Trump, daha başkanlık seçimleri sırasında vesile doğdukça, başkan olursa öncelikle üç sorunla uğraşacağını açıklıyordu. Bunlardan biri IŞİD, diğerleri İran ve Kuzey Kore idi. Trump beklenmeyen biçimde başkanlık yarışını kazanıp ABD başkanı olur olmaz, gerçekten de ilk elden bu sorunlarla uğraşmaya başladı.
Bilindiği gibi Suriye savaşında esaslı rol oynayan Rusya ve kadim müttefiki Suriye’nin de başarılı müdahaleleri ile IŞİD konusunda epeyce mesafe alınmış, IŞİD’le savaşın sonuna doğru gelinmeye başlanmıştır. O kadar ki artık herkes “IŞİD sonrası dönem”den bahsetmektedir.
ABD’nin bölgedeki ikinci ve en esaslı hedeflerinden bir de İran’dı. Trump, Barack Obama döneminde nükleer silahlar konusunda İran’la varılan anlaşmayı yok hükmünde saydı, bölgenin yükselen ve etkisi tüm Ortadoğu’da hissedilen gücü haline gelen İran’a savaş açtı. İran’a dönük bu saldırgan tutum halen sürüyor, ancak gündemin arka sırasına düşmüş olarak...
ABD saldırganlığının şimdiki sıcak hedefi Kuzey Kore’dir. Bu, ucu sıcak çatışma ya da çatışmalara açık saldırganlığı için bahanesi ise Kuzey Kore’nin füze fırlatma denemeleridir.
Kuzey Kore’nin balistik füze fırlatma denemeleri yeni değil. Kuzey Kore’nin daha önceki füze denemelerinde sorun bugünkü denli bir büyük krize dönüşmeden soğumuştu. Bu kez durum epeyce farklı. Kuzey Kore’nin son füze denemesi ABD’nin ve en çok da Trump’ın sinirlerini zıplatmaya yetti. Trump, Kuzey Kore’yi sert biçimde uyarmakla kalmadı, hemen geri çekilmezlerse eğer, başlarına “ateş ve gazap” yağdıracağını belirti. Bununla da yetinmedi, nükleer silah kullanmakla tehdit etti.
Kuzey Kore lideri Kim Jong-Un, bu tehdide, öteden beri ABD’nin toprağı sayılan ve 6 bin askerini bulundurduğu, Pasifik’teki en büyük üssü olan “Guam Adası’ndaki Andersen Hava Üssü ile Guam Deniz üssünü vurma” tehdidi ile karşılık verdi. Trump da bir önceki saldırgan tutumunu zirveye taşıdı, teyakkuz halinde olduklarını, ellerin tetikte beklediğini, Kuzey Koreliler durmazlarsa, askeri seçeneği devreye sokacaklarını açıkladı. Benzer bir açıklama, yine aynı sert tonda, ABD Savunma Bakanı James Mattis’ten geldi. Bunları Japonya Savunma Bakanı İtsunori Onodera ve Güney Kore yönetiminin Kuzey Kore’ye dönük tehditleri tamamladı. Bir başka gelişme de ABD’nin her dediğini yapan bir kurum haline gelen Birleşmiş Billetlerin (BM) Kuzey Kore’nin füze denemesini mahkum eden ve ağır yaptırımlar içeren, üstelik Çin’in de onayladığı kararı oldu.
ABD mal bulmuş mağribi misali Kuzey Kore’yi aşağılamaktan, kışkırtmaktan ve günlük olarak tehdit etmekten vazgeçmiyor. Kuzey Kore de Rusya’nın ve Çin’in sükûnet telkinlerine pek kulak asmıyor. Gerilim ha bire tırmanıyor. Kaygılar dünya ölçüsünde artıyor. Gelişmeler ister istemez olası bir savaş sendromuna yol açıyor.
Hegemonya kavgasının yeni ana sahnesi Asya-Pasifik mi olacak?
Hegemonya kavgası giderek kızışmakla kalmıyor, somut biçimler alıyor. Yani hegemonya kavgasında başı çeken rakip emperyalist devletler gelinen yerde yavaş yavaş dolaysız biçimde karşı karşıya gelmeye başlamışlardır. Bu çerçevede birbirlerini yıpratmaya, zayıflatmaya ve mümkünse hata yaptırıp erken bir kapışmaya çekmeye çalışıyorlar. Bunun için çok yoğun bir mesai içindedirler.
Doğrudan ya da işbirlikçileri aracılığıyla provokasyonlara başvurmak, kundaklamalar tezgahlamak, rakiplerine dönük tacizler, Trumpvari tehditler ve zaman zaman da askeri saldırılar, ABD’nin günümüzde gittikçe sıklaşan başat icraatlarıdır. Dikkate değer olan ise Trump’la birlikte tüm bunların “öngörülemez” hale gelmesidir.
ABD’nin bugünlerde Kuzey Kore’yi hedef tahtasına çakmış olması, haklı olarak “hegemonya kavgasının ana sahnesi değişiyor mu?” sorusunu akla getiriyor.
Elbette hegemonya savaşının ve krizinin ana sahnesi halen Ortadoğu’dur. Ancak, olayların seyrine ve geldiği yere bakıldığında sona doğru gelindiği söylenebilir. Güçler dengesi giderek Asya-Pasifik’e kayıyor. Bu yeni bir durum değil. Aslında bu ta Barack Obama döneminde böyle saptanmıştı. Hegemonya kavgasının adım adım Asya-Pasifik’e kaydığı, ABD’nin stratejisini buna uyumlu hale getirmesinin zorunluluğu ta o tarihlerde dillendirilmişti. Günümüzde bunun gerekleri yapılıyor. Kuzey Kore’nin ısrarla hedefe çakılması bundandır.
Dahası ABD bir yandan füze krizi bahanesi ile Kuzey Kore ile sıcak savaşın eşiğinde dolaşırken, bu aynı zaman dilimi içinde, tüm insanlığın yüreğini ağzına getirecek nitelikte bir başka haydutluk örneği ortaya koyuyor. Tutup, Güney Çin Denizi’ne donanmasını sokuyor. Bu çok daha provokatif bir icraattır ve onun bugünkü saldırganlığının arka planı ve gerçek hedefi konusunda açıklayıcıdır.
Kuzey Kore sadece bir bahanedir, hedef dosdoğru Çin’dir
Trump’ın “öngörülemez” saldırganlığının halihazırdaki görünen hedefinin Kuzey Kore olduğu doğrudur. Nedir ki Kuzey Kore hedefin sadece görünen yüzüdür. Kavganın Kuzey Kore’yi aşan bir arka planının olduğu, daha açık bir söyleyişle, güçler dengesinin ve bununla koşut olarak da hegemonya kavgasının giderek Asya-Pasifik’e doğru kaydığı ve ABD saldırganlığının gerçek hedefinin de Çin olduğu tartışmasızdır. Elbette ki bunun nedenleri var ve Trump ve dolayısıyla ABD bu nedenleri bilerek Asya-Pasifik’e güç kaydırıyor, balistik füze, nükleer silah taşıyor, Güney Çin Denizi’ne en iyi donanmasını sokuyor, Japonya ve Güney Kore ile ilişkilerini sıklaştırıp ortak deniz tatbikatları gerçekleştiriyor, Guam Adası da dahil buraya dönük ardı arkası gelmeyen tahkimatlar yapıyor. Öyle ya, Asya-Pasifik denilince akla ilk gelen, Çin oluyor.
Özetle, Çin günümüzün yükselen kapitalist büyük gücüdür. Her şeyden önce büyük bir ekonomik güçtür. Büyük bir nüfustur. Dünya ticaretinde başı çekmektedir. Tüm dünya pazarlarında Çin malları var. Buna dünyanın en büyük ekonomik gücü olan ABD de dahildir. ABD pazarı deyim yerindeyse Çin mallarının istilası altındadır. ABD bu alanda Çin’le ancak gümrük duvarlarını yükselterek, korumacı tedbirler geliştirerek başa çıkmaya çalışıyor. Uluslararası ticaret anlaşmalarını imzalamakta imtina ederek kurtulmaya çabalıyor. Burada da karşısına Çin çıkmıştır. ABD’nin ticaret anlaşmalarını imzalamaması üzerine Çin AB’ye, demek oluyor ki Almanya’ya bu konuda ortaklık teklif etmiş, ticaret anlaşmasını imzalayacağını bildirmiştir. Bu ise ABD’yi ve Trump’ı çılgına çevirmeye yetmiştir.
Bugünün dünyasında ve genelde ekonomik büyük güç olmak, ticarette birinci sırada olmak yetmez. Dünya hakimiyeti için büyük bir nüfusa sahip olmak da yeterli gelmez. Yanı sıra büyük bir askeri güç olmak da gerekmektedir ki, Çin şimdi bu alanda da bir güç olmak yolundadır. Güney Çin Denizi’nde büyük bir donanması vardır. Sürekli yeni teknikler geliştirmekte, askeri alanda da gelişmektedir. Rusya ile yakınlaşması, bu yakınlığın giderek her alanda kendisini üretmesi bir başka avantajıdır. En çok da bu yakınlaşma ve bunun sağladığı güç ABD’yi ve başkanı olarak da Trump’ı rahatsız etmektedir. ABD’yi rahatsız eden, Trump’ı zıvanadan çıkaran bir başka gelişme de Çin ile AB’nin, esasta da Almanya’nın yakınlaşması ve işbirliğidir.
ABD’nin yakın tarihte yaşamını yitiren Polonya kökenli siyaset bilimcisi, devlet adamı ve stratejisti Zbigniew Brzezinski, Çin’in büyük bir güç olacağını yıllar öncesinde görmüş, güçler dengesinin giderek doğuya, Asya-Pasifik’e kayacağına işaret etmişti. Nitekim gelinen yerde güç merkezi hızla Asya-Pasifik’e kaymaktadır. Hegemonya kavgası bu coğrafyaya taşınmakta, yeni “kıyamet alametinin”, yani yeni bir emperyalist savaşın muhtemelen burada olacağını işaretlemektedir.
ABD bu nedenle buraya yönelmiştir ve gerçek hedefi Çin’dir. ABD, Çin’in yükselişini durdurmak için oradadır.