Birkaç ay önce, Fas’ın haftalık dergisi Telquel, Fas kralı VI. Muhammed’i, Stevenson’un Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın Tuhaf Vakası romanı kahramanına benzetiyordu. “Bir yanda zekâ, incelik ve akılcılık, diğer yanda ahlaksızlık, kabalık ve bastırılması mümkün olmayan şiddet eğilimlerinin aralarında sürekli mücadele ettiği bir kişi” olarak tanımlayıp, “bu romanı okuyunca ve biraz tarih bilince, akla Fas devleti ve onun ikili kişiliğinin gelmemesi imkânsız” diyordu. Fas, halkının büyük bir kısmının meşruiyetini tartışmadığı bir monarşi ve kralın çok geniş yetkilere sahip olduğu bir parlamenter rejimle yönetiliyor. Ülkede temel hak ve özgürlükler, hem var hem yok. Bu, bir diktatörlük değil, ama demokrasi hiç değil. Çok partili yaşam yürürlükte, sorunlu da olsa seçimler serbest addedilebilir. Seçimlere katılım çok düşük. Ama en büyük sorun, kralın yasamayı, yürütmeyi, yargıyı ve iktisadi yaşamı doğrudan yönlendirme imkânlarına sahip olması. Resmi sıfatlarından biri Müminlerin Emiri olan Fas kralının, ailesinin, yakınlarının eleştirilmesi, hapis ve ağır para cezalarına çarptırılma nedeni olmaya devam ediyor.
Fas usulü bu monarşik parlamenter rejimde ifade özgürlüğünün sınırları, Kral’ın arzusuna göre genişleyip daralıyor. Ülkenin yurtdışında saygınlığına gölge düşürdüğü gerekçesiyle gazetecilere soruşturma açılıyor, gözaltına alınıyor, yurtdışına çıkışları yasaklanıyor. Ya da iki yıldır Fas’ta yaşayan Hollandalı bir gazeteci aniden sınır dışı ediliyor.
Fas’ta hakkında eleştirel söz söylenmesi, hatta sadece haber yapılması yasak olan dört tabu konu var. Fas’ın işgal ettiği, eski İspanyol sömürgesi Batı Sahra konusu ve 40 yıldan beri bağımsızlık mücadelesi yürüten Polisario Cephesi; İslami hareketler; insan hakları ihlalleri; merkezinde Saray’ın olduğu, gayri resmi adı Mahzen olan, girift siyasi- iktisadi çıkar ilişkileri ağı. Kral, ailesi ve akrabalarının ülkenin GSYİH’nin dörtte birine yakın bir kısmını şahsen veya dolaylı olarak kontrol ettiği bir Fas usulü parlamenter monarşi söz konusu.
2011’de yürürlüğe giren yeni anayasa monarşinin ve İslamın her türlü eleştirisini yasaklamaya devam ederken basın ve ifade özgürlüğünü güvence altına aldı. Ama ifade özgürlüğünün alanı son yıllarda giderek yeniden daralıyor. Gazetecilere, tanıklık ettikleri olayın işbirlikçisi olarak gösterilip ya da “topluma fitne sokma” suçuyla dava açılması yaygın bir uygulama.
Örneğin Fas açıklarında toplam 3500 civarında mültecinin denizde boğulduğu haberini yayımlayan gazeteciye, Fas’ın saygınlığına zarar verdiği gerekçesiyle dava açıldı. Bir arabanın suikastla patlatılması haberinin karşılığı kamu düzenini bozma suçundan dava açılması. 2014’te gözaltında iken ölen aktivist Kerim Laşkar’ın işkence sonucu öldüğü iddiasını haber yapmak suç. Hükümetin internet sansürlerini nasıl uyguladığını, gazetecileri ve aydınları nasıl izlediğini araştıran gazeteci de yargıya havale ediliyor, kralın yakın akrabasının veya özel sekreterinin karıştığı büyük yolsuzlukları haber yapan da. Bu son örnek de, ceza davası yerine hukuk davası açıp gazetecileri çok ağır tazminatlar ödemeye mahkûm etmek şimdi tercih ediliyor.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü 2015’te Fas’ı dünya basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke arasında 130. sıraya yerleştirdi. Buna karşılık, hükümetin büyük ortağı Adalet ve Kalkınma Partili Adalet ve Özgürlükler Bakanı, Müminlerin Emiri’nin bundan sonra “kendisi hakkında kullanılan olumsuz ifadelerin dava konusu yapılmamasını istediğini, yurttaşların kendisinden korkmasını değil, saygı duymasını beklediğini” söyledi. Herhalde kralın Dr. Jeykll anına denk gelmişti ama Fas devleti Mr. Hyde’lığa devam ediyor.
Fas, dikkatle izlenmesi gereken, otoriter demokrasi ve İslami parlamenter monarşi örneği. Demokrasi ve despotizmin aynı anda görülebildiği bu ülkedeki durumun, cumhuriyet üniformalı versiyonunu resmen kurmanın Türkiye’de iktidar partisi ve çevresinde çok heveslisi var.
Cumhuriyet / 21.01.16