Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki Varna ‘zirvesi’, oynanan ‘berbat farsın’ vardığı noktayı göstermesi açısından ibretlik. Zirvede bekleneceği üzere tarafların ‘endişe duyulan meselelerde mutabakata varamadıkları’ açıklandı. Asıl dikkat çeken kullanılan yumuşak üslup ve AB tarafının Türkiye ile ilişkileri ‘stratejik ortaklık’ diye telaffuz etmesiydi. Şu konjonktürde, zaten raftaki üyelik müzakerelerinin çözülmesinin imkânı yokken, olup biteni ‘Varna farsı’ diye nitelemek mümkün.
***
Zirvede AB Konseyi’nin Başkanı Donald Tusk ile Avrupa Komisyonu’nun Başkanı Jean-Claude Juncker’in mesajları basitti. Tusk’ın ağzından, AB üyesi ülkelere sığınmacı akışına tampon olmuş Türkiye’yle yapılan anlaşmadan duyulan memnuniyet, 2016’daki darbe girişiminin verdiği zararın ‘anlaşılmış olunduğu’,Afrin harekâtından hazzedilmese de sadece çekince dile getirildiği, Kıbrıs ve Ege Denizi’ndeki anlaşmazlıklara dair de (her zamanki gibi) üyeleri Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin desteklendiği işitildi. Juncker de benzeri övgü ve tespitler yaptı. Ama ‘Türkiye’nin AB’nin gerçek bir ortağı olmasını istedikleri” süslü cümlesinin ardından baklayı ağzından çıkardı:“Stratejik ortaklıkta bizi bir araya getirenler etrafında toplanmak ve bizi bölen konulara çözüm bulabilmek için samimi ve açık bir işbirliği ve diyaloğu sürdürmemiz lazım.”
İki üst düzey bürokrat, AB’nin en ilkeli ülkesi Avusturya’nın müzakerelerin manasının kalmadığı ve bitmesi gerektiği çağrılarını dışladı.HattaJunckerbizzat“Müzakerelerin devamının garantörü olduğunu” söyledi.
***
Genelde Avrupa’ya esip savuran Erdoğan ise AB’nin oyalama taktiklerine sadece ‘serzenişte’ bulundu. Sığınmacı anlaşması gereği ikinci 3 milyar Avro’yu istedi. Türk vatandaşlarına vize serbestisi ile gümrük birliği güncellenmesinin ötelenmesini ise ‘teknik konuların siyasetin meselesi haline getirilmesi’ diye niteledi. ‘Teknik’ dediği süreklileşmiş OHAL ile oluşan ve on binlerce mağduriyet yaratan ortam. Muktedirlerin dilediklerini ‘terörist’ ilan etmelerine yarayan meşhur ‘terörle mücadele tanımı’. AB tarafı adil yargılanma hakkı, basın, ifade ve örgütlenme özgürlüğü alanlarında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ile uyumluluk istiyor, terörle mücadelede ‘orantılılık’ ilkesinin gözetilmemesini eleştiriyor. AİHM’nin çok sayıda ihlal kararı var. Ama KHK’ler için verilmiş ibretlik kararlar da var.
***
AB ile müzakere başlıkları zaten bloke ediliyor. Müzakere yolu yok, sonunda üyelik de. Varna zirvesi de demokrasi değil, ekonomik çıkarlar ve bağımlılık ilişkisi ile jeopolitik hesapların tezahürü. Suriye yangınının sığınmacılarının toplatıldığı Türkiye’yle anlaşabilen AB, belirli koşullar ve sınırlamalar eşliğinde ‘vize serbestisi’ de sunabilir pekâlâ. Aynı şekilde Kıbrıs’ta uluslararası hukuka aykırı siyasi bir kararla barışı reddetmiş Rumları AB’ye nasıl üye yapılabilmişlerse, barış anlaşması olmadan şirketler âleminin teşvikiyle Kıbrıs etrafındaki enerji meselesine de çözüm getirebilirler. Ucunda ‘stratejik ortaklık’ varsa...
AB, yüce ‘demokrasi’ değerlerini en iyi Doğu Avrupa’da sergiliyor. İlla soru sorulacaksa, ‘bugün sağ popülizmle hukuk devleti ve demokrasiyi rafa kaldırıp Brüksel’e posta koyabilen Polonya ve Macaristan nasıl ve niçin AB üyesi kalabiliyor da, Türkiye’ye bunlar reva görülüyor?’ denilebilir. Onlara Rusya sınırında ihtiyaç varsa, Türkiye’ye yok mu diye sorulabilir.
***
İktisatçı Doç. Dr. Ümit Akçay, çalışmalarında sermayenin kendisine cazip imkânlar sunan ve demokratik olmayan ülkelerden gayet hoşnut olabildiğini verileriyle ortaya koyuyor. Anlaşılmaz olan AB’yi hâlâ ‘yüce insanlık değerleri projesi’ görenler. Yarattığı neoliberal dünyada demokrasinin şart olmadığını, jeopolitik hesapların geçer akçe olduğunu göz ardı edenler. Yoksa Türkiye’nin AB ile ilişkileri zaten ‘stratejik ortaklık’. O yüzden Türkiye ahalisi için asıl sorun ‘AB gelecek, bizi kurtaracak’ diyenler.
Cumhuriyet / 30.03.18