Minberdeki kılıç mı efsaneyi tamamlayan, yoksa cepheden cepheye atılan fetihçi siyasetin ettiği sarhoşluk mu o kılıcı oraya çıkartan? Her halükarda biten minarenin tepesine kondurulmuş bir ‘alem’ gibi bu dönemi anımsatacak bir görüntü verildi. Aklı verene de icra edene de bu simgesellik için teşekkür etmeli. Tanımsız, biçimsiz, hesapsız, bittabi kitapsız sürüklenmeleri ve dönüşümleri başka türlü betimleyecek bir tüy konmazdı icraatın başına.
Ne kadar çok köprüden geçiyor bu ülke değil mi, az zamanda.
O kılıçla tarih düşüne yatanlar, kapanmayan cepheler acıyor ardı sıra. Suriye’de 2016’dan bu yana Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı Harekâtları icra ediliyor. Irak’ta geçen yıldan bu yana operasyonlar Pençe 1, Pençe 2, Pençe 3, Pençe Kartal ve Pençe Kaplan diye uzayıp gidiyor. Libya’da adını Libyalıların koyduğu Öfke Volkanı, Barış Fırtınası ve Zafer Yolları operasyonlarına daha hangilerinin ekleneceği meçhul. Şimdilik Nahçivan, Bakü, Gence, Kürdemir ve Yevlah gibi yerlerde Azerbaycan’la ortak askeri tatbikatla uç veren Kafkasya macerasının ucu açık. Doğu Akdeniz ve Ege’de isimli-isimsiz hamleler geliyor…
“Türkiye Libya’da Mısır’la savaşa mı giriyor” diye kafa patlatırken ülke birden bire Ermenistan’a karşı kılıçların diliyle konuşmaya başlıyor. Burada daha ne olduğunu anlamadan Ege’de Yunanistan’la savaşın eşiğine geliyor.
“Büyük devlet her yere yetişiyor.” Bunu mu diyeceğiz?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bütün bu alanlarda MİT’in canla başla çalıştığını söylüyor. “Çatışma bölgelerinde elde ettiğimiz kazanımlar, ülkemizin masaya daha güçlü oturmasını sağlıyor” diyor. Hangi masa? Kurulan masaların çoğu “Türkiye’yi nasıl sınırlandırırız” diyenlerin masası.
Evvela en büyük sapmanın sınırların ötesinde macera arayan müdahalecilikle geldiği vurgulamalı, ısrarla. Sonra müdahaleci maceranın sahip olduğu kapasite, geliştirdiği strateji, icra tarzı ve verdiği siyasi kararlar arasındaki uyumsuzluğa bakılmalı, iyice. Ayasofya minberindeki gibi semboller dünyasında kayboluyorlar, her seferinde.
Libya’da onca iddialı çıkışın ardından geçen hafta Rusya ile top çevirebilecekleri bir masaya döndüler. Suriye’de trajik tırmanışların ardından Kremlin’in kapısını çaldıkları gibi. O masalardan Rusların rıza gösterdiği kadar manevra alanı çıkıyor, fazlası değil. Üstelik Libya’ya müdahale imkânları Suriye’ye kıyasla onlarca kat daha kısıtlı.
Bütün dünya Türkiye’nin sahada dengeleri değiştirdiğinden bahsetmeye başlamışken aceleyle balonları şişirdiler, siyasetin borsasındaki yükselişi satın aldılar. Fakat ikinci yarıda rakip cephe Sirte ve Cufra’yı kırmızı çizgiye dönüştürünce yelkenler suya indi. İnsansız hava araçları, Suriye’den paralı milisler ve yerel ganimetçi çetelere bel bağlayan askeri harekâtın sihri bozuldu. Trablus’tan sonrası için bütün taktik-strateji planlaması ve ihtimal senaryoları basitçe “Bakalım, şartlar el verirse” temennisine kalmış. “Ya nasip” dervişliği. Ya da “Hele bir bakalım” koyvermişliği.
Dış siyaset hiç olmadığı kadar hokkabazlık gördü. Ve artık oynanan kozların, ileri sürülen kartların, tekrarlanan tehdit ve şantajların değeri ve ederi muhataplarınca da görülüyor. Libya’dan sonra Ege’deki son gerilim de stratejik akıldaki fukaralığı sergiliyor.
Malum Türkiye, 21 Temmuz-2 Ağustos tarihleri arasında Yunan adaları Meis ile Rodos arasında Oruç Reis gemisiyle sismik araştırma yapacağını bir seyrüsefer teleksi (NAVTEX) ile denizcilere duyurdu. Maksat, Doğu Akdeniz’deki enerji kavgasında çıtayı Türkiye’den yana biraz daha yükseltmek. Bir nevi caydırıcılık inşa etmek. Buna zat-ı şahaneleri “Oyunu bozmak” diyor. Yunanistan da tepki olarak donanma gemilerini Meis’e gönderdi. Türkiye behemehâl Aksaz’daki 15-18 donanma gemisini harekete geçirdi. Karşılıklı jetler havalandı. Savaş koptu kopacak! Şansölye Angela Merkel devreye girip liderleri aklı selime davet etti de kılıçlar kınına girdi. ‘Mübarek’ bir kadınmış! Sözcü İbrahim Kalın’a bakılırsa Erdoğan, “Yapıcı olan taraf biz olalım” diye talimat vermiş, böylece faaliyet 1 aylığına askıya alınmış.
Dışarıda macera aramanın ve düşmanlar yaratmanın savunulacak hiçbir tarafı yok. Bu kadar savruk dış politikaya ‘dış politika’ da denmez.
Literatür affetmez! Ancak bu yolda ısrar edenlerin kendi iç tutarlılığı açısından yanıtlamaları gereken bir dizi soru var. Evvela hangi hesapla NAVTEX ilan edildi? Olasılık senaryoları neydi? Ne tür riskler öngörüldü? Neden ve hangi koşullarda geri adım atıldı? Sonu getirilemeyeceği aşikâr olan bir hamleden ne bekleniyordu da harekete geçildi?
“Daha önce de sismik araştırma yapmıştık, o yüzden tekrarında mazur görmedik, Yunanistan aşırı tepki verdi, gürültü çıkardı” demek bir stratejik akıl ve öngörünün varlığına işaret etmiyor.
Doğu Akdeniz’deki gerilim, Libya ile de sarmalanmışken ‘büyük devlet’ edasıyla kalkıp “Büyüklük bizde kalsın” cenaplığı ile oturmak muhatapların nezdinde tek bir ifadeyle karşılık bulur: “Blöfçülük”.
Sonra da Atina’ya “AB’yi arkana alma, gel ikili meseleleri ikili çözelim” mesajı veriliyor. Almanya’nın AB dönem başkanlığına kıymet atfediliyor. Onlarca yıldır çözülememiş kıta sahanlığı gibi meseleler için müthiş bir iyimserlik!
Kesinlikle Türkiye meselelerini Yunanistan’la konuşup halletmeli. Aynısını Suriye, Ermenistan ve diğerleriyle de yapmalı. Tabii bunun için önce konuşabileceği güven ilişkisi aramalı. Böyle bir irade ve yetenek kaldı mı?
Meis’ten sonra bu kez 28 Temmuz-18 Eylül tarihlerinde Kıbrıs ile Lübnan karasuları arasında Rumların ilan ettiği 2, 3 ve 13 numaralı münhasır ekonomik bölgelerde sismik araştırma için yeni bir NAVTEX duyurusu yapıldı. İşte bu minberdeki kılıcın diline uygun bir ısrardır.
Pazarcı ağzıyla “bas bas satılan” efsaneye bakılırsa çatışma ve gerilim stratejisi Türkiye’nin masadaki yerini güçlendiriyor. Türkiye’nin çıkarları, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni yorumlama biçimi ve kendi tezleri ayrı bir konu. Buna dair tonlarca şey yazıldı.
Ama güç gösterisi masayı mümkün kılmak içinse, aksine bu siyaset bölgedeki aktörlerle kurulması mümkün olan masaları da deviriyor. Komşularla artan düşmanlığa ilaveten AB ile ilişkilerde de yeni bir bariyer dikiyor.
Sürekli hamle yapıp önü kesilen ve geri adım attırılan bir ülkenin caydırıcılığı olabilir mi? Zor oyunu bozarmış. Evet, bozmakta ustalar. Barışı inşa etmek mesele! Bugüne kadar Türkiye’yi çevreleyen müzmin sorunlar ya da iktidarın kendi eliyle getirip büyüttüğü krizlerin herhangi biri zorbalıkla çözülebildi mi? Müdahaleci siyasetin bilançosu nedir?
Yıkılmış bir Suriye, El Kaide’den devşirilme cihatçı milis orduları, Kürtleri sürüp yağmacılara teslim edilen Afrin, 66 kontrol noktasıyla cihatçılara ‘korunaklı’ alana dönüştürülen İdlib, Fırat’ın doğusuna taşınan Kürt düşmanlığı, yağmacıların insafına bırakılan Tel Ebyad ve Ras’ul Ayn, Irak Kürdistan’ında boşaltılan yüzlerce köy ve onlarca sivil kayıp, bütün stratejik hesapların Müslüman Kardeşler’in zaferine bağlandığı Libya, Libya üzerinden Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Avrupa’da bir sürü ülkeyle düşmanlık, Doğu Akdeniz’deki süreçlerden dışlanma, AB ile bağlarda aşırı aşınma ve daha bir sürü şey… Başka bir bilanço var mı, bilmediğimiz, göremediğimiz? Evet MİT çalışıyor, bütün dünya da izliyor.
Demem o ki kılıç oraya sehven çıkmadı. Şuursuzca bir gösteri de değildi. Bütün bu maceraların dinsel deklarasyonuydu o. Aynı zamanda yanlışa doğru dedirten, hezimeti örten ve rezaleti kutsayan bir kisveydi.
Gazete Duvar / 30.07.20