Tarihsel, toplumsal açıdan bakıldığında Fransa sosyalizmin yurdudur denilebilinir. Aydınlanmanın ülkesidir. Sanatın, düşüncenin merkezidir. Uzun süre bilimin de merkezi olmuştur. Bir yerde devrim ülkesidir de. Nazi Almanya'sına karşı "direnişi" yaratan bir halkın ülkesidir. Ama öte yandan da emperyalist bir ülkedir. Afrika başta olmak üzere, 19.Yüzyılın ikinci yarısında da Cin Hindi denilen yarım adanın tümünü Vietnam da içinde olmak üzere sömürgeleştirmişti. Bütün bunların yanısıra, bir çok devrimci önderin tutuklanarak zindanlarda çürütüldüğü, giyotinle kafalarının uçurulduğu bir cinayetler ülkesidir.
Fransa eninde sonunda bizi de vurdu. Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez en işlek cadde üzerinde bulunan büroda enselerinden vurularak vahşice katledildiler. Fransız polisi bir tetikçiyi yakalamakla yetindi. Perdeyi tümden kaldırmadı, kaldıracağını da sanmıyorum. Bu ülkelerarası çıkarlarla bağlantılı bir olaydır. Hele mali operasyonun başladığı bir dönemde perdeyi tümden kaldırmaları beklenemez, beklenmemeli.
Bu üç arkadaşımız kendi ülkelerindeki devletin baskılarını görüp tanıdıkları için başkaldırıp belli bir seviyeye ulaşmışlardı. Kendi içinde gerçek özgürlüğü tanımış ve yaşamışlardı. Bu nedenle Avrupa'daki bazı yalancı özgürlüklerin tadı onları baştan çıkaramadı. Mezopotamya'daki halkın durumu onların en önde gelen sorunuydu. Anıları daha taze olan bu üç arkadaşımızın yürüttükleri mücadele cesaretlerine ve becerilerine her zaman hayranlık duyup saygı göstermek yurtsever olmanın gereğidir.
Son 30 yıldır süren bu savaş insanlarımızın ve halkımızın alt-üst olduğu yıllar oluyor. Böyle acımasız zamanlarda yaşam çok daha katmerli çok daha yoğun bir biçimde yaşanıyor. Bu uzun yıllar kararsızlığı, karamsarlığı en ufak bir hatayı ve hesaplamaları bağışlamayan bir tempoda yaşandı. Böyle dönemlerde bir çok pislik, yalan ve yanlış olan şeyler su yüzüne çıktı. O çokça şişirilmiş balon kişilikler, sahte büyüklükler, anlamsız değerler yıkıldı. İnançlar yeniden sorgulandı, gerçeği yansıtmayan düşünceler, abartılı kişilikler birer birer sarsıldı. Diğer yandan dürüst samimi ve halktan biri olan Sakine Cansız gibi insanların gizlenmiş erdem pınarlarından umulmadık yücelikler, kahramanlıklar ve ölçülü bağlılıklar açığa çıktı. Ne de olsa savaş en keskin biçimiyle insanları ayırt edip netleştiriyordu. Sakine Cansız gibi tarihe geçecek inanılmaz bireysel özveri örnekleri insanoğlunun yüzünü ağartıyor, hem de onca onursuzluğa inat!
Her şey bir yana ama, zor zamanlar devrimciliğin en çıplak haliyle sınandığı süreçler oluyor gerçekten de. Eşitlik, özgürlük, demokrasi ve halk sevgisinden gayrisine kördü. Ne iğdiş edilmiş düzeniçi solculuk, ne de egemen güçlerin deforme ettiği beyinlerin liberal reformist ve teslimiyetçi yaklaşımları görmüyordu onun gözleri. O yalnızca Mezopotamya devrimini görüyordu, onu yaşıyordu ve halkına da yaşatmak için bütün yeteneklerini ayaklandıran biriydi.
1979 yılında Elazığ'da birlikte tutsak düştüğümüzde korkunç denilebilecek işkencelere maruz kaldı. Ama o, idealleri, düşünce ve mücadelesinde bir milim bile geri adım atmadı, direnmek, karşı koymak onun için bir bilinç, ruh hali ve yaşam tarzıydı.
1980 yılında vahşetin hüküm sürdüğü Diyarbakır Cezaevine götürüldüğümüzde ilk günden itibaren, düzenin keskin kılıcı olan Esat Oktay Yıldıran, teslim olması düşünce ve mücadeleden vazgeçmesi için en kanlı ve en kirli bir biçimde herşeyi dayattı kendisine. Fakat Sakine Cansız kendisine dayatılanların özünde Özgürlük Hareketi'nin haklı ve meşru mücadelesini sindirmek ve yok etmek amaçlı olduğunu biliyordu. İşte bu nedenle inanılmaz bir iradeyle bu kirli ve kanlı hedefin karşısına dikilmişti. Görmediği işkence kalmadı, günlerce aç, susuz kaldı, haftalarca lağım suları içinde tutuldu yine de Sakine Cansız'ı sarsmayı başaramadılar.
Özgürlük ki, halkın kurtuluşudur ve devrimcilik ki, bu yolda bir sevda işidir, tutkudur ve sonsuzdur bu aşk için hayatlarını ortaya koyanlar, bedenlerini ölüme sürenler sadece Sakine Cansız gibi gerçek devrimcilerdir. O gerçekten inanılmaz biriydi.
Amed zindanında reva görülen vahşet düzeyindeki işkencelere dayanamayıp kurallara uyup teslim olanları her gördüğünde öfkeleniyordu. Mahkeme kürsüsünde şunları haykırmıştı. "Biz tutsakların şahsında Kürt halkının geleceği karartılmak isteniyor, her arkadaşım şunu çok iyi bilmeli ki, kurallara uyup kendimizi güvenceye almaktan ziyade, direnerek bir halkın geleceğini koruma zamanıdır..." demişti. Ve salondaki tutuklulara dönüp dişlerini sıkmış parmağını sallamıştı.
Bir çok insan kendini kurtarmanın korumanın derdine düşerken, o geleceği kurtarmanın derdine düşmüştü. Esat Oktay "Ya teslim olarak kurallara uyarsınız, ya da bir fare gibi ezilerek öleceksiniz..." dediğinde cezaevi maltasında Sakine Cansız sözünü kesip şöyle haykırmıştı: “Arkadaşlar tam da direnme ve karşı koyma zamanıdır ve zalimler asla bize diz çöktüremezler..." Sakine Cansız buydu tepeden tırnağa direnişe, karşı koymaya ayarlıydı ve insanları peşinden sürükleyip hedefe kilitlenmesini çok iyi biliyordu.
Sakine Cansız, eşit özgür ve sömürüsüz bir toplumun, kapitalist emperyalist sistemden çok daha üstün ve onurlu bir toplum biçimi olduğunu bütün benliğinde inandığı için ona sevdalıydı...
Bütün çalışmalarında güç kaynağı olan eşit ve özgür bir toplumu hayata geçirmek, halkların mutluluğunu, refahını, alın açıklığını, özgürlük ve şerefini sağlamak arzusu olmuştur.
Sakine Cansız Mezopotamya halklarına hizmet etmek uğruna gönlünde alevlenen yangının dürtüsüyle Özgürlük Hareketi'ni seçmişti. Doğrusunu söylemek gerekirse düşüncesiyle, yaşam tarzıyla bedeniyle ve sinir sistemiyle bu yolu kutsal bulmuş ve benimsemişti. Onun bedeninin her hücresi ve varlığının bütün ayrıntıları Dersim'de 1937/38 de katledilen yetmiş bin insanla birlikteydi. Sakine Dersimliydi, Dersim halkının öz evladıydı. Başı bulutlara değen, eğilmez bükülmez kutsal dağlarla çevrili bir coğrafyanın insanıydı. O yüce dağlar kadar dimdik eğilmez bükülmez ve toprağa kök salmış biriydi.
Mitolojilerde tanrıçaların iyiliklerinden, ahlak ve adaletlerinden çokça söz edilir. Öyle anlaşılıyor ki, tanrıçalar eşitliği özgürlüğü, kardeşliği ve toplumsal barışı esas olarak insanları yönetmişler. Eğer günümüzde erkek egemenlikli bir sisteme her konuda tavır alan onunla kavgaya tutuşan asla eğilmemiş, bükülmemiş ve sözü bir, pratiği bir olan, eşitlikçi, paylaşımcı, dürüst samimi ve direngen gerçek bir tanrıçadan söz edeceksek o, Sakine Cansız'dır.
* Kırıkkale F-Tipi Cezaevi'nde tutsak edilen Hamili Yıldırım, bu mektubu yazar Haydar Işık'a gönderdi.
ANF / 24.02.13