10 Aralık 2020 hükümetin koronavirüs Covid-19 hastalığı gerçeklerini aylardır halktan sakladığının resmen itiraf ettiği gün oldu. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca o gün Mart 2020’den itibaren hastalığın bulaştığı vatandaş sayısını 1 milyon 748 bin 576 olarak açıkladı. Bu ilk defa açıklanıyordu ve o güne dek hükümeti gerçek rakamları saklamakla suçlayan herkesi haklı çıkarıyordu. Daha bir gün önce, 9 Aralıkta hasta sayısı 558 bin 517 olarak duyurulmuştu. O güne dek kovit salgınından Türkiye’de 15 bin 751 kişi vefat etmişti. Tabii bu sayının da gerçeği yansıtmadığının yakında itiraf edilmesi ihtimali var artık, ama açıklanan buydu. Bakanın duyurduğuna göre, sadece o gün 220 vatandaş vefat etmişti. O güne dek açıklanan en yüksek ölüm sayısıydı. Bir sayıdan ibaret olmayan o 220 insandan biri de kayınpederim Yalçın Poyraz idi.
Ölenler sayı değil, insan
Yalçın Bey 1936’da Ankara’da dar gelirli bir aileye doğmuştu. Cumhuriyet’in sağladığı imkanlarla, çalışıp sınavlar kazanarak, yatılı okullarda eğitimini tamamlamış, Demirel gibi, Özal gibi on binlerce Cumhuriyet çocuğundan biriydi. 1915’te İttihat ve Terakki’nin maceracı dış politikası nedeniyle Sarıkamış’ın Allahuekber Dağlarında şehit olup mezarının yeri bilinmeyen on binlerce Mehmetçikten biri olan Ankaralı Mehmet’in torunuydu.
Kendi imkânlarıyla Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesine, Mülkiye’ye girmiş, çalışarak okumuştu. Yine kendi imkanlarıyla çok iyi derecede Fransızca, Almanca, İngilizce öğrenmiş, yıllarca Ziraat Bankasını Almanya’da, Avrupa’da temsil ettikten sonra Genel Müdür Yardımcılığından emekli olmuştu. Okuyan, yazan, Cumhuriyete ve Atatürk’e saygılı, aydın bir insandı. Saygı ve rahmetle anıyorum
Teşhisi Güven Hastanesi koydu, tedavisini Ankara Şehir Hastanesi yaptı. Bütün sağlık çalışanlarının nasıl fedakârca çabalayıp kovit savaşının en ön safında yer aldığına bizzat tanık oldum. İlk kez yolumun düştüğü Ankara Şehir Hastanesindeki yüksek nitelikli hizmete de tanık oldum.
Ama doktorların ve sağlıkçıların fedakârlığı Yalçın Bey’in yorgun bedeninin yaşatamadı.
Kovit tablosunun ağırlaşmasının sorumlusu sağlık çalışanları değil hükümettir.
Yanlış kararlar zinciri
Hükümet Nisan ayında hafta sonları sokağa çıkma yasağı uygulayıp, AVM, okul, cami, lokanta gibi topluca bulunulan kapalı mekanları kısıtladığında kovit salgını kontrol altına alınır gibi olmuştu. O zaman Türkiye nispeten başarılı ülkeler arasında görünüyordu. Ama turizm, ticaret ve inşaat lobilerinin de etkisiyle haziran ayında okullar dışında her yer açıldı. Hükümet içinden önlemlerin hiç değilse bir hafta daha uzatılmasını isteyen sadece İçişleri Bakanı Süleyman Soylu oldu, reddedildi. Adeta dünyayı kasıp kavuran kovit salgını Türkiye’de bitmişti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Sağlık Bakanı Koca, temmuz-ağustos aylarında günlük vefat sayılarının onlar düzeyine ineceği umudundaydı.
Öyle olmadı. Tam tersi oldu. Ağustos başından itibaren hastalık hızla artmaya başladı. O aşamada dahi Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin kovit ile mücadelede dünyada parmakla gösterildiğini söylüyordu. Ancak Ekim ayından itibaren bu övünme konuşma metinlerinden çıkarıldı. Hükümetin kovit gerçeklerini gizlediğini öne süren muhalefet partileri ve Türk Tabipler Birliği ise ihanetle, bozgunculukla suçlanmaya başlandı.
Kayıpların afet düzeyine ulaşırken
Bugüne geldik. 17 Ağustos 1999’daki Marmara Depreminde 18 bin 373 kişi öldü. Kovit nedeniyle can kayıpları (açıklanan rakam doğruysa) 11 Aralık’ta 16 bine yaklaştı; bu gidişle maalesef birkaç güne Marmara depremini geçecek. 30 Ekim’deki İzmir depreminde (yaralılarla birlikte) iki günde 117 kişi öldü. O iki günde kovit nedeniyle ölenlerin sayısı 153 oldu.
1980 askeri darbesi öncesi insanlar ülkeyi iç savaşa doğru sürükleyen çatışmalar sonucu ölüm sayılarını kanıksamıştı. 1990’larda PKK ile mücadelede öldürülenlerin her gün açıklanan sayısı böyle sıradanlaşmıştı. Şimdi de kovit salgını nedeniyle her gün açıklanan rakamları kanıksıyoruz. Utanç verici. Ölenler insan, bizlerden birileri.
Peki neden hâlâ, bazı ülkelerde hem can kaybı hem ekonomi hasarını azalttığı görülen tam kapanmaya gidilmiyor? Bu soruya cevap veren yok. Halen önemli bir görevde bulunan bir AK Partili kaynağımla konuşuyorduk. Onun da bir aile büyüğü kovit nedeniyle vefat etmişti. “Sizce neden?” diye sordum. O da tam kapatma yanlısıydı, keza gerçek sayıların gizlenmesine de “anlam veremiyordu”.
Kurban Bayramı ve Ayasofya etkenleri
Kayıpların Ağustos başında hızla artmaya başladığını söylemiştik ya, bunun bir açıklaması 25 Kasım’da yani yeniden kesintili kapanmanın başladığı günlerde Sağlık Bakanından geldi. Bakan “Tatil nedeniyle dönüşlerin olduğu Kurban Bayramı sonrası Anadolu’da hızlı bir artış oldu” dedi.
Kurban Bayramı ne zamandı? 31 Temmuz-3 Ağustos. Bilim Danışma Kurulu üyelerinden Kurban Bayramı’nda da kısıtlama önerisi gelmiş. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan “O gün kurban kesilecek, ziyarete gidilecek” diye geri çevirmişti.
Kurban Bayramı’ndan bir hafta önce 24 Temmuz’da da Ayasofya, Cami olarak yeniden ibadete açılmıştı. Sanki açılışı o gün yapma mecburiyeti vardı, salgının hafiflemesi beklenemezdi. Erdoğan’ın ifadesiyle, Türkiye’nin her yerinden 350 bin kişi İstanbul’un bir noktasında toplandı, aynı gün Türkiye’nin her köşesine dağıldı. Bir hafta sonra da kendi camilerinde Bayram namazını kılıp ziyaretlerine başladılar. Sonra da Bakan, Kurban Bayramı sonrasında “hızlı bir artış oldu” dedi; Ankara “yüzde 100 artan” şehirler arasındaydı.
Ama sağlığımızı ilgilendiren hatalı kararları konuşmanın dahi mesele olduğu günlerden geçiyoruz.
Şimdi de aşı ayrıcalığı
Kovit aşısını dört gözle bekleyenlerdenim. Aşı karşıtlığına prim vermeyenlerdenim.
DEVA Partisi lideri Ali Babacan, “Hükümete güvenmiyorum, TTB uygun bulursa aşıyı yaptırırım” dedi. Kayınpederimin vefatı acısı içimdeyken OLAY TV ekranında TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’ya sordum. “Yaptırsın tabii, herkes yaptırsın” dedi.
Ben de yaptıracağım, sıram geldiğinde.
Ama sıra bizlere ne zaman gelecek? Sıra -sağlık, emniyet, belediye gibi ayakta kalmamızı sağlayanları ayrı tutuyorum- vatandaşa ne zaman gelecek. CHP Milletvekili Murat Emir, Koca’ya aşı uygulamasında ayrıcalık olup olmadığını, iktidarın önem verdiği kişilere farklı markaların aşıların öncelikli olarak sağlanıp sağlanmadığını sordu. Bakan net bir “hayır” demedi; aşı Çin’de eczanelerde bile satılıyordu, isteyen alıp yaptırabilirdi. Diğer yandan Bakan yeterli aşı sağlamakta geri kalındığını açıklıyordu? Kim geri kalmıştı acaba? Muhalefet mi, TTB mi, dış güçler mi? Hükümet bürokrasisi gerçek rakamları saklamakta, halka destek olmak isteyen belediyeleri engellemeye gösterdiği çabanın bir kısmını aşı sağlama çabasına aktarmış olsaydı keşke.
Keşke demek giden canları geri getirmiyor ne yazık ki.
yetkinreport.com / 12.12.20