Özgür basın davasındaki gizli tanık MİT elemanı çıktı! - Zeynep Kuray

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 15 Haziran 2013
  • 14:46

KCK ana davasından sonra bir diğer gizli tanık da basın davasında deşifre oldu. 4 Ocak 2011 tarihinde gözaltına alınan Batuhan Yıldız kod isimli gizli tanığın, MİT’e çalışan bir “haber elemanı” olduğu ortaya çıktı.

KCK adı altında özgür basının yargılandığı “basın davası”nın  17 Haziran’da görülecek 5. Duruşması öncesi ANF’ye özel bir mülakat veren Özgür Gündem gazetesinin avukatı Özcan Kılıç çok çarpıcı açıklamalarda bulundu.

KCK operasyonlarının Ankara merkezli olduğunu ve 5 kişilik bir birim tarafından hazırlandığını belirten avukat Kılıç, bu projenin mimarının da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi danışmanı Yalçın Akdoğan olduğunu ifade etti. Bu davaların dosyalarında ifadeleri delil olarak sunulan gizli tanıkların hemen hepsinin MİT veya Emniyet tarafından kullanılan elemanlar olduğuna dikkat çeken Kılıç, 4 Ocak 2011 tarihinde gözaltına alınıp serbest bırakılan ve basın davasında Batuhan Yıldız kod ismiyle yer alan gizli tanığın MİT haber elemanı olduğunu açıkladı.

NE YARGIÇLARIN NE DE DEVLETİN KAFASI DEĞİŞMEDİ

-Uzun yıllardır Kürt basınının avukatlığını yapıyorsunuz, KCK adı altında açılan basın davasını nasıl yorumluyorsunuz?

Öncellikle şu anda medyanın tümünün siyasal ve hukuksal bir baskı altında olduğunu söylemeliyim. Artık iş sadece Kürt gazeteciler olmaktan çıktı. Örneği bugün Hasan Cemal gibi bir liberal demokrat Kürt meselesindeki düşüncelerinden dolayı ana akım medyadan tamamen dışlandı. Neredeyse o da “terörist” etiketli bir gazeteci haline getirildiyse iş vahim demektir. 12 Eylül’den bu yana değişen yasalar ve mevzuatlar oldu ama, yargıçların ve devletin bakış açısı, kafası değişmedi. Sadece döneme göre düşmanlar belirlendi. 12 Eylül döneminde sol, sosyalist ve komünistler hedef olurken, 1990’lı yıllarda Kürt siyasi mücadelesi geliştikçe devletin karşısında bir tek Kürt basını tek başına mücadele verdi. Kürt basınının 20 yıllık çok büyük bir mücadele tarihi var. Bugüne kadar ifade özgürlüğü açısından ortaya çıkan olumlu gelişmelerin hepsinde Kürt basınının emeği vardır.

ÖZGÜRLEŞME KÜRT BASINININ DİK DURUŞUYLA KAZANILDI

-Bu noktaya nasıl gelindi?

Mahkemelerde ortaya koyduğumuz tavırlarla, gazetenin ısrarla her kapatmadan sonra yeni bir gazete halinde kendini var etmesiyle, öldürülen, tutuklanan, sürgüne giden gazeteci arkadaşlarımızın inatla bu görevi sürdürmesiyle bugünlere kadar geldiler ve devlet geri adım atıp, yeni düzenlemeler yapmak ihtiyacı duydu. Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yaptığımız çok sayıda başvurunun da katkısı oldu. Bölücülük propagandası diye bir kavram vardı. Üç rengin bir araya gelmesi suçtu. Kürt demek, Kürt halkı demek bir gazetenin kapatılması, bir gazetecinin tutuklanması gerekçesiyken, bugün bunlardan kurtulduk. Ama dediğim gibi bunlar bir lütuf olarak yapılan düzenlemelerle gerçekleşmedi. Avrupa Birliğinin lütfuyla da olmadı tüm bunlar. AKP hükümetinin çabasıyla da değil. Bu Kürt basınının ve hemen yanı başındaki Türk sosyalist basınının mücadele azmini sürdürmesiyle gerçekleşti.

-AİHM bu durum karşısında nasıl bir sınav verdi?

AİHM de daha önce bu durumları görmezden geliyordu. Kürt basını sayısız hukuksuzluk ve aykırılık yaşadı, 130 civarında gazete kapatıldı. Yani bir çeşit kapatılan gazete ve tutuklanan gazeteciler mezarlığına dönüşmüştü Türkiye. Bir noktadan sonra artık AİHM de bu dosyaları ciddiye almaya başladı. Çünkü hakikaten çok fazla baskı vardı. Ve bunların sonucunda AİHM kararları gereği hükümet bazı düzenlemelerde liberalleşmek zorunda kaldı.

“BİZ ŞALTERLERİN KAPANACAĞINI SANDIK” İTİRAFI

-Ancak bu kez KCK operasyonu adı altında özgür basın topyekun bir hukuksuzluğa maruz kaldı. Düzenlemeler bunu engellemeye yetmedi. Neden?

KCK operasyonları adı altında şu kaygı vardı: Kürt basını kurumlaştı ve artık önü alınamıyor. Devlet ve hükümet bundan kurtulmanın yolu olarak da KCK kapsamında bir basın komitesi olgusu yaratıp bu şekilde Kürt basınına darbe vurmak istedi. Gazeteleri kapatarak, gazetecileri tek tek ya da 3er 4er tutuklayarak da bastıramadı, kolayına kaçarak “KCK basın komitesi” kurgusu yaratılıp son 10 yıldır Kürt basınında gazeteci olarak çalışmış, yöneticilik, muhabirlik, editörlük, köşe yazarlığı, dağıtımcılık yapmış hemen hemen herkesi tutukladılar. Toplu bir operasyonla Kürt basınını susturma gibi bir çaba içerisindeydiler. Şöyle bir olay anlatayım: Sizler tutuklandıktan 15 gün sonra İstanbul Emniyetine çeşitli sebeplerle gitmemiz gerekti ve Emniyetten bir üst düzey yetkili bana, “Özcan Bey eskilerden kimse kalmamasına rağmen Dicle Haber ajansı hala yayın yapıyor, gazete hala çıkıyor. Bu nasıl bir iştir?” diye sordu. Ben de ona bizim her zaman bu baskıları yaşadığımızı, arkadaşlarımızın öldürüldüğünü; gazetelerimiz bombalandığında, tutuklamalar olduğunda da yayına ara vermediğimizi hatırlattım. O sırada Dicle haber ajansıyla ilgili bir işlem yapılıyordu, bir tutanak tutuluyordu ve kibar bir dilde Dicle haber ajansının fişi çekeceğini ve şalterleri kapatacağını sandığını açıkça söyledi. Burada bu operasyonla neyi murat ettiklerini, neyi düşündüklerini anlamış olduk. O anda işte tutuklamanın esas rengi ortaya çıktı. Kıdemli, bu işi iyi bilen gazetecileri, editörleri, dağıtımcıları hatta matbaacıları tutuklarsak kimse bu gazeteyi bir daha çıkartamaz diye umut ettiler. Fakat bu işe yaramadı böylece bu operasyonun mantığı çöpe gitti. Ama bugün bu baskı mahkeme üzerinden sürdürülüyor. Topu mahkemeye atıp, bu insanları içerde tutarak, yargılamaları uzatarak 2’şer 2’şer tahliye ederek baskıyı siz sürdürün dediler. Bu 15’nci, 16’ncı mahkeme meselesi değil. Hangi mahkeme olsaydı bu süreç yine bu şekilde işleyecekti.

PROJENİN MİMARI AKDOĞAN

-O zaman bu tavrın kaynağı ne?

Tamamen Ankara’da hazırlanmış bir senaryoya dayanıyor. Bana, bu İstanbul Emniyetinin doğrudan yaptığı bir çalışma değil denildi. Operasyonun Ankara merkezli olduğu ve KCK operasyonlarından, sorulacak sorulara kadar 5 kişilik bir birim tarafından hazırlandığı bilgisi geldi. İşin içinde Beşir Atalay’ın yer aldığı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı var. Bunlar operasyonların hazırlığını yapıyor, şahıslar belirleniyor, eldeki veriler değerlendiriliyor ve karar verilen şehirde emniyete brifing veriliyor ve düğmeye basılıyor. Bunlar merkezi bir koordinasyon halinde çalışıyorlar. Başbakan Erdoğan’ın siyasi danışmanı Yalçın Akdoğan da bu projenin mimarı. Bu operasyonların nasıl yapılması gerektiği konusunda 600 sayfalık bir kitabı da var. Bu operasyonda bir şey daha öğrendik. Bu tür kurumların ya da operasyonların dayanağı olarak haber elemanları gizli tanık olarak kullanılıyor. Bunların kod isimleri var, gerçek isimleri bizlere bildirilmiyor dosyada. MİT ve emniyet kendi çapında biraz gazeteyi bilen, biraz BDP ortamına girip çıkanlardan üçüncü sınıf ajan devşirmişler. Bunlar kadrolu ajanlar değil üçüncü sınıf haber elemanları. Bunları da alıp gizli tanık haline getirip bu dosyalara sözüm ona yerleştirdiler.

-Basın davasında da gizli tanıklar var mı?

Tespit edilen iki gizli tanık var. Biri KCK ana davasında. Zaten duruşmada avukat arkadaşlarımız ismini deşifre ettiler ve suç duyurusunda bulundular. Bir de basın davasında var. BDP’de bir dönem çalışmış bir şahıs. MİT bunu ajanlaştırmış ve bilgi elemanı olarak BDP’de çalıştırmış, bir dönem sonra basın kurumlarına gidip gelen bir isim. İki MİT görevlisi ikna ederek ondan bilgi alıyorlar. Hizmetinin karşılığı olarak 300-400 TL gibi bir cüzi para veriliyor. Gözaltına alındıkları zaman emniyet bunlara kendi avukatlarından özel avukat ayarlıyor, böylece serbest bırakılmalarını sağlıyor. Fakat isimlerini gizliyor.

GÜVENSİZLİK ZEMİNİ YARATMAK İSTİYORLAR

-Basın davasındaki gizli tanık biz, medya çalışanları ile birlikte gözaltına alınan birisi mi?

Hayır, sizden sonra 4 Ocak 2011 tarihinde alınan Batuhan Yıldız kod ismi konulmuş bir gizli tanık. Ancak şu anda gerçek ismini açıklayamayız. Mesela aynı basın davasında bir tane itirafçının daha ismi deşifre olmuştu. Emniyet kurgusunu bu kişiler üzerinden yapıyor. İstanbul KCK ana dosyasında da aynı durum yaşandı. BDP Akademi grubunun tutuklanmasına gerekçe olarak yine gizli tanık olduğu iddia edilen bir takım kişiler gösterildi. Üstelik aralarından biri de akademide öğrenci. Fakat bir gözaltı sırasında polis bunu ajan haline getiriyor ve ondan aldıkları bilgileri kullanıyorlar. Burada kötü olan şu, çok acemice, çok uydurma bir biçimde böyle gizli tanık yaratıp, biraz da şaibe yaratıyorlar, herkes ajan olabilir kuşkusunu yaratmaya çalışıyorlar. Böylece bir güvensizlik zemini yaratmak istiyorlar. Gazete, Akademi ve BDP üzerinde bir paranoya yaratarak insanları soğutmak istiyorlar. Ancak bu konsept çöktü çünkü tutuklanan arkadaşlarımız dik durdular, kimse çalışmaları askıda bırakmadı. Kürt basınını susturmak için, özgür basın geleneğini yok etmek için Özgür Gündem bombalandı, 76 Kürt gazeteci katledildi ama bu geleneği durduramadılar, o nedenle bunun önünü kesmek için topyekun bir operasyon düşünüldü ama o da olmadı. Çünkü gerçeğe kurşun, bomba işlemez. Öyle bir şey oldu ki dağıtımcılarımız muhabir olmaya başladı bir süre sonra. Gönüllü olarak fotoğraf çekmeyi, haber yazmayı öğrendiler. Bir baktık ki bu gelenek yeni gazeteciler üretmeye açık. Kürt halkı bu konuda da dik duruyor.

-Basın davasının 5. duruşması 17 Haziran Pazartesi günü başlıyor. Bu çerçevede Türkiye’deki medyanın durumu hakkında eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Basın davasında daha çok sistemin bir duruşu ile karşı karşıyayız. Bu sistem bugün kendi ana akım medyasını bile tırpanlıyor artık. Ana akım medya bugün haber veremiyor. Türkiye’nin en büyük haber kanalları ve gazeteleri Gezi parkı gibi olayları bile kamuoyuna veremeyecek kadar baskılanmış. Medya özgürlüğü Kürt medyasını da aştı, ana akım medya da bugün basın özgürlüğünü tartışır hale geldi. Demek ki bir sistem sorunu var. Bunu bir dönem İtalyan Başbakanı Silvio Berlusconi bütün medyayı satın alarak, susturarak, bastırarak denedi ama Berlusconi bugün tarihin çöp tenekesine gitti. Ama şunu da eklemek isterim, bizim ana akım medya üzerinden kendimizi aklamamıza gerek yok biz gerçeği dün de yazdık, bugün de yazıyoruz, yarın da yazacağız. Bu anlamda ana akım medya devletin veya hükümetin açtığı yolda gidiyorlar o nedenle gerçek gazetecilik yapmıyorlar. 

ANF / 15.06.13