Yemen boğun eğer mi? Suudi atası aksini söylüyor - Fehim Taştekin

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 22 Haziran 2018
  • 06:23

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) liderliğindeki Batı destekli koalisyonun Yemen’de yürüttüğü savaşın en kritik aşaması Hudeyde’de sahneleniyor. Ülkeye gelen insani yardımların yüzde 70-80’i Hudeyde limanından giriyor. Husilerin kontrolündeki başkent Sana’ya çıkan en önemli hattı da tutuyor. Haliyle Hudeyde savaşın seyrini değiştirecek bir kent.

Hudeyde düşerse Husilerin örgütü Ensarullah, Yüksek Devrim Komitesi ya da Halk Komiteleri teslim olur mu? Koalisyon üyeleri istedikleri düzeni kurabilir mi?

Yemen’i toparlamayı bırakın Suudiler ile Emirlikler kendi aralarında bile kavgalı. Suudiler Ortadoğu’da birçok yerde düşman belledikleri İhvan’ın (Müslüman Kardeşler) Yemen uzantısı sayılan Islah Partisi’ne bağlı güçleri kara unsuru olarak kullanıyor. 2011-2012 olaylarında devrik Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in kızağa alınmasında rolü olan ve bugün Husilerle savaşan güçlerin komutanlığını yapan General Ali Muhsin el Ahmar da Islah Partisi’nin kurucularından biri. Zaten parti önemli ölçüde Ahmar ailesine zimmetli. General Ahmar, Suudilerin kendi din anlayışlarını Yemen’e yaymasına aracılık etmiş eski bir müttefik.

İhvan düşmanlığından Yemen’de de taviz vermeyen Emirlikler ise ‘ayrılıkçı’ hisleri yeniden güçlenen güneyden bazı kesimler ile Islah’ın rakibi Selefilerle iş tutuyor. İki kampın birleştiği nokta, 2015’te Husilerin kuşattığı saraydan kaçan ve sonradan Aden’de üslenen Devlet Başkanı Mansur Hadi’nin koltuğuna dönmesi.

Emirlikler’in yeni ortakları ise Salih’in varisleri. Husiler 2014’te başkent Sana’yı ele geçirirken onlarla ittifak kurmuş olan Salih, Aralık 2017’de kendi çocukları için Suudilerle iktidar pazarlığına girişince öldürüldü. Bunun üzerine Salih’in oğlu (Salih Ali Abdullah) ve kuzeni (Sadık Salih) orduda Cumhuriyet Muhafızları gibi kendilerine sadık birliklerle birlikte Emirlikler’in müttefiki oluverdi. Bu da dengeleri epey değiştirdi. 1990’da ülkeyi birleştiren lider olarak Ali Abdullah Salih’i milliyetçi bir figür olarak görüp sahiplenenlerin sayısı az değil. Husi ve ortaklarına karşı savaşanlar kendilerini “Meşruiyet Güçleri” olarak tanımlıyor. Hadi’nin devlet başkanlığının meşruiyetine atfen bu isim kullanılıyor.

***

Bu ittifakta yer alan güçler Husilerin belini Hudeyde’de kıracaklarını düşünüyorlar. Koalisyon İran’ın Hudeyde limanından silah soktuğunu iddia ediyor. Hâlbuki Yemen hava, kara ve denizden tamamen abluka altında. Bu biraz da dünyanın suskunluğunu temin eden bir propaganda.
Körfez ve Batı medyası meseleyi ısrarla “İran destekli Husilerle savaş” olarak çerçeveliyor. Ancak bu, karşı tarafın görülmesini istediği bir resim. Durum bu çerçeveden çok taşıyor.

Liderleri Hüseyin Bedreddin el Husi’nin adına atfen Husiler diye anılan bu hareket, teşbih doğru olmayabilir ama 1962’ye kadar ülkeye 1000 yıl hükmetmiş Zeydi İmamet geleneğinin küllerine üfleyen bir örgüttür. Gelenekten ayrılıkları kullandıkları politik dilde yatıyor. Bu da Husilerin İran’ın vekil gücü olarak resmedilmesine yarıyor. İran’ın propaganda desteği ayan beyan ortada olsa da silah ve askeri eğitim desteğinin boyutları tartışmalı bir konu. Fakat şurası kesin: Husiler kendi çıkarlarına göre hareket ediyor. Konuyu çok iyi takip edenlerin de dediği gibi gerçekten İran’ın kuklası olsalardı, “Sana’ya gitmeyin” diyen, hele ki, “Aden’e kesinlikle inmeyin” telkininde bulunan İranlılara kulak verirlerdi. Ayrıca Şii ortak paydaya rağmen çizgilerindeki farklılığın da altını çizmek gerekiyor: Zeydiye klasik 12 imam inancının dışında kalıyor. Zeydiler Sünnilere en yakın Şii grup olarak da biliniyor. 12 imam geleneği içinde Zeydileri Şii saymayanlar bile olmuştur. İran’la mezhepdaşlık Yemen’deki ayrışmayı çözümlemek için yeterli değil. Husi karşıtı cephede de çok sayıda Zeydi var. Salih ailesi de Zeydi. Ancak İran’la ideolojik bir yakınlaşmadan bahsedilebilir; Husiler artan oranda İsrail ve Amerika karşıtı bir söylem kullanıyor.

Yemen’deki siyasi tablo ziyadesiyle karakteristik; Şii’si İran’ın Şii’si gibi değil, İhvancısı Mısır’ın İhvancısı gibi değil. Aşiret ve aile bağları çok belirleyici; ordudaki birlikler bile buna göre saf tutuyor. Bu durum çatışmayı basitçe vekâlet savaşı olarak resmetmeyi önlüyor. Hele ki bu krizi bir Sünni-Şii çatışmasına indirgemek mümkün değil. Elbette El Kaide ve Selefi cepheden bakarsanız bu savaş Şiilere karşıdır. Ama bu bağlam sadece onların dünyasında geçerli.

***

“Husiler pes eder mi” sorusuna dönersek; masaya oturmak zorunda kalabilirler fakat ‘teslimiyet’ buraların tarihine yabancı bir kavram. Suudi Kralı Abdülaziz, 1934’te Yemen’i işgal edip Asir, Cizan ve Necran’ı aldıktan sonra geri kalan yerlerden çekilince eleştirilere maruz kalır. Verdiği yanıt bugün de geçerlidir:

“Yemen’i bilmiyorsunuz; dağlıktır ve kabilelerden oluşur. Kimse kontrol edemez. Tarih boyunca fethetmeye kalkışanların hepsi başarısız olmuştur. Son başarısız işgalci Osmanlı Devleti’dir. Kendimi ve halkımı Yemen’de heba etmek istemem.”

Abdülaziz’in torunları bu tembihi 2000’lerde Husilere karşı yürütülen altı savaşta unutmuş gibiydiler. Bugün hepten unutmuşa benziyorlar.

Husilerin kurduğu Ensarullah artık 2000’lerdeki gibi dağlık bölgelerde yalın ayak savaşan bir örgüt değil; yalınayak savaşçılarıyla birlikte balistik füze ve insansız hava araçları kullanan bir ordu.

***

Yemenli gazeteci Hüseyin el Buhayti’ye Husilerin durumunu sorduğumda şunları söyledi:

“Husi bölgesinde, ki nüfusun üçte ikisi buralarda yaşıyor, aşiretlerin çoğu Husileri destekliyor. Husilerin kendi savaşçı sayısı 200-300 bin civarında. Ordudaki birliklerin yarısı hâlâ Husilerle birlikte. Salih ve Ahmar ailesine sadık olanlar ise diğer tarafta. Salih’in gücü Ahmar ailesinden daha fazla.”

Peki, başkent Sana’yı da ayakta tutan Hudeyde düşerse ne olur? Buhayti’nin senaryosu şöyle:

“Husiler daha önce olduğu gibi savaşmaya devam eder. Koalisyon güneyi işgal ettiğinde olanları hatırlayın. Ülkenin yüzde 70’i onların kontrolünde ama Husiler, Riyad’a balistik güze gönderecek kadar güçlendi. Elbette bu savaş sadece Hudeyde değil bütün Yemen için. Husiler Sana’yı da kaybetseler savaşı sürdürme iradesine sahipler. Biraz geçmişe ve Saada’daki 6 savaşa bakarsak; evet liderleri öldürüldü, her şeylerini kaybettiler fakat tekrar dönüp neredeyse bütün ülkeyi ele geçirdiler.”

Yemen’de uzun yıllar kalmış olan SOAS’tan Helen Lackner’in yazdıkları ise Buhayti’nin verdiği bilgilerden biraz farklı. Ona göre “muhaliflere karşı evlerin havaya uçurulması gibi ciddi yanlışlıklar yüzünden Husiler yaygın halk desteğini kaybetti. Ali Abdullah Salih de 2014 sonrası bazı işlerini Husilere gördürüp oluşan tepkilerin kendisine yönelmesini önledi.”

Husilerin Sana’yı çatışmadan almalarını sağlayan Salih’e sadık ordu güçlerinin Hadi’ye sırt çevirmesiydi. Salih’in öldürülmesi sonrası Husiler bu kanaldan gelen desteği yitirdi. Ancak bu ordunun tamamen desteğini kaybettiği anlamına gelmiyor.

Bugün itibariyle Husiler, Zeydi yoğunluklu kuzey bölgelerinde hâlâ çok güçlü. Fakat orta kesimlerde durum değişiyor. Mesela Beyda’da aşiretler Husilere karşı El Kaide’yi destekliyor. Aden, Taiz, İbb, Zincibar ve Mukalla gibi yerlerde Husiler ya yok ya da çok zayıf.

Bu kirli savaşta pek bahsi geçmeyen fasıl El Kaide. Yıllardır, “Yemen’de El Kaide ile savaşıyoruz” diyen ABD ve müttefikleri Husilere karşı El Kaide’nin önünü açtı. El Kaide Hadramavt bölgesini kontrol edebilecek noktaya ulaştı. Ebyan ve Şebva’daki askeri üsleri de ele geçirdi. Halbuki El Kaide bu bölgelerde ordu, Enrasullah ve Halk Komiteleri tarafından bozguna uğratılmıştı. Geçen yıl Yemen’deki El Kaide lideri açıkça “Husilere karşı İhvan dahil tüm Müslümanlarla birlikte savaşıyoruz” dedi. Burada korkunç bir ikiyüzlülük yatıyor.

***

Özetle Husiler, Sana dahil 2014’te ele geçirdikleri şehirleri hepten kaybetseler de Zeydi İmamet’in kalbinde varlığını sürdürebilirler. Tabi çekilmenin bu boyutta olacağından da emin değiliz. Hudeyde’de durum hâlâ belirsiz.

Husilerin savaşma iradelerini herkes teslim etse de savaşın sonu yok. Buhayti de çözümü BM’nin arabuluculuğunda müzakerelerde görüyor:

“BM arabuluculuğunda tüm taraflarla masaya oturmalılar. BM savaşın bir tarafı olarak Suudilerden bahsetmedi. Bu bir sorun. Husiler, Suudilerle anlaşırsa Suudiler, Hadi’yi kullanarak anlaşmayı bozabilir. Husiler, Hadi ile anlaşırsa Hadi, Suudileri kullanarak anlaşmayı bozabilir. O yüzden BM savaşın bütün taraflarını zikretmeli ki her kim anlaşmayı bozarsa sorumlu tutulabilsin.”

***

Kim kiminle savaşıyor faslını bırakıp savaşın yok ettiklerine dönerek kelamı bağlarsak; dünkü yazımda anlatmaya çalıştığım gibi bu savaş basitçe Husilere karşı savaş değil. Direnenler Husilerden ibaret de değil. Esasen vurulan Yemen’dir. Petrol ve doğalgazdan gelen paralarla diktikleri şatafatlı gökdelenlerden Yemen’e bakan Körfez’in Arapları yalın ayak direnenlerin iradelerini kıramadılar. Bütün yıkımlara, ölüm saçan modern bombalara rağmen! Hakikat budur.

Ahmakça öldürüyor ve yıkıyorlar. 2 milyon insanı evinden ederek. Milyonları açlığa mahkum bırakarak Yemen’in yalın ayaklılar tabakasını kat kat büyüttüler. Yüzyıllar eskitmiş zarif ve nakışlı tarihi kentleri harap ettiler. Yine de yalın ayaklıların iradesini kıramadılar. Suudilerin her şeyi basitçe Husilere, onları da İran’a bağlamaları kendi çaresizlikleri.

Gazete Duvar / 22.06.18