Nükleer savaş riski artıyor mu?

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta NATO'nun "nükleer caydırıcılık" tatbikatına dair tartışmalar, Fransa'da Macron'un aşırı sağcılarla parlamento dansı ve İngiltere'de hükümetin işçi politikası var.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 20 Ekim 2024
  • 09:30

Geçtiğimiz pazartesi günü NATO yıllık “Steadfast Noon” tatbikatına başladı. Tatbikatta Belçika ve Hollanda’daki sekiz hava üssünden yaklaşık 2 bin askeri personel, Avrupa’da konuşlanmış ABD nükleer silahlarını taşıyabilen savaş uçakları da dahil olmak üzere 60’tan fazla uçak da görev alıyor. Almanya’dan seçtiğimiz makalede “Washington ile Moskova arasındaki acil durum hatları Soğuk Savaş dönemine göre önemli ölçüde daha kötü olmakla kalmıyor, bu da yanlış anlamaların tetiklediği bir nükleer savaş riskini önemli ölçüde artırıyor” yorumu dikkat çekiyor.

Fransa’da her yıl bütçe tartışmaları dönemine denk gelen “yeni göç yasası” tartışmaları, bu sene de bütçe tasarısının açıklanmasıyla başladı. Hükümet, önümüzdeki yılı kemer sıkma politikaları üzerine inşa edeceğini belirtirken, bütçenin onaylanması için aşırı sağdan “yeni bir göç yasası” üzerinden destek arayışında. Bu durum, insan hakları savunucularının ve muhalefetin tepkisini çekiyor.

İngiltere’de yeni İşçi Partisi iktidarının ekonomi politikaları tartışılmaya devam ediyor. Hükümet geçtiğimiz hafta “işçi hakları politikası” açıkladı. Counterfire’dan seçtiğimiz makalede Başbakan ve Maliye Bakanına atıfla, “Starmer ve Reeves, İngiliz kapitalizmini ayağa kaldırmak için müdahalede bulunacak bir devlet istiyorlar. Bunu yapmak için de patronların ve sendikaların iş birliğine ihtiyaçları var” deniyor.

Savaş tehlikesi ‘Küba krizinde olduğundan daha yakın’

German Foreign Policy

NATO, nükleer savaş tatbikatı Steadfast Noon’da ABD nükleer silahlarının kullanımına ilişkin denemeler yapıyor. Avrupa’daki nükleer üsler modernize ediliyor. Nükleer savaş tehlikesinin Küba füze krizinden bu yana her zamankinden daha “büyük” olduğundan yola çıkılıyor.

NATO’nun bu yılki Steadfast Noon nükleer savaş tatbikatını başlatması, Rusya ile zaten artan gerilimi daha da kötüleştirdi. Nükleer silah kullanımına yönelik eğitimlerin verildiği ve hafta sonuna kadar Tornados ve Eurofighters da dahil olmak üzere 13 ülkeden yaklaşık 2 bin askerin katılacağı tatbikata Alman ordusu da katılıyor.

Steadfast Noon’un ana eğitim yerleri, ABD nükleer bombalarının depolandığı Belçika ve Hollanda’nın yanı sıra Kuzey Denizi üzerindeki hava sahası. Oradaki manevra alanının Rusya’ya sadece 900 kilometre uzaklıkta olduğu söyleniyor. NATO spesifik bir manevra senaryosu açıklamıyor. Ancak geçen yıl Steadfast Noon 2023’te amacın “gerçekçi tatbikat” olduğu ve tatbikatta nükleer saldırıya uğrayan düşmanın kabiliyetlerinin Rus silahlı kuvvetlerinin kabiliyetlerine göre modellendiği söylenmişti. Baharda yayımlanan bir uzman kitabı, nükleer savaş potansiyelinin şu anda Küba füze krizinden bu yana her zamankinden “daha büyük” olduğunu ve bunun da “nükleer tehdide ilişkin farkındalığın” azalması nedeniyle olduğunu belirtiyor…

NATO, Hollanda’nın bu yıl resmi olarak nükleer silah kullanabileceği açıklanan F-35 jetleriyle katıldığını belirtiyor. Ana eğitim alanları Hollanda ve Belçika’nın yanı sıra Kuzey Denizi üzerindeki hava sahası, özellikle Danimarka ve Britanya toprakları. Hollanda ve Belçika, Almanya (Büchel), İtalya ve Türkiye’de olduğu gibi ABD’nin nükleer bombalarının burada depolanması nedeniyle seçildi. Acil durumlarda sözde nükleer paylaşımın bir parçası olarak kullanılabilecekler; daha sonra Hollandalı, Belçikalı, Alman, İtalyan ya da Türk savaş uçakları onları bölgeye getirecek.

Gözlemciler Finlandiya’nın Steadfast Noon’a ilk kez katıldığını, bunun da NATO’ya katıldıktan yaklaşık bir buçuk yıl sonra nükleer savaş için pratik yaptığı anlamına geldiğini belirtiyor.

NATO her zamanki gibi tatbikatın belirli bir ülkeye yönelik olmadığını iddia ediyor. Geçen yıldan farklı olarak askeri ittifak, test ettiği spesifik savaş senaryosunu açıklamadı. NATO bunu ilk kez 2023’te yaptı ve üç gazeteden iyi bağlantıları olan gazetecilerle yapılan özel bir sohbette Steadfast Noon 2023 ile ilgili bazı ayrıntıları duyurdu. Görüşmede “gerçekçi bir şekilde tatbikat” yapılmasına çalışıldığı için, manevrada nükleer silahların kullanılacağı düşmanın yeteneklerinin Rus silahlı kuvvetlerinin yeteneklerine göre modellendiği ortaya çıktı…

Amerikan Bilim Adamları Federasyonunun (FAS) yaptığı bir analize göre Steadfast Noon, Büchel (Almanya) dahil olmak üzere Avrupa’daki birçok nükleer üssün büyük bir modernizasyondan geçtiği bir zamana denk geliyor, ancak aynı zamanda bu yılki nükleer santralin merkezinde yer alan iki üs de bulunuyor. Nükleer savaş tatbikatları kapsamında Kleine Brogel (Belçika) ve Volkel (Hollanda) var. FAS’a göre burada, daha hızlı yedek parça tedariği veya daha hızlı bomba nakliyesi sağlayacak ve aynı zamanda üslerdeki tüm operasyonları dış görüşlerden eskisinden daha iyi koruyacak sistemler inşa ediliyor. FAS, geçen yıl boyunca nükleer üslerin Google Earth’te de gizlendiğini bildirdi; bu, hem siyasi hem de askeri gerilimlerdeki çarpıcı artışa eşlik eden, artan bir gizlilik unsuru.

FAS, Britanya’nın Steadfast Noon’a katıldığına dikkat çekerken, aynı zamanda Cambridge’in kuzeydoğusundaki Lakenheath’teki eski ABD nükleer silah üssünde de kapsamlı çalışmalar yürütüldüğünü vurguladı. Soğuk Savaş sırasında Lakenheath’te muhtemelen 100 ABD atom bombasının depolandığı önemli bir ABD nükleer üssü vardı. Bunlardan sonuncusu 2008’de geri çekildi. Şimdi ABD oradaki tesisleri yenileme sürecinde. Basında çıkan haberlere göre Lakenheath’e yeniden nükleer silah yerleştirilmesi için çaba sarf ediliyor. Ayrıntılar henüz bilinmiyor. Ancak FAS, Lakenheath’te yenilenen ve modernize edilen tesislerin kapasitesinin Türkiye’nin İncirlik kentinde depolanan bomba sayısına eş değer olduğuna dikkat çekiyor. Türkiye’deki siyasi gelişmeler nedeniyle oradaki bombaların durumu belirsiz. FAS’a göre Lakenheath yedek lokasyon olarak düşünülebilir.

NATO’nun nükleer savaş tatbikatı Steadfast Noon, Batı ile Rusya arasındaki gerilimin hızla arttığı bir dönemde gerçekleşiyor. Washington ile Moskova arasındaki acil durum hatları Soğuk Savaş dönemine göre önemli ölçüde daha kötü olmakla kalmıyor, bu da yanlış anlamaların tetiklediği bir nükleer savaş riskini önemli ölçüde artırıyor. Baharda yayımlanan bir kitapta nükleer savaş tehlikesi konusunda uyarıda bulunan Gazeteci Annie Jacobsen, genel olarak, “Nükleer tehdide dair farkındalık... gücünü yitirdi” diyor.  Buna ek olarak, nükleer güçlerin sayısının artması ve aynı zamanda daha gelişmiş teknoloji nedeniyle, durum az çok “Kontrol edilemez” hale geldi - “ve bir nükleer savaş potansiyeli Küba’daki füze krizine bağlı savaştan bu yana hiç olmadığı kadar büyük” diye devam ediyor.

Çeviren: Semra Çelik

Göç yasası: Macroncular bütçeyi geçirmek için aşırı sağa taviz veriyor

Émilien URBACH
Humanite

Fransa’da (ırkçı) Le Pen yanlısı milletvekilleri böbürlenmeye devam edebilir. Hükümet, onlara yeni tavizler vererek, özellikle düzensiz göçmenlerin “İdari gözetimlerinin uzatılmasına” izin verecek yeni bir göç yasasının incelemesini “2025 başlarında” masaya getireceğini vadediyor. Bu, Başbakan Michel Barnier’nin ekim ayı başında yaptığı açıklamalara da açık bir şekilde ters düşüyor. Barnier, o dönemde göç konusunda mevcut yasalar çerçevesinde “İlerleme kaydedilebileceğini” ifade ederek yeni yasa yapma fikrini reddetmişti.

Aşırı sağcı lider Jordan Bardella ise, bu gelişmeden memnuniyet duyduğunu belirterek, bunun “göç yasası karşılığında bütçe oyu” gibi bir “anlaşma” olarak görülmemesi gerektiğini söylüyor. Marine Le Pen’in desteklediği Jordan Bardella, bütçenin 49.3. maddeyle (meclis baypas edilerek kararname ile) kabul edilmesi durumunda kendi milletvekillerinin herhangi bir gensoru önergesi vermeyeceğine ya da olası gensoru oylamasına katılmayacağına karar verdi. Aksine, “yapıcı” bir tutum sergilemek isteyerek hükümete “sosyal yardım amaçlı göç” konusundaki tabuyu kırmak ve “Fransız devletinin cömertliğini sadece Fransız vatandaşlarına sınırlamak” gibi bütçeyle ilgili öneriler sunmayı planlıyor.

Ulusal öncelik, kotalar, düzensiz ikamet suçu, yabancı öğrencilerin sınır dışı edilmesi, aile birleşiminin ve doğumla vatandaşlık hakkının kısıtlanması gibi maddeler, yaklaşık bir yıl önce parlamento tarafından kabul edilen ve ardından anayasa konseyi tarafından iptal edilen göç yasasında yer alıyordu. Hükümete yakın kaynaklar, bu maddelerin “Yeni göç yasası tasarısı için temel oluşturacağını” belirtiyor.

“Anayasa Konseyinin bu önlemlerin büyük bir kısmını yalnızca şekilsel nedenlerle reddetmiş olmasından büyük üzüntü duyuyorum,” diyor Komünist Parti Milletvekili Elsa Faucillon. “Bu durum bugün İçişleri Bakanına, bu maddelerin bir kısmını gelecekteki bir metne yeniden dahil edebileceğini düşünme fırsatı veriyor. Eğer konsey üyeleri içerik üzerinden karar vermiş olsaydı, bu mümkün olamazdı. Oysa ki bunu yapmaları için fazlasıyla neden vardı.”

Yeni İçişleri Bakanı Bruno Retailleau’nun hukuk devleti konusundaki açıklamaları ise durumu net bir şekilde ortaya koyuyor. Gerçekten de yürütme, temel hakları korumak için öngörülen tüm uluslararası metinlere, yani eşitlik ve iltica hakkıyla ilgili metinlere mümkün olduğunca aykırı davranmayı hedefliyor.

Hauts-de-Seine Milletvekili Elsa Faucillon, “Bu hükümetin ideolojik motoru oldukça ırkçı bir hava taşıyor” diyerek şunları ekliyor: “Kullanılan terminoloji, ‘insan-cılık hakları’, ‘gevşeklik’ gibi ifadeler, insani ilkelerimize ve toplumsal bütünlüğe doğrudan bir saldırı.”

Göçmenlerle dayanışma içinde olan dernekler de aynı tespiti yapıyor. Örneğin, France Terre d’Asile Başkanı Najat Vallaud-Belkacem, İçişleri Bakanının “sürekli ‘Cumhuriyet’ kelimesini ağzında gevelediğini, ancak Fransa’nın insan haklarını savunma konusundaki tüm değerlerini ihlal ederek bu kavramı sürekli yıpratmaktan hiç rahatsız olmadığını” ifade ediyor. Bu durumun, ırkçı Ulusal Birlik milletvekillerini rahatsız etmediği de çok açık.

Çeviren: Eren Can

İngiltere: İşçi partisinin faturayı işçilere ödetmek için atacağı adımlar!

John WESTMORELAND
Counterfire

İşçi Partisinin “Çalışmanın karşılığını almak için atılacak adımlar” başlıklı işçi hakları politika belgesini açıklamasından bir gün sonra bu mevzuatın ne yapmayı önerdiğinin ayrıntılarına girmeden önce, bu mevzuatı neyin yönlendirdiğine odaklanmamız gerekiyor.

İşçi Partisinin işçi sınıfının partisi olduğu yönündeki iddiaları, sadece ikna olmak isteyenler için inandırıcıdır. Mali sorumluluk, silahlanma harcamaları, ekonomik büyüme ve kamu hizmetlerimizi kesintiler ve daha fazla özelleştirme ile tehdit eden ‘zor kararlar’a adanmış bir parti bizim tarafımızda değildir.

İtiraz edenler, İşçi Partisinin işçi haklarının mevcut durumunda büyük bir değişiklik yaptığını ve yeterince ileri gitmese bile bunu memnuniyetle karşılamamız gerektiğini söyleyerek buna karşı çıkacaktır. Ancak babalık izni ve güvenceli iş sözleşmesi haklarının genişletilmesinin ileriye doğru atılmış bir adım olduğunu kabul etmekle birlikte, bu çok küçük bir adım ve ileride atılacak daha büyük adımların habercisi değil.

Bu mevzuatı yönlendiren iki faktör var ve kapitalist sınıfla yüzleşmek bunlardan biri değil. Her ikisi de, bir özelliği düşük verimlilik olan İngiliz kapitalizminin krizi tarafından çerçevelenmektedir. Mevzuatı yönlendiren ilk faktör, ikinci faktörü kolaylaştırmak için sendikaları yanımıza alma ihtiyacıdır: emeğimizi daha etkin bir şekilde sömürmek.

İngiliz ekonomisinin verimliliğinin düşük olmasının bir dizi nedeni var; bunlardan biri de kapitalistlerin altyapı, eğitim ve gelişime yatırım yapma konusundaki isteksizliği. Kârlar doğrudan hazinenin kasasından iş dünyasına aktarıldığında -su şirketlerini, demir yolu şirketlerini ya da Barones Mone’u düşünün- pazarda rekabet etme ihtiyacı yerini hükümet ödemeleri için lobi yapmaya bırakıyor.

Ancak (Başbakan) Starmer ve (Maliye Bakanı) Reeves tembel kapitalistleri çivilemek ve onlara bedel ödetmek için yola çıkmadılar. Onlara, rejimlerinde çok hafif bazı değişiklikler ve İngiltere’nin gıcırdayan altyapısını modernize etmek için daha fazla sermaye enjeksiyonu içeren bir terapi uygulamaktan yanalar. Starmer ve Reeves, İngiliz kapitalizmini ayağa kaldırmak için müdahalede bulunacak bir devlet istiyorlar. Bunu yapmak için de patronların ve sendikaların iş birliğine ihtiyaçları var...

Bazı sendika liderleri İşçi Partisinin tasarısında neler olduğunu anlattı. Matt Wrack bunu işçi haklarında ‘sismik bir değişim’ olarak nitelendirdi. Bu biraz fazla ileri gitmek olabilir.  Bir atasözünün dediği gibi: ‘Çölde bir tutam ot, Lübnan’ın sedir ağaçları gibi görünebilir’.

İstihdam Hakları Enstitüsünün 2020 yılında yayımladığı bir rapora göre İngiltere’deki işçi hakları Suudi Arabistan, Kuzey Makedonya ve Kamerun ile aynı seviyede. Dolayısıyla modern bir kapitalist ekonomi yönünde atılan her adım ‘sismik’ görünebilir. Teklif edilenler, işçilere sistemin değişkenliklerine karşı bazı korumalar sağlarken bunu kârları tehdit edecek şekilde yapmayan bir çerçeve ile Birleşik Krallık’taki çalışma ilişkilerini modernize etme girişimi olarak görülebilir.

Haksız işten çıkarmaya karşı korunma, babalık ve ebeveyn izni ile yas izni için bir günlük haklar, düzenlenmemiş bir iş gücü piyasasının zararlı etkilerini kontrol etmek için atılmış mantıklı adımlar. İlk günden itibaren hastalık maaşı hakkı verilmesi de işletmelerin ve çalışanların yararına çünkü enfeksiyonu iş yerinden uzak tutmaya yardımcı olur ve çalışanları işe hazır hale getirir. Ancak şimdilik bu kadar. Sendikaların tasarıda yer almasını istedikleri kilit konuların birçoğu daha ileri müzakerelere tabii. Yasa tasarısının büyük bir kısmı, uygulamayı denetlemek üzere bir icra kurumunun yetkilendirileceği ağustos 2026’dan önce uygulanmayacak…

Patronların örgütü CBI, tasarıya büyük bir onay verdi ve hükümeti onlarla ve sendikalarla etkileşime girdiği için övdü. Onların onayı, Küçük İşletmeler Federasyonunun yeni önlemlerin üyelerini ‘Her şeyi anlamaya çalışırken’ bırakacağı yönündeki şikayetlerinden çok daha değerli. Ancak çok yüksek sesle ağlamamalılar. Tasarıda önerilen çok övülen ‘ilk gün hakları’ iki yıl boyunca yürürlüğe girmeyecek. Eminim bir yerlerde iyi bir şaka vardır.

Sendika liderleri de genellikle desteklerini göstermeye istekli. TUC’nin Genel Sekreteri Paul Nowack, işçilerin haklarını üretkenlikle birleştirme konusunda hevesli ve tamamen aynı fikirdeydi: “14 yıllık durgun yaşam standartlarından sonra, çalışan insanlar, üzerine düzgün bir hayat kurabilecekleri güvenli işlere umutsuzca ihtiyaç duyuyor. İstihdam standartlarını yükseltmek, çalışanlar için, işletmeler için ve büyüme için iyidir. Çalışanlara daha fazla öngörülebilirlik ve kontrol sağlayacak ve iyi işverenlerin kötü işverenler tarafından baltalanmasını önleyecektir. Üzerinde çalışılması gereken ayrıntılar hâlâ olsa da, bu yasa tasarısı Muhafazakarların düşük ücret, düşük haklar, düşük verimlilik ekonomisinden sismik bir uzaklaşma sinyali veriyor”... FBU Genel Sekreteri Matt Wrack da yasa tasarısını destekledi…

Şimdiye kadar sendikalardan en yüksek sesle eleştiri yapan kişi, tasarıyı “İsviçre peynirinden daha fazla delikli” olarak adlandırmaya devam eden Unite’dan Sharon Graham oldu. Eleştirileri açıklayıcı. Örneğin, sıfır saat sözleşmelerinin ve işten çıkarma ve yeniden işe almanın ‘bir kez ve sonsuza dek’ sona erdirilmemesi, düşmanca davranan işverenlerin mevzuatı atlatmalarına olanak tanıyacak…

Sendika karşıtı yasaların zincirleri kırılmalı ki işçiler haklarını talep edebilsin ve proaktif bir şekilde savunabilsinler. Güç olmadan haklar hiç hak değildir…

Patronlar bizi daha fazla nasıl sömürebilecekleri konusunda sürekli planlar yapıyorlar ve bir sonraki adımlarımızın Starmer ve Reeves’ten farklı bir yöne gitmesi gerekiyor.

Çeviren: Dış Haberler Servisi

Evrensel / 20.10.24