Mısır'da olan biteni yalnız Türkiye’nin muhafazakârları ve liberalleri “darbe” diye değerlendirmiyor. Entelektüel ve siyasal ortamın liberalizmle lekelendiği bu dönemde, sanki genel bir doğruyu tekrarlıyor gibi solun bir kesiminin de içinde bulunduğu önemli bir çevre “demokratik” gerekçelerle aynı tutumu alıyor.
Bu çevrelere göre, haftalardır sokaklara çıkan, başta Tahrir olmak üzere meydanları dolduran, polisle çatışan milyonlarca Mısırlı’nın olan bitene hiçbir katkısı yok.
Bu anlayışa göre, 25 Ocak 2011'de Hüsnü Mübarek’in devrilmesine katkıda bulunan ordu nedense o zamanlar “darbeci” değildi! Ama siyasal İslamcı Mursi devrilince aynı ordu birden bire “darbeci” oluverdi. Ortada öyle bir siyasal tutarsızlık ve ikiyüzlülük var ki; Mübarek aynı yöntemle devrilince bunun adı “devrim” oluyor, Mursi devrilince “darbe” sayılıyor.
Anımsatmakta yarar var; Müslüman Kardeşler Ocak-Şubat 2011'deki büyük halk isyanında yer almadı. Çünkü Tahrir Meydanı'nı dolduran milyonlar, Mısır'da İslami bir yönetim değil, demokrasi istiyordu. Dahası seküler (laik) kazanımlarını yitirmeye de hiç niyetleri yoktu. Uzun süre kenarda sinsice bekleyen Müslüman Kardeşler, Mısır Ordusu'nun kendilerine iktidar yolunu açtığını görünce harekete temkinli şekilde katıldılar.
Tahrir isyanına damgasını vuran kitleler her şeye karşın Mursi yönetimine bir şans verdi, hem de büyük bir şans! Ancak Mursi bu şansı kendi dar “ideolojik” programını topluma dayatmak ve yüzde 19'luk bir toplumsal destekle dinci dikta rejimi kurmak için harcadı. Bu olgu görülmeden Mısır'da bugün olup bitenleri anlamak mümkün değildir.
***
Yukarıda da belirttiğim gibi, Türkiye'de AKP iktidarının liberallerin desteğiyle kurduğu gerici/muhafazakâr ideolojik hegemonya nedeniyle, Mursi'nin devrilmesini “darbe” diye nitelendirenler, olması gerektiğinden hayli fazla. Ülkede öyle bir hava oluştu ki, dinci rejimlere ve siyasallaşmış İslama karşı olan bazı gazeteci, aydın ve politikacılar bile Mursi'nin devrilmesine karşı çıkmaz, buna “darbe” demez ve iktidarın yeniden Müslüman Kardeşler'e devredilmesi görüşünü savunmazsa, kendilerine “darbeci” denilmesinden fena halde korkuyor.
Sanırım bu nedenle olacak AKP, CHP, MHP ve BDP Meclis'te ilk kez ortak bir bildiri yayınladılar. Bu bildiri ile Mısır'da “darbe” yapıldığını belirterek, Mursi'nin devrilmesini kınadılar. Dahası, bu dört parti iktidarın yeniden Mursi'ye iade edilmesini istedi. Böyle bir bildirinin dünyada başka bir örneği bulunmuyor. ABD ve AB ülkeleri dahil hiçbir ülke bu yönde ve içerikte bir açıklama yapmadı.
Bir siyasal eylemin nedenlerine, niteliğine, içeriğine, hedeflerine ve sonuçlarına bakmadan sadece biçimsel özelliklerinden dolayı değerlendirilmesi bilim ve akıl dışı bir tutumdur. Bu düşünce yöntemi bırakın ahlaki, bilimsel ve ilkeli bir yaklaşımı ifade etmeyi, formel (düz) mantığa bile uygun değildir.
Gelin çok uç bir örnek üzerinden soruna bakalım isterseniz; Hitler ve Naziler seçimle iktidara geldiler ve katıldıkları her seçimde de oylarını yükselttiler. Başka bir anlatımla “milli iradeyi temsil” eden Naziler, çok demokratik yoldan faşist bir diktatörlük kurup, soykırım yaptılar. İkinci Dünya Savaşı'nda yaklaşık 60 milyon insanın öldürülmesine neden oldular.
Peki, eğer bir grup asker çıkıp Hitler'i devirseydi, pek demokrat ve çok liberal arkadaşlar bunu “darbe” diye kınayacak ve iktidarın yeniden Nazilere devredilmesini mi savunacaklardı? Üstelik bu arkadaşlar, “Biz Hitler'in görüşlerine hiç katılmıyoruz ama seçimle geldi” mi diyeceklerdi?
Bunu tartışmak bile saçma bir durum.
CHP İzmir Milletvekili Prof. Dr. Birgül Ayman Güler de önceki gün Yurt'ta yayımlanan yazısında yukarıda değindiğim dört partinin Meclis'te yayımladığı ortak bildiriyi eleştirerek, şunları söylüyor:
“Mısır’da Mursi sorunu ve bu soruna ilişkin zihinsel harita, ülkemizde hem akademik hem siyasal sol düşüncenin nasıl bir 'ideolojik hegemonya' altında ezildiğini gösteren açık bir örnek olmuştur. Mursi yönetimi Müslüman Kardeşler Hareketi’dir; bu hareket Türkiye’de AKP iktidarının müttefikidir. AKP, bu kararla müttefikini korumaktadır. (...) 'Darbeci' yaftası yapıştırılmasından duyulan korku, muhalefeti AKP’nin zihin haritası içinde eritmektedir.”
Güler'in de işaret ettiği gibi, Türkiye'nin hem siyasal hem de entelektüel bakımdan acil ihtiyacı, AKP’nin muhafazakâr-liberal ittifakıyla oluşturduğu ideolojik hegemonyaya son vermektir.
“Algı her şeydir düsturunun yaydığı zehri söküp atmalıyız. Biz, egemenliklerini algı ve yalan üzerine yükseltenlerin yöntemlerini kullanarak onlarla mücadele edemeyiz. 'Gerçek her şeydir' deyip, herkesi gerçeğe davet etmeliyiz.” (Yurt Gazetesi, 12 Temmuz 2013)
***
Türkiye’nin önde gelen Amerikancı ve liberal kamuoyu yapıcılarından biri olan gazeteci Cengiz Çandar, Radikal'de yayımlanan bir yazısında Müslüman Kardeşler’in Mısır serüveninden hareketle siyasal İslamcıların demokrasi deneyiminin başarısızlıkla sonuçlandığını belirtince yoğun bir saldırıya uğradı. Çandar'a bile “darbeci” dediler. Çandar, daha sonra da savunmaya devam ettiği makalesinde şunları söylüyordu:
“Soru, 30 Haziran 2011’de ‘sandıktan çıktığı’ halde, Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Mursi’nin nasıl olup da tam bir yıl sonra, kendisinin çekilmesini isteyen tarihin büyük kitle gösterilerinin hedefi haline gelmiş olmasıdır.”
Evet, Türkiye’deki liberallerin, İslamcıların ve muhafazakârların sorması gereken soru budur. Çandar şöyle devam ediyor:
“30 Haziran 2013 gününde, Kahire, dünya tarihinin en büyük kitle gösterisine sahne oldu. O muazzam kalabalığın, o insan selinin içinde, Hüsnü Mübarek rejimini yıkan Ocak-Şubat 2011’in Tahrir kalabalıkları vardı; yetmemiş gibi ikiye katlanmıştı. Dolayısıyla ‘askeri darbe’ ya da ‘eski rejim yandaşları’ndan, ‘karşı-devrimciler’den söz etmenin münasebeti yok. "
“Evet... Seçimle gelen seçimle gitmeli. Bununla birlikte, tarihin büyük altüst oluşları, çok kez kitabi doğrulara riayet etmiyor. Seçilmesinden bir yıl sonra Mursi’ye ve Müslüman Kardeşler iktidarına başkaldırılmışsa bu, başlı başına bir tarihi olaydır ve askeri darbeye şiddetle karşı olmanız, Mısır 2013’ün sunduğu ve etkisini uzun yıllara yayacak olan ‘siyaset dersi’ni ortadan kaldırmıyor: Mısır’da Müslüman Kardeşler tecrübesi, başarısızlıkla sonuçlanmıştır!” (Cengiz Çandar, Radikal Gazetesi, 4 Temmuz 2013)
Çandar’ın bu yazısı sadece dünyada ve bölgede değil, Türkiye'de de bir dönemin kapandığına işaret ediyordu.
* * *
Avrupa solu da darbe demiyor
Dünyada, Avrupa solu dahil Mursi'nin devrilmesini “darbe” diye niteleyen ve kategorik olarak karşı çıkanlara pek rastlanmıyor. Mursi'ye ve Müslüman Kardeşler yönetimine “demokratik” gerekçelerle destek verenler ise hayli küçük bir çevre oluşturuyor.
ÖDP'nin eski genel başkanlarından iktisatçı, Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, 11 Temmuz 2013 tarihli Birgün Gazetesi'nde, Mısır'da gelişen büyük halk hareketi ve Muhammed Mursi'nin devrilmesine ilişkin Avrupa solunun yaklaşımını ortaya koyan çok önemli bir yazı yayımladı.
Kozanoğlu yazısında, Avrupa Sol Partisi’nin (ASP) 6-7 Temmuz tarihlerinde Portekiz'in Porto kentinde yapılan toplantısına katıldığını belirterek, izlenimlerini aktarıyordu. Toplantının Gezi Direnişi dahil “küresel bir ufuk turu şeklinde” geçtiğini belirten Kozanoğlu, iki günlük yoğun çalışmanın ardından Mısır’daki gelişmelere ilişkin ortak bir bildiri yayımladığını duyurdu.
Türkiye'den ÖDP'nin üye olduğu ASP’de Fransız Komünist Partisi, Alman Sol Partisi, Yunanistan Syriza Koalisyonu gibi kitle partileri bulunuyor. Diğer bir ifadeyle ASP, Avrupa’nın sosyal demokrasinin solundaki kitle partilerinin bir araya geldiği bir çatı örgütü niteliğinde.
Kozanoğlu'nun da belirttiği gibi ASP'nin “Devletten de sermayeden de emperyalizmden de bağımsız olan, sicili temiz partileri” arasında askeri müdahalelere sıcak bakan tek bir örgüt bulmak olanaksız.
İşte bu Avrupa Sol Partisi Mısır'da Mursi yönetiminin devrilmesine ilişkin yayınladığı bildiride şunları söylüyor:
“Devrimin amaçlarına zıt düşen Başkan Mursi’nin tepkici kararlarına karşı, son haftalarda müthiş bir halk hareketi gerçekleşti. Bu güçlü halk hareketi, silahlı kuvvetleri, ilerici güçlerin son haftalarda kampanya yürüttüğü yol haritasını benimsemeye zorladı. Onlar yeni bir kurucu meclis ve yenilenecek seçimleri talep ediyorlar.
“Bu durumda önemli olan halk hareketinin sürmesi ve devrimci ve demokratik süreci güçlendirmesidir. Bu, devrimde yeni bir sayfa açabilir. Biz Mısırlı ilerici insanları ve güçleri cesaretleri ve kararlılıkları için kutluyor ve onlara demokratik süreçlerin devamı yolunda başarılar diliyoruz.” (Bkz. Birgün Gazetesi, 11 Temmuz 2013)
Kozanoğlu'nun aktardığı, benim ilgili bölümünü yukarıya aldığım bu önemli bildiri, ön yargısız bir yaklaşımla Mısır’da yaşanan süreci değerlendiriyor. Mursi'nin devrilmesindeki ana dinamiğin halkın büyük başkaldırısı ve devrimine sahip çıkma bilinci olduğunu açık bir biçimde ortaya koyuyor. Genellikle kendilerini “özgürlükçü sol” çizgide partiler olarak tanımlayan ASP üyesi örgütlerin bu tutumu dünya solu bakımından çok anlamlı.
Çünkü Mısır'daki büyük halk isyanını gözmezden gelmeyen ASP, “Bu güçlü halk hareketi, silahlı kuvvetleri, ilerici güçlerin son haftalarda kampanya yürüttüğü yol haritasını benimsemeye zorladı” diye altını çizerek, konuya ilişkin gerici ve liberal yaklaşımlara da prim vermiyor. Milyonlarca Mısırlı'nın eylemini yok sayarak, muhafazakâr-liberal bir ezberle Mursi'nin devrilmesini kestirmeden “darbe” diye mahkûm etme tuzağına düşmüyor.
* * *
Mısırlı direnişçiler ne diyor?
Doğu Eroğlu'nun, Mısır'da Mursi'nin devrilmesiyle sonuçlanan başkaldırı sürecini başlatan Tamarrud (İsyan) hareketinin 28 yaşındaki lideri Mahmut Badr ile yaptığı ve Birgün Gazetesi'nde yayımlanan söyleşi, Mısırlı direnişçilerin olan bitene nasıl baktığını anlamak için zengin veriler sunuyor.
Tamarrud Hareketi Mursi'nin istifa etmesi için hazırladığı bildiriye tam 22 milyon imza topluyor. Tamarrud Hareketi lideri Mahmut Badr, Eroğlu'nun soruları üzerine, önemli ve yaşamın içinden gelen gerçek yanıtlar veriyor. Biraz uzun da olsa bu önemli söyleşinin özünü oluşturacak bölümü, büyük önemi nedeniyle buraya almakta büyük yarar görüyorum.
Mahmut Badr şunları söylüyor:
“Müslüman Kardeşler, İslam’ı kullanarak toplumu ikiye böldüler. Ne Müslüman Kardeşler’in, ne de Mursi’nin ülkeyi yönetebilme yetisinde olmadığı anlaşıldı. Özellikle Mursi her alanda başarısız oldu. Mursi, FJP dışındaki tüm siyasi partileri etkisizleştirdi; partilerin meşru siyaset yapma yollarını teker teker kapattı. Kendisini, Mısır’da binlerce yıldır beklenen, toplumu ve İslamı dönüştürecek kişi olarak görmeye ve böyle tanıtmaya başladı.”
“Bizi 30 Haziran’a götüren süreçte en çok birleştiren, Mısır halkının demokrasi talebi oldu. Mursi seçimle işbaşına gelmiş olmanın, kendisine her şeyi yapabilecek bir meşruiyet sağladığını düşünüyordu. Ancak bu yanılgısı ona pahalıya mal oldu; demokratik bir siyasi yaşam umuduyla oy veren kitleler karşılarında gücünü seçim sandığından alan yeni bir tiran bulunca tekrar sokaklara indiler. İmza kampanyasının bu denli desteklenmesinin sebebi buydu.”
“Asker, meşru demokratik aktörleri deviren bir darbe gerçekleştirmedi. Bu anlamda halk hareketinin meşruiyeti de azalmış olmadı. (...) Seçimle işbaşına gelmiş olmaları durumu değiştirmez. Asker yalnızca halkın isteğini yerine getirmiş oldu.”
“Mursi’nin indirildiği gün bir telefon aldık ve askeri yönetimin toplantısına davet edildik. Toplantıda Abdülfettah El-Sisi, Mursi’nin görevde kalıp kalmamasına ilişkin bir referandum yapılabileceğini teklif etti ama bu öneriyi doğru bulmadığımı kendisine söyledim. Kendisine, 'Siz Mısır Ordusu'nun komutanı olabilirsiniz ama Mısır halkı sizin üzerinizdedir ve size kendi yanlarında olmanızı ve taleplerini dikkate alarak erken başkanlık seçimlerine gidilmesini emrediyorlar' dedim.” (Birgün Gazetesi, 11 Temmuz 2013)
Sanırım bu söyleşi, Mısır'ı Türkiye'deki ideolojik hegemonyanın belirlediği koordinatlar üzerinden okumaya çalışan ve bu nedenle AKP İktidarı'nın yedeğine düşen kimi aydınların, solcuların, gazetecilerin ve politikacıların sorunu yeniden düşünmelerine yol açacaktır. Tıpkı, Türkiye'ye en özgürlükçü ve demokratik anayasayı kazandıran 27 Mayıs 1961 hareketi ve Portekiz'de faşist diktatörlüğü yıkan 1974 Karanfil Devrimi gibi, Mısır'da olup bitenin de başka bir gözle irdelenmesi gerekiyor.
Mısır'da kurulu düzenin temel taşlarından biri ve geleneksel iktidar blokunun çok önemli bir bileşeni olan ordunun; kendi imtiyazlarını korumak ve halk hareketinin gerçek bir devrime dönüşmesini önlemek için isyancıların taleplerini benimsemiş olması asıl durumu değiştirmiyor.
Yurt / 14.07.13