Abdülhamit istibdadında süvari binbaşısıdır Murat Menteşe.
Ağabeyi Halil gibi canını ancak Paris’e atarak kurtarır.
Çünkü Abdülhamit muhalifidir ve İttihat Terakki üyesidir.
Paris’te dil kursuna gidip dans dersleri alarak ziraat okulunda okurken Suzan’la tanışır.
Büyük bir aşk başlar aralarında.
Ancak Suzan’ın ailesi kızlarını vermek istemez Murat Menteşe’ye.
Hatta başka birisiyle nişanlarlar bile.
Sancılı bir süreçten sonra Suzan’ın ailesini ikna eder. O sırada Abdülhamit devrilmiştir ve Murat Menteşe’nin ülkesine dönme umudu doğmuştur.
Suzan’ı da ikna eder birlikte Paris’ten Milas’a gitmesi konusunda.
1909 yılında Paris’ten kalkıp Milas’a yerleşmeyi göze alır Suzan. Çünkü kocası Murat’a çok aşıktır.
1956’da ölür Murat.
Menteşe ailesi gelinleri Suzan’a “Sen istiyorsan Paris’e, ailenin yanına dön. Biz bu çiftlikten elde edilen gelirden sana da yollarız” der.
Çok çarpıcıdır gelin Suzan’ın verdiği yanıt:
“Murat nerede yatıyorsa ben de onun yanında yatacağım.”
“Suzan Nine” 1976 yılında yaşamını yitiriyor.
Müslüman olmamış Suzan Menteşe, yaşamının sonuna kadar kendi dinini korumuş. Ama bir Müslüman ile evlendiği için kiliseye gittiğinde komünyon yani şaraba batırılmış ekmek verilmiyormuş kendisine.
Gerisini torunu Osman Menteşe anlatmıştı:
“Çok acıdır, öldüğü vakit cenaze töreni yapacağız. Milas Müftüsü dedi ki ‘Biz Madamı tanıyoruz, seviyoruz, bizim camilerimize yardım ederdi, mevlitler okuturdu; ama kelimeyi şahadet getirmemişti ki ben nasıl Müslüman töreni yapayım? İzmir’e gittik. Papaz dedi ki, ‘Bir kere, benim kiliseme devamlı gelen biri değildi, komünyonu almadığına göre de artık o Hıristiyan değil’. Cenazesi Milas’taki evde, masanın üzerinde kaldı. Ondan sonra, o zamanki bu köyün imamı dedi ki, ‘Sizin aile mezarlığınız ile bizim Müslüman mezarlığı arasında yol var’. O Müslüman mezarlığını da zaten dedem topraklarımdan vererek yaptırmış. Arada yer bırakmışlar, yolun diğer tarafını da aile mezarlığı yapmış. ‘Orası size ait, oraya gömeriz Madamı. Türkçe dualarımızı ederiz’ dedi imam. Orada Madamı Türkçe dualar eşliğinde gömdük.”
Bugünlerde Menteşelerin aile kabristanının bulunduğu köye giderseniz İttihatçı süvari binbaşısı Murat ile Madam Suzan’ın yanyana mezarlarını görürsünüz.
1976’ların Türkiye’sinden 2017’lerin Türkiye’sine gelene kadar geçen 40 yıl içersinde bu ülkenin topraklarında faşistliğin, ırkçılığın ne kadar boy attığını görmek insanın tüylerini ürpertiyor.
Aysel Tuğluk’un annesi Hatun toprağa verilirken toplanan ırkçı güruhun ellerinde sopalarla tekbir getirip “Burası Kürt mezarlığı değil”, “Burası Alevi mezarlığı değil”, “Burası Ermeni toprağı değil” diye naralanmaları... Hatta cenazeyi gömüldükten sonra topraktan çıkarmak için yanlarında traktör bile getirmeleri... Ailenin telaşla defnettiği cenazeyi tekrar topraktan çıkarıp Dersim’e götürmesi...
Basın bildirisi okumaya kalkan birkaç kişiyi bile anında yaka paça, kolunu bacağını kıra kıra götüren polisin saldırganlara büyük bir “şefkatle” yaklaşması, kabri tekmeleyen güruha “bakın burası boş” diye “yer göstericiliği” yapması kabul edilebilir değil.
Hele hele kenti yöneten bir valinin bu ırkçı ve faşist saldırganlığı masum gösterme çabasıyla “sataşma” diye nitelemesi affedilemeyecek, bu tür vahşilikleri arttıracak bir “hoşgörü”.
Eğer Kürdüyle, Alevisiyle bu ülke insanları mezarlıklarını bile ortaklaştıramıyorsa aynı apartmanda, aynı sokakta, aynı çarşıda pazarda, aynı kentte nasıl bir arada yaşayacaklar?
Ne ara böyle vandal, böyle hoyrat, bu kadar ırkçı ve faşist bir topluma dönüştü bu insanlar.
Gerçi önceden de pek matah değildi ama özellikle son 15 yıllık AKP iktidarının “ustalık” döneminde ekilen “rüzgar” şimdi fırtına olarak geri dönüyor.
Bu kin ve nefret tohumları sadece diriler üzerinden değil, ölüler üzerinden de serpilip gelişiyor.
Tanık olduğumuz vahşilik sadece üç beş ırkçının bir araya gelip yaptığı “münferit” bir olay değil.
Hakkari’de sivil yurttaşını SİHA’yla bombalayarak öldüren, sonra da ölenin cenaze namazı kılınmasın diye caminin kapısını kilitleyen, imam göndermeyen, tabut ve cenaze nakil aracı vermeyen devlet olma anlayışının bire bir sokağa yansımasıdır.
“Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” fetişizminin geleceği nokta kaçınılmaz olarak “tek mezarlık” anlayışıdır.
Bu devlet yönetme anlayışının varacağı nokta önce tek tip bir insan tanımı yapmak, buna uygun olanları mezarlığa gömmek, olmayanı da çöpe atmak olacaktır.
Arada bir Milas’a doğru gider, Müslüman Murat ile Hıristiyan Suzan’ın yan yana yattığı mezarlıktan geçerken “Bir zamanlar bu topraklarda insanlar da yaşardı” dersiniz.
artıgerçek / 15.09.17