“Biz komünistler, hepimiz, izne çıkmış ölüleriz. Bütünüyle farkındayım bunun. Bu iznimi uzatıp uzatmayacağınızı ya da Karl Liebknecht ile Rosa Luxemburg’a katılmak zorunda kalıp kalmayacağımı bilmiyorum.”
“Ölüm” cezasına karşı verilen bu savunmada geçen sözlerin sahibi Eugen Leviné’dir. Kendisi, önce Rusya’da sonra Almanya’da devrimcilik yapmış bir komünist, Alman Devrimi’nin başarısızlığından sonra kısa ömürlü Bavyera Sovyet Cumhuriyeti’nin başına geçmiş bir Yahudi ve tutkulu bir aşıktır. Ama Leviné, tüm bunlardan belki daha önemlisi, kaybedilen bir devrimin ertesinde dahi umudu büyütebilen bir devrimci. Üstelik başarı şansı çok düşükken… Leviné’yi kısaca tanıtırken sarfettiğimiz bu cümleler, bugün dahi farklı kesimler için, farklı anlamlar taşır. Kimileri için o, Almanya’da Yahudilere karşı öfkenin ve komploların büyümesini hızlandıran, maceraperest bir ‘kışkırtıcı’dır. Kimileri içinse yoldaşlarını yarı yolda bırakmayan mümkün olan tüm imkanları ve ötesini, zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlar için zorlayan bir önder… Doğru ya da yanlış, devrimci ya da provakatör… takdir size ait. Bizse Leviné’nin hayatından kimi dönüm noktalarını anlatarak söze başlayalım.
“Ekmek kırıntıları sunan Roma konsülleri”
Leviné’nin 1883 yılında dünyaya geldiği aile, Çarlık Rusyası’ndaki Petersburg kentinde yaşayan varlıklı bir Yahudi ailedir. Ancak Leviné henüz 3 yaşındayken babasını çiçek hastalığından kaybeder. Anneyse bu kaybın ardından Almanya’nın Wiesbaden kentine göçer. Oldukça eğitimli bir kadın olan annesi burada oğlunu ayrıcalıklı bir okula gönderir. Leviné büyüdükçe politikleşir ve hayatı daha farklı bir açıdan yorumlamaya başlar. Henüz 15 yaşındayken aşağıdaki sözleri kaleme alır:
“İnsanlara hizmet etmeliyim… Rol yaparak değil gerçek bir hizmetle, kitlelerin sempatisini kazanmak için ekmek kırıntılarını sunan Roma konsülleri gibi değil, refahları için samimi bir emek harcayarak. Ezileni korumak ve haklarını kurarken yardım etmek için, konsül mahkemelerinde halk düşmanlarını ifşa etmeyi dilerim. İşte benim hedefim. İşte yerine getireceğime yemin ettiğim şey!”
15 yaşındaki bir gencin kaleminden çıkan bu sözler, Leviné’nin düşüncelerini sağlam temeller üzerine bina ettiğini gösteriyor. Sonraki yıllarda Wiesbaden’den Heidelberg’e taşınan Leviné, burada hukuk eğitimi almak üzere üniversiteye girer. Yine aynı dönem siyasi hayatı için de bir dönüm noktası olur. Kentte Rusya’daki Sosyalist Devrimci Parti (SR) üyesi sürgünlerle tanışır. Tarım alanında sosyalizm çalışmalarıyla bilinen bu parti, dönemin Rusya’sı için önemli bir teşkilattır. Leviné için SR, devrimci hayatın ilk basamağı olur. İlk dediysek, bunu küçük ve etkisiz bir tecrübe olarak göreceğimiz anlaşılmasın: Leviné, Rusya’da 1905 Devrimi’ne katılmak üzere doğduğu topraklara geri döner. Devrimin başarısız olmasının ardından Sibirya’ya sürgüne gönderilir, kurşun madeninde çalıştırılır. Fakat çok geçmeden bir şekilde kaçmayı başarır. Daha sonra Almanya’ya geri dönemeden önce annesine yazdığı 1906 tarihli mektupta, eğer annesi, onu yaşam tarzından vazgeçirmeye ve yolundan döndürmeye çalışırsa bunun anlamsız bir ziyaret olacağından söz eder ve eğer onu değiştirme umudundan vazgeçmişlerse gelip gelemeyeceğini sorar…
“İlk görüşte aşk”
Rusya’da geçirdiği SR devrimciliği döneminin ardından Almanya’ya döndüğünde Leviné tekrar Heidelberg Üniversitesi’nde eğitimine devam eder. Bu sırada siyasetten kopmaz, aksine Alman Sosyal Demokrat Partisi’ne (SPD) katılır ve Rusya’da canlı yaşadığı 1905 Devrimi hakkında dersler vermeye başlar. 1914 yılında I. Paylaşım Savaşı’nın başlaması, Leviné’nin siyasi hayatını da baştan sona değiştirecektir. Fakat aynı yıl yine hayatını aynı şekilde, hatta belki daha da kuvvetlice değiştirecek başka bir olay yaşanır: Leviné, müstakbel eşi Rosa Broido ile tanışır. Polonya Yahudisi bir haham babanın kızı olan Rosa bu anı ‘ilk görüşte aşk’ diyerek açıklıyor. Ülke savaş çığırtkanlığıyla kaynayadursun, ertesi yılın Mayıs ayında aşıklar evlenmeye karar verir. Eşine ‘Asla aşılmaz bir mutluluk seviyesine ulaştıklarını’ söyleyen Leviné, ayrı düştükleri bir anda yazdığı mektubunda şöyle diyor: “Her şey anlam ve içerik kazanıyor gibi. Seninle uyanıyorum, tüm gün boyunca seninle birlikte yürüyorum, seninle birlikte uzanıyorum ve sağ kolum seni neşe ve şefkatle bekliyor… Sana teşekkür ederim beni yeniden gençleştirdiğin için, bana en içten sevgiyi öğrettiğin için, bana sunduğun narin-tutkulu aşk hediyesi için.”
Düğünden çok kısa bir süre sonra Leviné askere çağrılır, ordudaki görevi Heidelberg yakınlarında yüksek rütbeli savaş esirlerinin tercümanlığını yapmaktır. Fakat çok geçmeden 1916 yılında ordudan terhis edilir ve üniversitede Rusya üzerine verdiği derslere geri döner. Tabi bu sırada Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’lerin önderlik ettiği Spartakistlerin üyesidir ve bu yıllar savaşın yarattığı yıkımın işçiler açısından iyiden iyiye hissedilir hale geldiği yıllardır. Leviné’nin siyasi örgütlerle bağını anlamak adına küçük bir örnek verebiliriz. Öncelikle 1917 Ekim Devrimi’nin ardından Rusya’nın ağır şartları kabul ederek savaştan çekildiği Brest-Litovsk Anlaşması’yla birlikte derinleşen Sol SR’lerle Bolşeviklerin ayrımını hatırlamak yerinde olacaktır. Rusya’daki devrimin ardından Leviné de Berlin’deki Sovyet elçisinin Almanya danışmanı olarak, eşi Rosa da tercüman olarak çalışmaya başlar. Sol SR -Bolşevik ayrımından sonra Leviné’nin de bir seçim yapması gerekir. Çünkü her ne kadar Spartakistlerden olsa da bir şekilde Rusya’yla -gönülden ya da fiziken- bağları vardır. Sonuç olarak tercihini Bolşeviklerden yana yapar. Leviné’nin yaşadığı bu süreç aynı zamanda yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Rusya’dan Almanya’ya uzanan hattaki ‘devrimcilerin ülkeler arası akışını’ da gösteriyor. Çünkü Leviné’nin bu ‘iki ülke arasında kalışı’ dönemin diğer pek çok devrimcisi için de geçerli bir durum.
“Komünistlere duvarın karşısında dikilmek düşer”
Yavaş yavaş adını Leviné ile birlikte andığımız Sovyet deneyimine geçmeden önce 1918 yılında biraz daha kalalım. Spartakist önderlerin hapisten çıkması üzerine çalışmalar yoğunlaşır. Her şeyden önce savaşın işçilerin sırtından ödenen bilançosu dayanılmaz seviyelere ulaşır. Leviné de bu dönemde yoldaşlarıyla ‘propaganda turuna’ çıkar. Ekim Devrimi’ni ve dönemin Rusya’sını anarken sık sık ‘her köşede ajitasyon dolu konuşmalar yapanlar ve onları dinleyenlerin’ varlığından söz edilir. Aslında bu anlayışın genel olarak dönemin dünyasında etkili bir iletişim yöntemi olduğunu söyleyebiliriz. Leviné’nin bunun da ötesinde yürüttüğü propaganda çalışmaları Rhur ve Rhineland gibi bölgelerde çok başarılı olur. Öyle ki sonraki döneme dair Alman gazeteci Sebastian Haffner, Leviné’nin komünistleri devrime götürecek en büyük umut olduğunu söyler ve onun için ‘Alman Lenin’ benzetmesi yapar.
Yazıda Leviné’nin hayatındaki kimi kesitlere değinerek, onun hakkında fikir sahibi olmaya çalışıyoruz. Bu nedenle savaşın ardından Almanya’da yaşanan devrimci atılımı, başarısını başarısızlığını derinlemesine incelememiz, konuyu hayli genişletir. Bu nedenle kısa bir hatırlatmayla yetinelim. Savaşın sonuna gelindiğinde ülkede ateşli bir dönem başlar. SPD, Spartakistlerin sunduğu cumhuriyetin neredeyse tam karşısında yer alan bir cumhuriyet önerir. Savaş karşıtlığını, işçi-asker konseylerinin etkisini ve öfkesini dizginleyerek farklı bir yol izler ve devrimin enerjisi adeta boğulur. Daha sonra, 1918 sonu, 1919 başında Almanya Komünist Partisi’ne dönüşen Spartakistler iktidarı konseylere taşımaya çalışır. Fakat başarısızlıkla sonuçlanır. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in korkunç bir şekilde öldürüldüğü 15 Ocak 1919 tarihi de bu dönemin kanlı bir ‘sembolü’ olur. Belki Leviné’nin son sözlerinde bu döneme dair yaptığı atıfları eklemek yerinde olabilir: “Sosyal Demokratlar başlarlar, sonra kaçıp bize ihanet ederler. Bağımsızlar faka basarlar, bize katılırlar, sonra bizi yarı yolda bırakırlar ve sonra da biz Komünistlere duvarın karşısında dikilmek düşer.”
“Ölmek değil, hayatı geride bırakmak korkutucu”
Spartakistlerin liderlerini ve devrimi kaybedişi yeri doldurulamaz bir yara açar. Bu sırada Bavyera bölgesinde de iktidar mücadelesi son derece karmaşıktır. Kasım 1918’de Bavyera Halk Cumhuriyeti ilan edilir ancak USPD’li Kurt Eisner liderliğindeki yönetimin sosyalizme bakışı daha farklıdır. Her şeyden önce mülkiyet hakkı korunur. 21 Şubat 1919’da milliyetçi bir suikast sonrasında Eisner’in öldürülmesi, bölgede işleri daha da farklılaştırır. KPD’den Münih’e gidip devrim örgütlemekle görevlendirilen Leviné yaklaşık üç bin partili ve kentteki kimi anarşistlerin de katılımıyla 6-7 Nisan’da devrimin örgütlenmesine katılır. Sonuç olarak 12 Nisan günü Bavyera Sovyet Cumhuriyeti’nin başına Leviné geçer. Bıçak sırtında bir iktidar mücadelesi yaşanırken Leviné, Ekim Devrimi’nden sonra yaşananları andıran kimi ‘reformları’ açıklar: İşçilerden oluşan Kızıl Ordu’nun kurulması, lüks evleri kamulaştırma ve evsizlere verme, fabrikaların kamulaştırılması…
Sovyet hükümeti, cepheden dönen kimi askerlerin oluşturduğu vahşi paramiliter grup Freikorps’un saldırısı nedeniyle, tüm bu kararları uygulanmaya fırsat bulamaz. Komünistlerin deyimiyle ‘Kapitalistlerin Beyaz Muhafızları’ Freikops güçleri 1 Mayıs’ta Münih’e dayanır. Ağır silahların kullanıldığı çatışmalarda 600’ü aşkın kişi hayatını kaybeder. Bunların yarısından fazlası sivildir. Birkaç gün içinde Sovyet yönetimi ezilir ve Leviné de, yaklaşık bin 200 komünist ve anarşistle birlikte esir düşer. Yargılamaların ardından hakkında ölüm cezası verilir ve bunun üzerine ünlü son konuşmasını yapar.
Leviné 3 Haziran günü infaz edilir. Daha sonra Franz Kafka, ‘Milena’ya Mektuplar’da Leviné’nin öldürülüşünden üzüntüyle söz eder; Bavyera’da Yahudilerin ön plana çıkmasını eleştirir. Fakat Leviné’e geri dönecek olursak son günlerinde eşine yazdığı duygu yüklü mektuplara kısaca değinebiliriz: “(…) Çok üzgünüm, çok derin bir üzüntüyle doluyum. Ölümün kendisi beni endişelendirmiyor. Sona kalan birkaç dakika, kurşunların vızıldamaları belki benim dünya devrimine son selamım. Oh hayır öyle değil. Ölüm değil, ölmek değil, hayatı geride bırakmak. Ama hayat anlamsız ve sadece ölüm korkusuyla dolu olduğunda ne kadar korkunç. Hayır, üzüntüme rağmen ben durgun ve mutluyum. Bunun için sana teşekkür ederim (…).” Bu acıklı mektup, sürüp gidiyor. Son olarak Leviné, oğullarının mutlu bir anneyi hak ettiğini bu nedenle Rosa’da hayatına mutlu devam etmesi için ne gerekiyorsa yapmak zorunda olduğunu söylüyor.
Genç Levine’nin sözü
Söze son sözlerle başladık, son sözlerle bitirelim. Yine aynı savunmasında şöyle diyor Leviné: “Ben yalnızca siyasi faaliyetlerimi, kendimi bağlı hissettiğim Sovyet Cumhuriyeti’nin adını ve Münihli işçilerin güzel ismini lekeleme girişiminizi engellemeye çalıştım. Onlar -ve ben de onlarla birlikte- hepimiz Enternasyonal ve Dünya Komünist Devrimi doğrultusundaki görevimiz yolunda bilgi ve vicdanımızla yapabileceğimizin en iyisini yapmaya çalıştık.”
Alman devrimine veya Bavyera Sovyeti’ne yeterince odaklanamadık ama bir nebze de olsun Leviné’yi tanıdık, hislerine, düşüncelerine baktık. Bir mücadele insanı tanımak, sıradan bir öyküden çok hem dönemin ruhunu hem de parçası olduğu deneyimlerin hangi motivasyonlarla var edildiğini aydınlatır. Son sözlerini 15 yaşında kendini Romalı konsüllerden farkı gören Leviné ile karşılaştırabiliriz belki? Doğru bulun ya da bulmayın, Leviné’nin genç yaşında verdiği sözleri tutmadığını kim söyleyebilir?
Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler:
1- Franz Kafka: Subversive Dreamer – Michael Löwy
2- Halkların Dünya Tarihi – Chris Harman (Yordam Kitap)
3- https://spartacus-educational.com/GERlevine.htm
4- https://spartacus-educational.com/GERmeyer.htm
5- https://libcom.org/history/last-words-eugen-levin%C3%A9
6- https://www.marxists.org/history/etol/writers/birchall/1974/03/bavaria.htm
Gazete Duvar / 26.01.19