İngiliz basınının en kıdemli Ortadoğu uzmanlarından Robert Fisk, Ortadoğu’da artık bir Amerikan dış politikası olmadığını yazdı. Fisk bugünkü makalesinde, Washington’ın Ortadoğu’da neredeyse tamamen kaybolduğu yorumunu yaptı. İngiliz yazar, bölgede yolsuzluk ve eşitsizliğin ortadan kaldırılamadığına, artık kimsenin insan haklarından söz etmediğine dikkat çekerek geleceğe dair epey karamsar bir tablo çizdi. Fisk bu nedenle terörün son bulmayacağını da ima ederek, ‘IŞİD’den sonraki canavar kim olacak?’ diye sordu.
Fisk’in Independent’ta yayımlanan makalesi şöyle:
“Bir zamanlar, bırakın bir ABD başkanını, bir ABD dışişleri bakanının bile tek bir açıklaması Ortadoğu çapında telefonları yüksek sesle çaldırırdı. Genelde kötücül olsa da, ABD liderleri yetersiz brifing alsa ve (Washington’da siyasi kariyerleri yok etme gücüne sahip) İsrail’den her zaman korkarak hareket etse bile, Reaganlar, Clintonlar ve Obamalar bölgede sahiden de bir etkiye sahipti. Peki bugün eski Osmanlı İmparatorluğu toprakları boyunca kararları kim veriyor?
‘Suudi veliaht prens çocuk gibi’
Putin, Esad, Erdoğan, Sisi, Macron ve Ruhani’ye bakmanız yeterli. Bugün manşetlerde yer tutanlar, bu adamlar. Kâh IŞİD’i ölü veya kaybeden, kâh Suriye’yi ‘kurtarılmış’, kâh Kürtleri ‘terörist’ ilan ediyorlar; veya Lübnan Başbakanı Saad Hariri’yi Suudi Arabistan’da rehin tutulduğu evinden kurtarıyorlar (gerçi şu an Hariri’nin gözaltına alınmadığına, aslında istifa etme niyeti olmadığına ya da istifa etmiş olsa da bunu artık istemediğine inanmamız gerekiyor). Ve şaşırtıcı biçimde, Muhammed bin Salman giderek daha da az etkili bir görüntü sergiliyor. O, bizzat savaşmayacağı tek komşusu İran İslam Cumhuriyeti de dahil, komşularını korkutmak için Yemen’i, Esad’ın Suriye’sini, Katar’ı, El Cezire’yi ve hatta zavallı Lübnan’ı yok etme girişimleriyle giderek sinir krizi geçirip oyuncaklarını etrafa atan bir çocuğa benzemeye başlamış bir Körfez Veliaht Prensi.
‘İsrail Hamas'ı desteklediğini unuttu’
Dolayısıyla, ikâmet ettiğim Ortadoğu, muhabirlik yapmak için 40 yıldan uzun süre önce geldiğim yere giderek daha az benziyor. O zamanki ABD ‘politikası’ sık sık hayalperest olmasına, her zamankinden daha çok dağılmış haldeki bir Sovyetler Birliği tarafından dengelenmesine ve bir dizi diktatöre (bu kişiler arasında dönem dönem Saddam Hüseyin, Hafız Esad, Enver Sedat, Ürdün Kralı Hüseyin, Albay Kaddafi ve Şah İran) destek konusunda sürekli teminatlar verilmesine rağmen gerçekti. Bu, aynı zamanda, Filistin Kurtuluş Örgütü ve Arafat’ın -her birkaç yılda bir ABD veya İsrail tarafından listelere alınıp çıkarılmasına rağmen- ‘terörist’ sayıldığı bir dönemdi. Esasında bunlar, İsraillilerin -bugün tabii ki yeniden ‘terörist’ kafesine alınan- o iyi, dostane Hamas hareketini, Arafat’ın Lübnan’daki devletçiğine karşı bir denge kurmak amacıyla Gazze’de yeni camiler açması için teşvik ettiği günlerdi. İsrailliler, bu küçük politikalarını fiilen ‘unutmuş’ durumda.
Ve o uzak geçmişte kalan günlerde, eskinin ‘teröristleri’ni bugünün ‘ılımlıları’ olarak sunan tarikatların ortaya çıkacağını, hepimizin içine Tanrı korkusu salmak ve etkilerini dünyaya yaymak için el Kaide ve IŞİD gibi tamamen yepyeni bir dehşet ortaya çıkaracağını, hatta bunun Pentagon’daki ahmakları bile ‘vahiysel‘ tanımını yapmak zorunda bırakacağını kim tahmin edebilirdi ki? Ve bugün, IŞİD’in yenilgiye uğratıldığını açıklayan kişinin İran cumhurbaşkanı olması ilginç. ‘Görevin tamamlandığını’ söyleyen kişi eskiden George W. Bush olurdu.
‘Macron Sisi'ye insan haklarını sormadı’
Ve tabii ki bugün Beşar Esad’ı Soçi’ye davet eden, İran ve Türkiye cumhurbaşkanlarıyla sohbet eden, ordusu hâlâ Suriye’de olan ve Mısır’ın Cumhurbaşkanı/Mareşali Sisi ile iyi bir dostluk kuran kişi Putin. Emmanuel Macron’un da Sisi’yi bu ay Paris’e davet edip, Mısır’da 60 bin siyasi tutuklu olmasına, binlerce kişinin ‘kaybolmasına’ ve gizemli cinayetler işlenmesine rağmen bir kez bile insan haklarından söz etmemiş olmasını da unutmayın. Evet, Hariri’yi Riyad’daki gösterişli hapishanesinden çekip çıkardığı için de -bu arada, bunu gayet iyi becerdi- Macron’a teşekkür etmeli. Fakat Fransa’nın Ortadoğu’da Rusya’dan daha fazla bir reform kaynağı olacağını da düşünmeyin. Ve eğer Beşar Esad yeniden ‘herkesle’ müzakere etmekten bahsediyorsa, bunu ancak Putin’le görüştükten ve ona (ve kendisine) Suriye’yi ‘kurtardığı’ için teşekkür ettikten sonra yaptı.
‘ABD Kürtleri terk edecek’
Önümüzdeki aylarda terk edilecek, ihanet edilecek veya unutulacak olan Kürtleri ve hepsi üç harfli kısaltmalardan oluşan tuhaf isimli milisleri destekleyen az sayıdaki Amerikan özel güçleri haricinde, ABD gerçekten de bir Cheshire kedisine dönüştü; bazen gözümüzün önünden tamamen kayboluyor. Belki de geriye sadece Cheshire kedisinin gülümsemesi kalacak. Sanırım Ortadoğu’da tek kelimelik bir adı olan tek silahlı güç de Hizbullah. Ve onlar da ‘terörist’ listesinde – ama tabii ki Putin’in, Hizbullah’ın müttefiki Beşar’ı desteklediği Moskova’da değil.
‘Değişmeyen tek şey yolsuzluk ve eşitlik’
Bunca yıldır değişmeyen şey ise Ortadoğu’daki Arap ve Müslüman halkların içinde yaşadığı adaletsizlik, yoksullaştırma, eğitim cehaleti, korku ve aşağılama. Ve ortamı Amerikalılardan devralan ‘yeni’ liderlerin tek biri bile, Arap dünyasının en büyük hastalığı olan yolsuzluğu, eşitsizliği ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çökerken miras bıraktığı aşiret politikalarını ortadan kaldırmak için herhangi bir şey yapmıyor. Hümanizm ilerlemek yerine geriledi ve bölge bağlamında, insan hakları ve sivil haklardan pek söz edilmiyor. Derin devlet diktatörlerini, gaddar polisleri ve generalleri sevmeleri için kendi halklarını bir kez daha çocuk yerine koyan Mısır gibi vakalarda, büyük Arap devrimleri kendi kendilerini tüketti. Belki Suudi Arabistan’da hâlâ bir devrim gerçekleşebilir. Prenslerin birbirlerini kilit altına almaya başlamasının, Krallığın sonunun başlangıcı olabileceğini düşünmüşümdür hep.
‘IŞİD'den sonraki caavar ne olacak?’
Fakat Ortadoğu’nun yıkılmış ve enkaza dönmüş çehresinde iyimser olmak için pek az sebep var. Ve, El Kaide’nin, sonra IŞİD’in ve Irak-Suriye çöllerinin yanı sıra Sina’dan Mali’ye Afrika çapında hâlâ varlığını sürdüren kapüşonlu ve bıçaklı, korkutucu adamların, bu umutsuz kederden ortaya çıktığını unutmamalıyız. Ve bir sonraki canavar ne olacak? Bugüne kıyasla, 1970’lerin o görkemli günleri gayet de sakin görünüyor. Neredeyse o eski yolsuz Filistin Kurtuluş Örgütü’nün geri dönmesini isteyebilirsiniz. Öyle ki, bugünlerde bir Chesire kedisine bile yaklaşmayan ciddi Amerikan dış politikasının dönüşü bile rahatlatıcı olabilir. Donanmalar eriyip giderken ve ‘dünün ihtişamı Ninova ve Tire’ye benzemişken’, [Rudyard] Kipling’in ‘Recessional’* adlı şiiri bugün coğrafyaya her zamankinden daha uygun görünüyor.”
- Rudyard Kipling Recessional adlı şiirde özetle, Britanya İmparatorluğu’nun gerileme ihtimalinden söz edip Ninova (Irak) ve Tire’deki (Libya) antik imparatorlukların adını anar.
Gazete Duvar / 24.11.17