1973 Şili darbesinden bugüne yansıyanlar - Z. Kaya

Tarihten bugüne uzandığımızda, Şili’de kırk iki yıl önce yaşanan; işçi ve emekçilerin mücadele azmine ket vuran gelişmeler, emperyalist-kapitalist sistemin doğasında olmayan bir yöntemle, “barışçıl” yöntemlerle parlamenter sistem zemininde özgürlük ve eşitlik sağlama özlemlerinin ve hatta hatta sosyalizme geçme isteğinin birer düşten ibaret olduğunu acı biçimde gösterdi.

  • Haber
  • |
  • Dünya
  • |
  • 15 Eylül 2016
  • 06:53

Kırk üç yıl önce Şili’de yaşananlar bugünün Türkiye’sine ışık tutmaya devam ediyor. Zira Şili’de barışçıl yollardan sosyalizme geçme düşleri, aynı anlama gelmek üzere seçim başarıları ile parlamenter sistem üzerinden kapitalizmin iktisadi köklerinin sonuçları olan sosyal sorunları çözme özlemleri ölümcül bir darbe almıştı. Ve Şili deneyiminin acı sonuçları, bugün gelinen yerde Türkiye sol hareketinin kendilerine çevrilen ve sermaye devletini restore etmek pahasına canhıraş savundukları “burjuva demokrasi”nin soğuk namlularına benzemektedir.

Peki ne olmuştu kırk üç yıl önce?

1973 Şili darbesi denilince akla ilk elden Allende ismi gelmektedir. Biz de önce biraz Allende’yi tanıyarak tarih yolculuğumuza başlayalım. Allende, burjuva bir ailenin oğlu olarak, tıp eğitimi görmüş, politik gruplarda mücadeleye katılarak öğrenci liderliğine yükselmiş bir genç. 1932 yılında diktatör Carlos İbanez’e karşı verilen mücadele esnasında tutuklanmış, okulundan uzaklaştırılmış ve Partido Socialista’nın (Sosyalist Parti) kurucularından biri olmuştur.

1937 yılında milletvekili olan Allende, Valparaiso Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmış ve 1939 yılında sağlık bakanlığına atanmıştır. “Yoksulların başkanı” ismini de bu dönem işçi ve emekçilere dönük çalışmalara ağırlık vermesine borçludur. 1943’e geldiğimizde ise Allende artık Sosyalist Parti genel sekreterliğine seçilmiş ve siyasi faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır.

1952 yılında başkanlık seçimlerine aday olan Allende, birçok partinin yan yana gelerek oluşturduğu Halk Cephesi’nin adayı olarak katıldığı seçimlerde başarısız olunca cepheyi genişletme hedefiyle hareket etmiştir. Ve nihayet dördüncü girişiminde, 1970 seçimlerinde, bu sefer Sosyalist Parti, Komünist Parti, Radikal Parti, Birleşik Halk Eylemi Hareketi, Hristiyan Sol ve Bağımsız Halk Eylemi’nin oluşturduğu ve adına Halk Birliği (Unidad Popular-UP) dedikleri ittifakın adayı olarak seçimlere katılmış ve “başarılı” olmuştur.

Burada tarih gezintimizde yüzümüzü başka bir yöne çevirmek gerekiyor. Allende’yi “başarılı” seçim sonuçlarının ardından başkan koltuğunda bırakıp Şili’nin bahsi geçen dönemdeki ekonomik-sosyal yapısına göz atalım. Şili’de toprakların %90’ı kırsal nüfusun %7’sini oluşturan toprak sahiplerinin elinde idi. Ucuz iş gücüne sığınarak makineleşmeden kaçınılması beraberinde verimsizliği getirdiğinden, tarım ürünlerinde ithalata başvuruluyordu. Yoksul köylü ile tarım işçileri sefalet içinde yaşarken, 1970’ler dünyanın dört bir yanında sosyal mücadelelerin yükseldiği, ancak diğer yandan da komünist partilerin Sovyetler’in rüzgarını arkalarına alarak revizyonizm bataklığına sürüklendiği yıllardı. Kitlelerin özgürlük ve eşitlik özlemlerini parlamenter rüyalarla birleştiren dönemin komünist-sosyalist partileri art arda seçim başarıları da göstermekten geri durmadı. Hiç şüphesiz bu başarıları önceleyen, Fransa’da Mayıs-Haziran 1968 genel grevi, 1969’da İtalya ve Almanya’da yükselen grev dalgası gibi gelişmeler vardı. Şili’de de kitleler sokaklardaydı. İkinci emperyalist paylaşım savaşının ardından ABD emperyalizmine karşı yükseltilen anti-emperyalist mücadele Şili’de de sonuçlarını grevlerde, meydanlarda gösterdi. Dönemin revizyonist akımları bu sonuçları sefaletin ana kaynağına yöneltmek yerine, seçimlere endeksli bir mücadele hattı içinde eriterek, siyasi geçmişine kısa bir değinme yaptığımız Allende’yi (ünlü deyimle ilk komünist başkanı) başkanlık koltuğuna taşımakla yetindi.

Üç yıllık Allende iktidarında Şili

Allende başkanlığındaki Şili’de üç yıl boyunca 15 yaşından küçük çocuklara, gebe ve emziren annelere pazarsız olarak günde yarım litre süt dağıtımı, gelir seviyesinde yükselme gibi sosyal iyileştirmelerin yanı sıra, devlet memurlarının ücretlerine üst sınır getirme, özellikle bakır madenlerine yönelik yabancı işletmelerin devletleştirilmesi gibi iktisadi önlemler de alan Allende yönetimi, Küba ile diplomatik ilişkileri yeniden kurarak ABD’nin saldırı oklarını da üstüne çekmişti. Zira ABD 1964-1970 yılları arasında Şili’ye yaklaşık 1 milyar dolar ekonomik yardım yapmıştı ve Allende’yle beraber bu yardımlar bıçak misali kesilmişti. Allende başkanlığındaki Halk Birliği hükümeti, daha önceki hükümetler döneminde çıkarılan fakat uygulanmayan bir yasaya dayanarak 80 hektardan büyük topraklara el koydu. Hükümet olduğu yıllarda yaklaşık 10 milyon hektar toprağı devletleştiren Allende yönetimi, bakır madenlerinin tamamını da devletleştirdi.

Bu gelişmeler üzerine emperyalizmin çok yönlü oyunları daha yoğun devreye girdi. Önce devletleştirme politikalarına ket vuruldu. Allende’ye yönelik düzenlenen suikast girişimlerinden darbe planları içinde yer almayı reddeden genelkurmay başkanının öldürülmesine, faşist çetelerce yaratılan kaos ortamından sabotaj eylemlerine dek bir dizi yöntemle Halk Birliği hükümeti düşürülmek istendi. Başarılı olunamayınca saldırganlığın dozajı artırıldı. Faşist çetelerce işçiler ve komünistler katledilmeye başlandı. Patronların lokavtları sonucu temel ihtiyaç maddeleri karaborsaya düştü ve manipüle edilen kitleler protesto eylemlerine başladı. Barışçıl yöntemlerle devletin başına geçen Allende yine barışçıl yöntemlerle koltuğunu korumayı seçti. İşçi ve köylülerden fabrika ve toprak işgallerini durmalarını isteyen Allende, silahlanmak isteyen halka barışçıl mesajlar verdi.

İlk darbe girişimi 29 Haziran 1973’te gerçekleşti ve birkaç saat içinde binlerce işçinin greve çıkıp fabrikaları işgal etmesi ile ve sonrasında hükümet binasına yürüyerek Başkanlık sarayını korumaya almalarıyla püskürtüldü. Ancak Allende hükümeti işçileri fabrikalarına geri gönderdi ve Pinochet ve diğer generalleri kabineye soktu. Yedi gün sonra düzenlenen mitinglerde işçiler “Daha güçlü vur, halkın iktidarını kur! Allende halk seni savunacak!” şiarlarını haykırsalar da yine gerisin geri evlerine yollandılar. Bu hamle de yine barışçıl yöntemlerde ısrar eden Allende ve hükümetinin son hamlesi oldu.

1973 darbesi: rüyaların adım adım gelen sonu

9 Ekim 1973’te ABD başkanı Nixon, danışmanı ile arasında geçen telefon görüşmesinde darbenin başarıya ulaşmış olmasından duyduğu mutluluğu dile getirerek, “darbenin başarılı olması için gerekli koşulları yarattıklarını” söylüyordu. Nixon’un dönemin ulusal güvenlik danışmanı Henry Kissinger ise “Ülkesinin insanlarının sorumsuzluğu yüzünden bir ülkenin komünist olmasına seyirci kalamayız. Meseleler, Şilili seçmenlerin kararına bırakılamayacak kadar önemlidir” diyordu.

Allende hükümetinin “barışçıl” adımları ile gittikçe yaklaşan son için ABD emperyalizmi soğuk savaşın rüzgarlarını arkasına alarak Şili’deki “tehlike”nin başını büyümeden ezmek niyetiyle çalışmalarını tamamlamıştı. 11 Eylül 1973’te kanlı darbe sahneye kondu. Genelkurmay başkanı Pinochet önderliğinde faşist generaller başkanlık sarayını bombaladılar. Sabah saatlerinde radyodan yaptığı çağrıda son temennilerini açıklayan Allende, “provokasyonlara kapılmayınız, ...yurttaş iradesiyle kurulan rejimi korumak için yemin eden vatan askerlerinin, silahlı kuvvetlere ve Şili’nin onuruna yaraşır biçimde davranacağını umuyorum. Ordunun üzerine düşen görevi sorumluluk bilinci içinde gerçekleştireceğine eminim” dese de Allende ve yoldaşları kuşatma karşısında teslim olmayarak çarpıştı ve katledildi.

Darbenin sadece dört aylık bilançosu bile oldukça ağırdı. Yaklaşık 20 bin insan katledilmiş, 30 bin siyasi mahkum işkenceye uğramış, 25 bin öğrenci üniversitelerden atılmış ve 200 binden fazla işçi işten çıkarılmıştı. 16 yıl sürecek olan Pinochet diktatörlüğü boyunca Şilili işçi ve emekçileri daha fazla bedel bekliyordu. Bakır madenleri ve el konulan topraklar sahiplerine geri verildi. 1970’te %6 olan işsizlik 1980’lerin ortalarında %32’nin üzerine çıkmıştı.

Kırk üç yıl sonra bugün

Şilili işçi ve emekçilerin diktatörlüğe karşı verdiği yiğit mücadele başlı başına ele alınabilecek genişliktedir elbette. Fakat tarihten bugüne uzandığımızda, Şili’de kırk iki yıl önce yaşanan; işçi ve emekçilerin mücadele azmine ket vuran gelişmeler, emperyalist-kapitalist sistemin doğasında olmayan bir yöntemle, “barışçıl” yöntemlerle parlamenter sistem zemininde özgürlük ve eşitlik sağlama özlemlerinin ve hatta hatta sosyalizme geçme isteğinin birer düşten ibaret olduğunu acı biçimde gösterdi.

Bugün gelinen yerde, yaşadığımız topraklarda da aynı düş görülmeye devam ediliyor. Kitleler parlamentarizm zehriyle zehirleniyor. En derinlemesine yapılan marksist tespitler “ama”larla bağlanarak düzenin dipsiz kuyularına yollar açılıyor. Emperyalist-kapitalist sistemden doğasına aykırı çok şey isteniyor. Veremediğinde ise dizler dövülüyor, fakat en ufak bir fırsatta gerisin geri umutlar tekrar yeşertiliyor. Kürt sorununda yıllardır yaşadığımız “açılım, çözüm vb.” aldatmacalarında ve en son “Yenikapı ruhu”nda yaşananlar gibi...

Fakat tarihten ders almayı bilen sınıf devrimcileri Şili tarihinin acı sonuçlarını da heybelerinde taşıyorlar. Reformizmin -her ne kadar vicdanlarda ulu ülküler olsa da, her ne kadar elde silah militanlıkta en önde gitseler de- programatik olarak oynadığı ve oynayacağı uğursuz role her daim dikkat çekerek ve kitleleri reformizm bataklığının yumuşak döşeğinden sınıf mücadelesinin çetin yollarına çekmeye devam ediyorlar. Zira zafer tırnakla koparılıp alınacaktır!