı.
Petrol üretiminin kısıtlanması konusunda alınan kararın izahı madalyonun sadece görünen yüzüdür. Üretimi azaltarak piyasalarda yaratılacak olan suni bir daralmaya bağlı olarak fiyatların yukarı çekilmesi politikası, kapitalizmin her zaman ve sıkça başvurduğu bir yol olagelmiştir. Durum böyleyken, Suudi Arabistan ve Rusya’dan sonra dünyanın en çok petrol üreten ülkesi olarak ABD’nin petrol fiyatlarının arttırılması amacıyla alınmış olan bu karara karşı çıkmasını anlamak için madalyonun görünmeyen yüzüne de bakmak gerekiyor.
Lenin 20. yüzyılın başlarında kapitalist gelişmeyi çözümlediği Emperyalizm adlı eserinde, kapitalizmin artık serbest rekabetçi dönemi geride bıraktığını, tekelleşme yolu ile kapitalizmin en yüksek ve en katı barbarlık demek olan emperyalizm aşamasına ulaştığını, buna bağlı olarak günümüz dünyasında diğer çelişkilerin yanı sıra, emperyalistler arasındaki çelişkinin de temel bir çelişki haline geldiğini şöyle anlatır:
“Bugünkü kapitalizmi belirleyen temel özellik, en büyük girişimcilerce kurulmuş tekel birliklerinin egemenliğidir. Bu tekeller, özellikle, bütün hammadde kaynaklarını ellerine geçirdikleri zaman daha sağlam bir görünüm verirler. Uluslararası kapitalist birliklerin, rakiplerinin her türlü rekabet olanaklarını yok etmek, onları söz gelimi demir cevherinden, petrol kaynaklarından vb. yoksun bırakmak için nasıl büyük bir çabayla çalıştıklarını daha önce görmüştük. Yalnızca sömürgelere sahip bulunmak durumu, tekellere, rakipleriyle giriştikleri savaşımda çıkabilecek her türlü rastlantıya karşı tam bir başarı garantisi vermektedir; hatta karşı taraf, bir devlet tekeline başvurarak, kendini savunmaya geçtiği zaman da durum aynıdır. Kapitalizm geliştikçe, hammadde eksikliği de kendini o denli duyurmaktadır; rekabetin koşulları o kadar sertleşmekte, bütün yeryüzünde hammadde arama çabaları o kadar alevlenmekte, sömürgelere sahip olma mücadelesi o kadar amansız olmaktadır.” (Lenin, Emperyalizm / Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Sol Yayınları, 12. Baskı, s.93)
Günümüz dünyasında “kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası”nın ve dengelerde yaşanan hızlı değişimlerin bir sonucu olarak emperyalistler arası çelişkiler çok daha keskin hale gelmiş bulunmaktadır. Özellikle Çin’in ulaştığı gelişme düzeyi ve sermaye birikimi, bugünün hâlâ da egemen süper gücü olan ABD emperyalizminin başlıca rahatsızlık konularındandır. Bu yüzden de ABD, Çin’in gelişmesini durdurabilmek adına uzak Asya’da askeri manevralar da dahil her geçen gün yeni yaptırımlara başvurmakta, gümrük duvarlarının yükseltilmesi vb. gibi provokatif girişimlerde bulunmaktadır. Başta Çin olmak üzere BRICS ülkelerinin gelişmesini bloke edebilmek, bu ülkelerin üretim için ihtiyaç duydukları başta petrol olmak üzere her türden hammadde kaynağına ulaşımını engellemek için büyük bir çaba sarf etmektedir.
Nitekim bundan iki yıl önce ABD emperyalizminin dayatmaları sonucu başta Rusya ve Venezuela olmak üzere Çin ile petrol ticareti yapan ülkelerin ekonomilerini çökertebilmek için petrol fiyatları üretim giderlerinin daha da altına çekilerek, özellikle Venezuela’da büyük bir ekonomik yıkıma sebep olunmuştu.
ABD emperyalizmi Avrupalı emperyalist ülkeleri de arkasına alarak, kendisine rakip veya potansiyel tehlike gördüğü ülkelere her geçen gün yeni ambargo uygulamaları ile saldırıyor. Özellikle petrol ve ticaret yasağı silahını kullanarak, kendisine rakipsiz ve dikensiz bir gül bahçesi yaratmak istiyor. Yıllardır uydurma gerekçelerle Rusya ve İran’a yönelik ambargolar uygulamasının asıl sebebi bu iki ülkeyi Ortadoğu’da kendisine en büyük rakip olarak görmesi, yanı sıra yine bu iki ülkenin Çin ile olan başta petrol olmak üzere kapsamlı ticari ilişkileridir. Yıllardır ABD’nin dayatmaları sonucu Rusya’ya ve İran’a karşı uygulanan ticaret yasağı ambargoları bu iki ülkeyi yıpratmak, tabir yerinde ise hizaya sokmak ve ülke ekonomilerini felce uğratmak amacını taşımaktadır. Bu çabası belli bir başarı kazanmış ve bu iki ülkenin ekonomileri dönem dönem ciddi anlamda yıpranma yaşamıştır.
ABD’nin, OPEC içerisindeki en büyük petrol üreticisi ve Ortadoğu’daki sadık uşağı S. Arabistan’a ültimatom vererek, petrol fiyatlarının yükseltilmesine karşı çıkmasının asıl sebebi Rusya ve İran ile ilgili kaygılarıdır. ABD, ekonomilerinde petrol ve doğal gaz ticaretinin çok özel bir yer tuttuğu Rusya ve İran’ın, önümüzdeki yılın başından itibaren petrol fiyatlarında yaşanması beklenen artıştan faydalanmalarını engelleme çabasındadır.
Bu arada ABD emperyalizminin sadık uşağı S. Arabistan’ın efendisinin talimatlarına bu sefer itaat etmemesinin, yakın zamanda İstanbul’daki konsolosluk binasında öldürülen “gazeteci” Kaşıkçı cinayetiyle ilişkilendirildiğini de belirtmiş olalım. Suudi rejiminin başta ABD olmak üzere bazı ülkeler tarafından cinayetin formalite icabı da olsa kaşınmasına tepkisini böyle yansıttığı iddia edilmektedir.
***
Emperyalistler arası çatışmanın bir ürünü olarak petrol fiyatlarında yaşanacak artış bütün dünyada işçi ve emekçilerin yaşamına daha fazla yoksulluk ve sefalet olarak yansıyacaktır. Çünkü sömürü ve kâr ekonomisine dayalı kapitalist sistemde petrol ürünlerine yapılacak olan her zam, günlük yaşantımızda ihtiyaç duyduğumuz her şeye zam olarak yansıyacaktır.
Özel mülkiyete dayalı bu sistem bir bütün olarak ortadan kaldırılmadan, insanlık sömürü, açlık, sefaletten gerçek anlamda kurtulamaz. Fakat bu, güncel olarak kapitalizmin her türden saldırısına karşı mücadele etmenin önemini ortadan kaldırmıyor. Zira emperyalist-kapitalizmin saldırılarını militan ve örgütlü kitlesel mücadelelerle geri püskürtmek hem mümkün hem de işçi ve emekçilerin öz deneyim temelinde eğitimi için zorunludur. Bunun en yakın canlı ve pratik örneğini, petrol fiyatlarına yapılan vergi zamlarına karşı dört haftadır Fransa’nın her tarafında sokakları işgal eden, işçi-emekçi düşmanı Macron yönetimini ve efendisi sermaye sınıfını açmazla karşı karşıya bırakan Fransız halkı göstermektedir.