aşlı bir adam, “Beyoğlu’nu savaş alanına döndürdünüz, yeter artık be!” diye bağıra bağıra yanımdan geçiyor. Derken Galatasaray’ın önündeki polis harekete geçiyor, caddedeki gerilim artınca bir grup insan benim dürüm beklediğim dönerciye doluşup kendini güvene almaya çalışıyor. Ben dürümü alıp ısırıyorum ve kendimi dışarıya atıyorum. Ne de olsa vaktim az, oyuna yetişmem gerek. Arkadan pat pat, gaz fişeği sesleri gelirken kapıda gazdan ağzı bunu kızarmış arkadaşlarımla buluşup Aznavur Pasajı’nın sekizinci katındaki tiyatroya çıkıyorum. Oyun 15 dakika geç başlayacak diyorlar. Az sonra açık olan yangın merdiveni kapısından içeriye gaz dolmaya başlıyor, hemen kapatıyorlar. Sokakta internet yasakları protesto ediliyor, polis her zaman olduğu gibi TOMA’sıyla gaz fişekleriyle onlara saldırıyor. Biz, oyun izliyoruz.
Seyirciyi salona aldıklarında dekorun tamamını oluşturan o tek sandalyenin üzerinde genç bir adam oturuyor. Ben son bir kez Twitter’ı yokluyorum, ‘neler oluyor?’ diye. Biri yaralanmış, fotoğrafını paylaşmışlar. Sahnedeki genç adama benziyor ya da bana öyle geliyor... Ve oyun başlıyor.
Sokak çocuğu Mustafa bize bir hikâye anlatacağını söylüyor. Yurttan kaçalı altı yıl olmuş, sokaklarda yaşıyor. Apaçi grubundan kimse kalmamış, kimi evlenmiş, kimi işlenmiş kimi hapiste. İçinde karanlık bir hayvan uyanıyor bazen, ruhunu esir alan onu paramparça eden bir bunaltı. Kendi derdi ve yalnızlığı içinde inşaatta tek başına kaldığı gecelerden birinde bakıyor ki bir şeyler oluyor. Ankara’nın meydanları, caddeler insan dolu. Mustafa’nın çok uzağındaki kızlar, erkekler hep birlikte bağırıyor, hep birlikte zıplıyor hep birlikte koşuyor. Kendini bu insanların arasında buluyor. Dokunuyorlar, sarılıyorlar, koluna giriyor, elini tutuyorlar... Bir kız poşu veriyor, rengi fuşya... İçindeki hayvan durmuyor, uyanıyor yine, nasılsa kendini elinde bir eldiven gaz fişeklerini geri atarken bulduğunda bir oğlan ve kızla karşılaşıyor. Kendi fantastik alemlerinin kahramanı ilan ediyorlar Mustafa’yı; kara orduya karşı direnen Azur olduğunu söylüyorlar ona.
Mustafa’nın bize anlattığı hikâye, elini tutan, onunla koyun koyuna yatan, aralarındaki bütün duvarları yerle bir edip sınırsız bir güven ve dayanışma duygusuyla ona sokulan bu iki kişiyle geçirdiği bir günün hikâyesi. ‘Artık hiçbirşey eskisi gibi olmayacak’, diye anlattığı bir hikâye.
***
Tam adıyla ‘Artık Hiç Bi Şii Eskisi Gibi Olmayacak Sil Gözyaşlarını’, Ankara Domus Sanat Çiftliği’nin oyunu. Yazan Şamil Yılmaz, yöneten Cansu Yumuşak oynayansa Ahmet Melih Yılmaz. Daha önce yine Şamil Yılmaz’ın kaleminden çıkan tek kişilik bir başka oyunda ‘Kadınlar Aşklar Şarkılar’da izlemiştik Ahmet Melih Yılmaz’ı. Bir kez daha içinde kopan fırtınayı olduğu gibi salona yayıyor. İlk oyundaki tedirginlik ve hüzün bu kez yerini büyük bir sıkıntıya bırakmış. Bir saat boyunca hiç sandalyesinden kalkmadan ama kasılan, terleyen, huzursuz bedeniyle içini saklamadan izleyiciye açan bir oyun kahramanı var karşımızda. İyi oyunculuk, iyi metin bizi Gezi Direnişi günlerine, gaz bulutu altında yaşanan dayanışma ve coşkuya aradaki duvarların ortadan kalktığı o zamana götürüyor. Tabii, Apaçi Mustafa’nın gözünden ve gönlünden bakınca olan bitenin sınıfsal halini, dışlananların aslında hep hayatın uzağında bir yerlerde kala kaldıklarını da hatırlıyoruz.
***
Mustafa bize hikâyesini anlatırken dışarıda fişekler patlıyor, gaz ya da havai fişek... Görmüyoruz, koklamıyoruz ama duyduğumuz bu seslerin ne anlama geldiğini iyi biliyoruz. Sahnede anlatılan öyle uzak bir geçmiş değil; bizatihi şu an. Gezi Direnişi, 2013 yazında olup bitmedi, hâlâ sürüyor. Sanat hayatla iç içe geçmiş, dün eyleme katılanlar şu anda onun tiyatrosunu seyrediyor ve bir an sonra tekrar gaz solumak üzere dışarı çıkıyor.
Gezi Direnişi öyle olağanüstü bir şeydi ki, sanatın gerçeklik karşısında anlamsızlaştığını düşünenler oldu. ‘Gezi, edebiyata, tiyatroya, görsel sanatlara nasıl yansıyacak?’ diye soruşturmalar yapıldı, yazılar yazıldı. Romanlara, şarkılara sızan Gezi Parkı’nın daha olgun işler için biraz daha demlenmesi gerektiğini söyleyenler oldu. Ama işte Gezicilerin beklemeye niyeti yok. Yaşadıklarını yazıp, oynayıp, okuyup, izliyor ve tekrar sokağa çıkıyorlar. Sokakta yaşanan olağanüstü anları eş zamanlı olarak tiyatroda izlemek, sonra çıkıp yeniden o hayata karışmak öyle tuhaf ve tekrarı zor bir hal ki yaşadığımız zamanın ruhu da böyle birşey oluyor.
***
Oyundan çıkıp Aznavur Pasajı’nın girişine doğru iniyoruz. Bizi merdivenlerde yakalayan kesif gaz kokusuna rağmen inmeye devam ediyoruz. Pasajın kapıları kapanmış, dışarıdan polis anonsları geliyor. Parmaklıkların ardından suyla ıslanmış ıssız İstiklal Caddesi’ni görüyoruz. Bekçi, “Gelin” diyor, arkalarda demir bir kapıyı açıyor. İşte yine sokaktayız.
Eğlenmeye mi yoksa eyleme mi geldiğini bilemediğimiz genç insanların yoğun kalabalığına karışıyor, bir anda onların içinde eriyip dağılıyoruz.
Radikal / 10.02.14