Halk hareketlerini bir giysi ile simgelemenin eski bir tarihi vardır. Kırmızı boneliler, külotsuzlar, kara gömlekler, kıravatsızlar, parkalılar vb. Bu kez de Fransa’da “Sarı Yelekliler” sokaklara döküldüler ve 17 Kasım’da başlayan ayaklanma belli ki tarihe bu adla geçecek.
Peki, etkileri itibariyle Fransa sınırlarını aşmaya aday görünen “Sarı Yelekliler” ne gibi özellikler taşıyorlar? Hareket, bünyesinde hangi potansiyel eğilimleri barındırıyor? “Sarı Yelekliler” zamanla devrimci bir çizgiye mi evirilecekler, yoksa renklerine uygun, tutucu bir bataklığa mı saplanacaklar? Ya da, üçüncü bir olasılıkla, ufak tefek iktisadi kazanımlarla yetinip, kabuklarına mı çekilecekler? Bu konulardaki değerlendirme ve tartışmalar, yer yer eylemle de bütünleşerek, daha uzun süre devam edeceğe benziyor.
•••
Aslında hareket 10 Ekim 2018’de bir kamyon şoförünün, Facebook’ta, arkadaşlarını akaryakıtta artırılan vergiyi kınamaya davet eden çağrısıyla başladı. İzleyen günlerde bunu başka çağrılar izledi ve hareket çığ gibi büyüdü. Vergi karşıtı küçük bir girişimcinin kaleme aldığı dilekçeyi kısa sürede bir milyondan fazla insan imzalamıştı ve bu arada hareketin gövdesini besleyen damarlar da, yine Facebook’ta kurulan gruplarla oluşuyordu. Böylece, kısa sürede, 3 milyon kadar üyeyi bir araya getiren 250’den fazla gurup kuruldu. Bunlar kendi aralarında canlı temas kuruyor ve eylem hazırlıkları yapıyorlardı. Bu hummalı iletişim dalgasında her “hesap”tan bir ses yükseliyor, her türlü talep dile getiriliyordu. Hızla artan inter-aktif iletişim sayısı, hareketin başladığı 17 Kasım günü 1,3 milyonu bulmuştu. İzleyen hafta sonunda ise bu rakam 5 milyonu geçti. (Le Monde, 11 Aralık 2018).
•••
Önerilen eylem biçimleri çeşitliydi; fakat üzerinde en çok anlaşma sağlanan eylem büyük yolları kesme ve böylece ulaşımı baltalama fikri oldu. Yolları keserken de, eylemciler, daha iyi görünmelerini sağlayacak “sarı yelek”ler giyeceklerdi. Zaten 2008 yılından beri her taşıt sürücüsü bagajında böyle bir sarı yelek bulundurmakla yükümlüydü. Ona sahip olmayanlar da pazardan kolayca temin edebilirlerdi.
Artık her şey tamamdı; hareket bu koşullarda başladı.
Sarı Yelekler hareketi sosyal medya sayesinde oluşmuştu; fakat onu kısa sürede büyük bir güç haline getiren nedenler farklıydı. Bunlar kısmen mali, kısmen de siyasi nedenlerdi ve sonunda da “Macron” ismi bu iki kategoriyi hızla birleştiren simge haline geldi.
•••
Emmanuel Macron, 2017 Başkanlık seçimlerini aşırı sağın adayı Marine Le Pen’e karşı, görünüşte açık farkla (% 66,1) kazanmıştı. Oysa asıl oylarını teşkil eden ilk tur oy oranı sadece yüzde 24 idi. İkinci turda da -seçime katılmayanlar ve rekor derecede boş oylar nedeniyle- kayıtlı seçmenlerin ancak yüzde 43’ünün oyunu alabilmişti. Aslında bu rakamlar kendisini mütevazi olmaya, “çoğunluğun” eğilimlerini de dikkate almaya zorluyordu. Oysa o, daha adayken Fransızların “Jüpiter tipi” bir başkan arzu ettiklerini söylemiş ve başkan seçilince de bu havalarla işe başlamıştı. Üstelik parlamento seçimlerine de tamamen kendi oluşturduğu bir liste ile girdi ve çoğunluğu elde etti. Alain Badiou’nun işaret ettiği gibi, yeni Meclis “bir plebisitin ürünü” idi ve Fransa, III. Napolyon’dan beri, ilk kez, “adayların bir partiye değil, bir adayın bir partiye sahip olduğu” bir döneme giriyordu. (Eloge de la Politique, 2017).
Macron’un kibirli söz ve tavırları, kendisi daha adayken hakkında sevimsiz bir imaj yaratmıştı. Seçildikten sonra da bu devam etti ve “Jüpiter” teşbihinin yanlış anlaşıldığını söylemesi kuşkuları dağıtmadı. Kaldı ki icraatı da otoriter kişiliğinin ve sınıfsal tercihlerinin damgasını taşımaya devam ediyordu.
•••
Macron emekçi sınıflara karşı empatiden yoksun bir siyasetçi izlenimi yaratmıştı. Stanford’da Fransız kültürü ve edebiyatı dersleri veren Cécile Alduy’a göre, “emekçi (laborieuses) sınıflar” derken, 19. yüzyılda bu sınıfları “tehlikeli sınıflar” olarak gören varsılların diliyle konuşuyordu. Kendisi “ilerleme”den yanaydı; fakat “ilerleme”yi sağlayacak olanlar, sevdiği deyimle, “halatın ucundakiler” (premiers de cordée) idiler. Bunlar yüksek burjuvalardan oluşuyordu ve arkadakiler de dağa onlar sayesinde tırmanacaklardı. İşte “Sarı Yelekliler” hareketini anlamak için, en az katılımcıların iktisadi talepleri kadar, Fransız halkının içinde bulunduğu bu psikolojiyi de anlamak gerekiyor. Eğer bütün kırıp dökücü vandallıklara rağmen hareket kamuoyunda yüzde 70’lere varan bir sempati uyandırdıysa, kuşkusuz bu yüzdendir.
•••
Macron’un parlamento seçimlerine tamamen kendi oluşturduğu bir liste ile girmesi ve çoğunluğu elde etmesi -hiç olmazsa başlangıçta- işini kolaylaştırmış görünüyordu. Ne var ki işler Macron’un umduğu gibi yürümedi. Daha François Hollande dönemindeki ekonomi bakanlığı, onun tercihlerinin hep varlıklı sınıflardan yana olduğunu ortaya koymuştu. Bu konuda tutarlı oldu ve daha başkanlığının beşinci ayında, belki de “halatı” koparacak ve kendisini “dağdan” düşürecek olan kararı aldı. F. Mitterand zamanında konmuş olan servet vergisi, Meclis’te 20 Ekim 2017’de kabul edilen bir kanunla kaldırılıyor ve bu işlem kamuoyunda “en zenginlere hediye” damgası yiyordu. Bu kanunla, hesaba göre, en zengin 100 Fransızın her biri 1,5 milyon Euro kazanıyordu. (L’Humanité, 6 Aralık 2018). Bu miktar ortalama bir “Sarı Yelekli”nin 73 yıllık aylığına tekabül ediyordu. Sanki, Yahya Kemal’in diliyle, “bir tel kopmuş, ahenk ebediyyen bozulmuştu.” O tarihte komünist milletvekili Fabien Roussel, “Bu karar derilerine yapışacak!” derken, adeta bugünleri haber verir gibiydi. 17 Kasım’da sokaklara dökülüp, yolları kesenler bu duyguyla harekete geçmişlerdi.
•••
Peki kimdi bu militanlar? Neler söylüyor, neler düşünüyorlardı?
Sayıları 300 bine ulaşan bu kavgacıların aslında ne partileri, ne de sözcüleri vardı. “Biz halkız!” diyorlar ve siyaset dışı olduklarını iddia ediyorlardı. Ne sağcı ne solcu idiler ve Fransa tarihinde, ilk kez, hem radikal solun hem de radikal sağın alkışladığı bir hareket haline gelmişlerdi. Aralarında bol miktarda Le Pen’ci militanın olması bir kısım solcuları ürkütmüş, hareketten uzaklaştırmıştı. Oysa toplu halde siyaset dışı olduklarını söylemelerine rağmen, elbette ki her katılımcının bir siyasi eğilimi vardı ve siyaset bilimci, sosyolog ve coğrafyacılardan oluşan 70 üniversite üyesinin yaptıkları bir araştırma ortaya ilginç bir tablo çıkardı.
•••
Bu tabloya göre harekete katılanların yüzde 33,3’ü hizmetlilerden, yüzde 14,4’ü işçilerden, yüzde 10,5’u esnaftan, yüzde 5,2’si orta-üst kadrolardan, yüzde 1,3’ü köylülerden ve kalan yüzde 25,5’i da işsizlerden oluşuyordu. (Le Monde, 12 Aralık 2018). Siyasi tavırlar konusunda ise, Sarı Yeleklilerin yüzde 31’i tarafsız olduğunu söylemiş, yüzde 5,4’ü sessiz kalmış, kalan yüzde 61.5’de -araştırıcıların oluşturdukları radikal soldan radikal sağa uzanan 7 dilim içinde- duruşlarını sırasıyla şu yüzdelerle ifade etmişti: yüzde 14,9; yüzde 16,9; yüzde 10,8; yüzde 6,1; yüzde 6,1; yüzde 2 ve yüzde 4,7.
Görüldüğü gibi bu tabloda radikal sağın (faşistlerin) oranı (% 4,7) korkulduğu ölçüde değildi. Yine de bunların bir kısmı “tarafsızlık” kisvesi altında siyasi kimliklerini gizlemiş olabilirdi.
Araştırmada hareketin fizyonomisini ortaya koyan diğer bilgiler de şunlardı: Katılımcıların yüzde 45’i kadındı; yaş ortalamaları 45 (Fransa ortalaması 41,4) olup, bunların yüzde 20’si yüksek tahsilliydi; aylık ortalama gelirleri 1700 Euro (Fransa ortalamasının yüzde 30 altında) olup, katılımcıların yüzde 10’u da 800 Euro’dan az kazanmaktaydı.
•••
Bu tablo ne gibi bir anlam ifade ediyor?
Aslında yorumlar çeşitli ve Sarı Yelekliler’le, 1950’lerde vergi haksızlığına baş kaldıran Poujadist hareket, Mayıs-68 devrimci atılımı, İtalya’da Beş Yıldız popülizmi ve ABD’de Trump’ı hazırlayan Tea Party gibi hareketler arasında benzer noktalar aranıyor. Kimileri de Emmanuel Macron ile 2014-2016 yılları arasında İtalya’da başbakanlık yapan Matteo Renzi arasında paralellik kuruyor ve bunun sonuçlarını irdeliyor. Önce bu son benzetmeden başlayalım.
Gerçekten de hem Macron hem de Renzi, başlangıçta yetenekli, hırslı ve karizmatik bir lider imajı yarattılar. Geleneksel sistemlerin çöktüğü bir ortamda hızla yükseldiler ve biri İtalya’da, öbürü de Fransa’da ülkelerinin en genç başbakanı oldu. Oysa İtalyan yorumcu Victoire Maurel “hayır!” diyor; iki siyasetçi arasındaki asıl benzerlik hızla yükselişlerinde değil, aynı hızla çöküşlerinde aranmalı. Ona göre “2016’da Renzi’ye karşı muhalefet için kurulan mekanizmaların aynısı bugünlerde Macron için kotarıldı.” İki ülkede de “akıl dışı ve ölçüsüz bir kin”, kısa sürede iki lideri “ülkenin her kötülüğünden sorumlu halk düşmanı” haline getirdi. Muhalefet de giderek şiddete dönüştü ve popülistler göçmenlere saldırmaya başladılar. Sonuç olarak, İtalya’da, Luigi di Maio’nun Beş Yıldız’ıyla, Salvini’nin Liga’sı gibi “ekonomik programları birbirine tamamen zıt” iki popülist hareket ortak bir hükümet kurabildiler. Şimdi de, V. Maurel, Fransa’daki kırıcılığa işaret ederek, “Roma’dan bakılınca”, diyor, “Sarı Yelekliler’in şiddeti bir deja vu tadı veriyor”. (Le Monde 13 Aralık 2016). Kısaca İtalyan yorumcu, neredeyse “Fransa’da da bir Mélenchon-Le Pen anlaşması neden olmasın?” der gibi bir havada..
•••
Gerçekten de olabilir mi?
Gelişmelerin bu aşamasında, bir sürü nedenle, Fransa’da buna ihtimal verenlerin fazla olduğunu sanmıyorum ve bu ülkeyi tanıdığım kadarıyla böyle bir şeye ben de inanmıyorum.
Buna karşılık radikal solun ağır bastığı bu hareket devrimci bir mecraya girebilir mi?
Bunun da kolay olabileceğini herhalde kimse söyleyemez. Başta gelen neden de kuşkusuz “Sarı Yelekliler”in örgütsüz, programsız ve lidersiz olmalarıdır. Sosyolog Edgar Morin’in dediği gibi “başlangıçta hareketin başarısını sağlayan bu unsurlar, sonunda onu yenilgiye sürükleme riski taşımaktadır”. Morin’in haklı olarak altını çizdiği gibi, krizin Fransa’ya özgü nedenleri olsa da, asıl nedeni “zincirlerini kırmış bir küreselleşme” olgusunda yatıyor ve Fransa’da çözüme en büyük engel de “Başkan’ın ve Hükümet’in iktidarında değil, bunları kolonize eden kârın çok yüzlü iktidarında” aranmalı. (Le Monde, 5 Aralık 2018).
•••
Mélenchon’un “Boyun Eğmeyen Fransa” hareketinin ilham perilerinden Chantal Mouffe ise Macron iktidarının “neo-liberal politikanın son aşaması” olduğunu söylüyor ve bu nedenle de muhalefetin “ancak sokakta oluşabileceğini” ileri sürüyor. Ona göre durum kuşkusuz “popülist” bir durum; fakat bu popülizm, “aşağıdakiler” (halk) ile “yukardakiler” (kast) arasında bir sınır çizmiş, ezilenleri “görünür” kılmıştır. Otuz yıllık neo-liberalizm hegemonyasından sonra Avrupa’da bir “dip dalgası” oluştu ve bunu da “oyumuz var, fakat sesimiz yok” sloganıyla, en iyi şekilde İspanyolların İndignatos hareketi ifade etti. İtalya’da benzer özellikler gösteren Beş Yıldız popülizmi sağa kaydı; Fransa’da da aynı risk mevcut. (Libération, 1 Aralık 2018).
•••
Ne var ki bu risk, aslında Macron iktidarını da tarihin çöplüğüne silkeleyecek bir risktir ve bu nedenle de, uzun ve kaygılı bir sessizlikten sonra, Macron halkın karşısına çok düşük bir profille çıktı. Sanki Jupiter gitmiş, yerine Canossa’ya, Papa’nın huzurunda diz çökmeye giden Kral Henry gelmişti. Bu psikoloji içinde Sarı Yeleklilere hiç de gönlünden geçmeyen her şeyi vaat etti. Artan vergiler kalktığı gibi, asgari ücret artacak, çalışanlar yıl sonunda prim alacak, fazla mesailer vergiye tabi olmayacak ve sosyal yardımlar da artacaktı.
Oysa ok yaydan çıkmıştı; Sarı Yelekliler yine de teskin olmadılar. Üstelik ortaya özgül taleplerle liseliler de çıktı. Artık sorun bir takım mali ödünleri aşan genel bir krize dönüşmüş görünüyor ve denizler dalgalanmadan da durulmayacağa benziyor.
BirGün / 16.12.18